Yaklaşık otuz altı yıl süren II. Abdülhamid’in rejimi ardından, özgürlükçü bir yapılanmayla ıslahat ve yenilik hareketlerine devam eden Osmanlı, Abdülhamid devrinde, yanı başındaki Kıbrıs ve Mısır’ı ödeyemediği borçlar yüzünden İngiliz’e vermek zorunda kalmış, Arap yarımadasındaki egemenliği kısmi bir hal almışken, bir de yeni sömürgeci Almanlara yaptıkları demiryolu karşılığında olmadık imtiyazlar vermişti. Sonrasında II. Meşrutiyet ile her şeyin değişeceğini, devletin şahlanacağını düşünen İttihatçıların egemenliğinde Balkanlarda hezimete uğranmasıyla, işlerin geri dönülmez noktaya geldiği anlaşıldı. Devleti kurtarmak için bir şeyler yapılmalıydı. Ege’de Yunan’la mücadele edecek bir donanma bile yoktu. Abdülhamid sayesinde haliçte çürümeye bırakılmıştı. Sonunda bir çıkış kapısı görünmüştü; kaçınılmaz son olarak görülen Avrupa Savaşı! İngiliz ve Fransızların gelme demesiyle, Almanların kucak açması arasında pek düşünme fırsatı olmayan İttihatçılar, mecburen savaşa girdiler. Ve sonucunu herkes biliyor. Şehitlere rahmet olsun.

Bu vesikada, Dünya Savaşı’na girişimizin arefesinde, Türk İmparatorluğu’nun diğer devletler gözünde nasıl göründüğünü, ne derece ciddiye alındığını inceliyoruz. Donanması bile olmayan bir devletin nasıl hâlâ çekinilen bir güç olduğunu görüyoruz. Keyifli okumalar.

Tarih 1914, Rusya’nın Türkiye Büyükelçisinin Rus Dışişleri Bakanı’na Yazdığı Mektup!

Devletli efendim Sergey Dmitriyeviç.

İşbu Avrupa savaşının çıkması esnasında Türkiye’de kamuoyuyla beraber, iktidar çevrelerinin de tüm dikkati İngiltere’de yapılan ve oradan satın alınan iki dretnotun yakın zamanda İstanbul’a varacağı umuduyla meşguldü. Bu dretnotlar sayesinde Türkiye, Yunanistan’la olan hesabını kapatmak ve özellikle de kendisi açısından onca mühim olan adalar meselesini lehinde çözüme kavuşturmak istiyordu.

İngiltere hükümetinin dretnotlara el koyması, üstelik bunu Osmanlı hükümetinin gemilerin son taksitini ödemesinden birkaç saat sonra yapması Türklerin planlarını bozmakla beraber, gururlarını fazlasıyla incitmiş ve ülke kamuoyunda hem İngiltere’ye, hem de genel olarak Üçlü İtilaf devletlerine karşı büyük bir kin uyandırmıştır.

Tam o sırada Almanya iki savaş gemisini, yani Goeben ve Breslau’u Türkiye’ye teklif etti ki, bunlar maalesef İngiliz ve Fransız filolarınca durdurulmadan Türk karasularına ulaşmayı başardı. Bu arada Almanya’nın çok isabetli teklifi bir yandan Türkler arasında savaş coşkusunu tekrar artırırken, diğer yandan da Türklerin nazarında Almanya’ya ülkelerinin halaskarı şöhretini kazandırmış oldu.

Vaziyetin kendi lehlerinde böylesine düşmesinden başları dönen, üstelik Almanlar ve Avusturyalıların kendi pek yakın ve su götürmez zaferleri hususunda ikna edebilmek için her yola başvurarak ellerinden geleni artlarına koymadan coşturmaya ve kışkırtmaya çalıştıkları Türkler topyekün olarak Üçlü İttifak’ın saflarına geçti ve hummalı bir şekilde savaşa hazırlanmaya başladı. Genel seferberlik ilanı ve buna bağlı olarak tüm ülkenin askeri kampa dönüşmesi sonucunda sivil hükümet askeri yetkililerin emrine ve başta ordu ve donanmanın başkomutanlığına getirilen ve fiilen yönetimi tamamen kendi elinde toplayan Enver Paşa olmakla askeri fırkanın baskın nüfuzu altına girdi.

Almanlar Türkiye’deki konumlarını pekiştirmek ve orduyla beraber donanmayı da kendi güdümlerine almak için bu durumdan faydalanmakta gecikmediler. Türkiye’ye büyük heyetler halinde Alman subaylar, aşağı rütbeli askerler geliyor, büyük partilerle silah, cephanelik ve hatta para getiriliyor. Boğazların müstahkem hale getirilmesi ve görünüşe bakılırsa, Türkiye ile Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında imzalanmış olan bir anlaşmaya dayanılarak Türkiye’nin Üçlü İtilaf devletleriyle, özellikle de Rusya ile savaşa hazırlanması amaçlı hummalı çalışma Alman subayların komutasında başlatılmış bulunuyor.

Bu şartlarda hem Büyükelçiliğin hem de Konsoloslukların Rus tebaalarının çıkarlarını koruması son derece zor olmaktadır, üstelik daha fazla ısrarcı ve sert tutum sergilememiz durumunda, bizim için elverişli olmayan ve düşmanlarımızın epey işine gelecek bir zamanda Türkiye ile çatışmaya sebebiyet verme ihtimalimiz de bulunuyor. Bununla beraber, son zamanlar cephede Almanların durumunun kötüye gittiği ve ordularımızın Galiçya’da parlak zaferler kazandığı yönündeki haberlerin etkisiyle Türklerin az çok ayılmaya başladıkları gözlemlenmektedir. Bakanlar Kurulu’nda savaş yanlısı bakanlarla Türkiye’nin bir an önce savaşa sokulmasına karşı direnmeye çalışan Cavid ve Halil Beyler önderliğindeki ılımlı bakanlar arasında mücadele başlamış bulunuyor. Ilımlı fırka, savaş sahnesinde genel durum netlik kazanmadan Türkiye’nin etkin bir şekilde harekete geçmesini tehlikeli buluyor ve haksız da değil. Türk donanmasının Karadeniz’e açılmasını öngören Alman projesine Türkler tarafından muhalefet edilmesine ılımlı fırkanın etkisi bulunduğunu söylemek mümkün.

Yalnızca 400 bini gerçek anlamda silahlandırılmış olmakla beraber, toplamda 1 milyon kişiyi silah altına alan seferberlik, buna bağlı olarak istimlakler, vergiler ve her türlü suiistimaller halkın üzerinde ağır neticeler doğurmakla Türkiye’de son derece gerilimli bir ortam meydana getirmiştir ve bundan çıkış yolunun her halükarda bulunması gerekmektedir.

Gerilimli havayı bir ölçüde yumuşatmak amacıyla ılımlı fırka kapitülasyonları kaldırdı. Bu adımın bir yandan kamuoyunu önemli ölçüde memnun ederken, diğer yandan da seferberliğe ve ülkenin verdiği kurbanlara hak kazandıracağını umuyorlardı.

Kapitülasyonların kaldırılması meselesi yeni değil ve Türkiye’nin büyük devletlerle ekonomik ve mali anlaşmaları sürecinde müzakere konusu olması gerekiyordu. Şimdi kapitülasyonların, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde ecnebilerin hukuki ve kişisel haklarının teminiyle ilgili kapitülasyonların ilgası Osmanlı hükümetinin tek taraflı adımı ve antlaşmalarla sabit hak ve imtiyazların çiğnenmesi olarak, elbette ki büyük devletlerce protesto edilecektir.

Malum-i âliniz olduğu üzere, mevcut yargı düzenini değiştirmenin kaçınılmazlığı Türklerce de idrak edilmiştir ve yeni düzenin şimdilik mahkeme işlerinde tatbik edilmemesine ilişkin Babıali tarafından gizli yazı gönderildiğini bana Halil Bey söylemişti. Gerçi bu emrin özellikle hakimiyetin tamamen askerlerin elinde olduğu taşrada koşulsuz yerine getirileceğini ummak güçtür. Halil Bey aynı zamanda, mahkeme reformu taslağını müzakere etmek üzere, Graf Ostrorog ve İngiliz Clarke gibi Türk hükümetinin hizmetinde çalışan Avrupalıların ve Türk devlet adamlarının da dahil edildiği özel bir komisyon kurduklarını söylemişti. Komisyonun hazırlayacağı taslak İstanbul’daki ecnebi temsilciliklerin değerlendirmesine sunulacaktır.

Hükümetin son dönemde yaptıklarının, mevcut askeri rejimin tüm ağırlığını yüklenen ülke halkı arasında şiddetli bir memnuniyetsizlik doğurduğuna hiç şüphe yok. Alman egemenliğinden hazzetmeyen askerlerin ordu içinde çıkardıkları huzursuzluklara, çeşitli birliklerde ayaklanma ve benzeri eylemlerin söz konusu olduğuna dair duyumlar alıyorum. Fakat bu duyumlar kâfi derecede teyit edilmemiştir ve her halükarda bunlara bel bağlamak mümkün değildir. Üstelik mevcut hükümeti devirmek amacıyla kullanılabilecek, yeterli derecede etkin ve nüfuz sahibi bir kişi de henüz ortaya çıkmadı.

Daha önce 3 Ekim tarih ve 1314 numaralı gizli telgrafımda belirtmiş olduğum üzere savaş büyük ihtimalle kaçınılmazdır. Tüm mesele savaşın ne zaman ve hangi şartlarda başlayacağıdır. Belki Almanlar, Türkiye’yi kendi iradesi hilafına bile savaşa sokacak bir eyleme imza atmakla şimdiki kaygı verici ve gerilimli ortamı sonlandıracaklardır. Ya da düşmanlarımızın başarı kazanması durumunda böyle bir eyleme belki Türkler kendileri cesaret edeceklerdir.

Bundan kaçınmanın tek çaresi cephede; askeri fırkayla mücadelede ılımlılara sağlam bir destek verebilecek, belki hatta hükümetin kendini hali hazırda herkesten daha güçlü konumdaki Enver Paşa’dan ve Alman etkisinden kurtulmaya teşvik edebilecek kadar büyük bir zafer kazanmak olabilir.

Devletli Efendim, hürmetlerimi ve candan bağlılığımı arz ederim, lütfen kabul buyurunuz.

 

Kaynak: AĞAOĞLU, Azad(2018), “Rus Dışişleri Arşivi’nin Gizli Belgelerinde OSMANLI’NIN CİHAN HARBİNE GİRİŞİ” (İstanbul, Ötüken Neşriyat), s.112-115

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Koçeroğlu

okur-yazar