KADİM TÜRKLERDE KURBAN RİTÜELİ

Kurban: And. Anadolu Alevilerinde; Şamanist Türk topluluklarında olduğu gibi, kurbanın kemikleri parçalanmaz. Bu durum hayvanın kemiklerinden yeniden doğabileceği inancına dayanır.  – İbrahim Dilek, Türk Mitoloji Sözlüğü

Yiğitlerim yerinizden kalkın
Ak boz atımın kuyruğunu kesin
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşın
Akıntılı güzel suyu delip geçin
Kazanın divanına koşup varın,
Ak çıkarıp kara giyin
Sen sağ ol Beyrek öldü diyin (Gökyay, 2006).

Türkler var olduğu süreçten beri çok yönlü kurban geleneğine sahip olan bir millet olarak bilinmiştir. Kanlı kansız pek çok kurban ritüeli günümüze kadar gelmiştir. Kurban bugün kullandığı gibi kullanılıp kullanılmadığı bilinmemekle birlikte kutsiyet taşıdığı bilinen ritüellerden birisidir. Kaşgaride ıdık olarak anlatılan bu mefhum Orhun kitabelerinde de böyle anlatılmaktadır. Raddlof, bu ritüelin adı olan kurbana karşılık taylga derken, Esin, tapıg, yagışlıg ya da yapıg olduğunu belirtmiştir. Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda kurban edilen hayvana yağış kelime kullanılıyor demiştir. Gök, yer ve yer altı şeklinde yaratılan evrende kutsiyet atfedilen ruhlara dahi kurban sunulma eylemi bulunmaktadır.

Türkler tabiatın gizli güçleri olduğuna inanmış bunların Gök Tengri’nin gönderdiği ruhlar statüsüne koymuştur. Örneğin ağaç kesen Türkler en yaşlısını seçip, ondan özür dileyerek neden kesildiğini anlatıp eylemi gerçekleştirirmiş. Ruhlara kurban sunarken özellikle “erkek” olan hayvanları seçme gayesinde bulunmuşlardır. Hatta günümüzde İslam dinine göre kurban keserken özellikle erkek seçilmesinin sebebi dişinin olası bir hamilelik yaşayıp yaşamadığı endişesidir. Hamile dişi hayvan kesildiğinde o hayvanın eti günümüzde asla yenmemektedir.  Osmanlı Devleti’nde Tuğ-ı Hümayun çıkarken, “12 koç kurban edilir. Bu sayıya da kutsiyet atfetmişlerdi. Özellikle erkek olanlar kurban edilirdi. Nitekim Oğuz Türkleri kurban olarak “attan aygır, deveden buğra, koyundan koç” sunmuşlardır.

Ögel’den okuduğumuz üzere aynen aktarıyorum: Deve kurbanında “Hecin’i (celmeyan) ortasından yararak (cara), ak ciğerini (öpkü) aldı…” Bu akciğer ile tedavi, Anadolu’da da görülüyordu.  “… Kurban olayım (aynalayın)! Semetey, yavrum! Deve anası benekli dişi deveyi” (Töö anesi çaar ingen) alıp gelip, Tanrım yoluna (kudayımnın colunda), boğazlayayım (muustayım), dedi…” Görülüyor ki, kurban edilecek develerin kutlu türleri vardı. “Kara dişi deve kurbanı” da görülüyordu.

Gök Tanrıya sunulan kurban ritüellerinde önemli bazı hususlar vardır. Ölenlerin ruhlarını anmak, soyu kutsal dağlara saçı saçmak, ateş kutsamak vb. gibi pek çok örnek vardır. Dağ eteğindeki mezarlara doğru rakı saçmak – ki Türklerde rakı günümüzdeki rakıdan farklıdır-.  Kansız kurban dediğimiz saçı/saçılga vardır ki genellikle toprağa kımız, bulgur, yağ vs. dökerek/saçarak gerçekleştirilir (ki Anadolu’da devam eden geleneklerdendir, özellikle düğün törenlerinde gelinle damadın üstüne buğday, pirinç, yemiş vs atılır). Hala çok fazla rüzgâr estiğinde ya da yağmur yağdığında mutfak temizlenip masaya bir kase yemek bırakılır. Rüzgârın ya da yağmurun ruhu doysun diye. Yine Türklerde Tanrı için doğaya atlar salınır, bu atlar işaretlenip özgür bırakılırdı ve kimse bu atları sahiplenemezdi. Gagauzlarda fakirlere verilen sadakaların da kansız kurban sayıldığı bilinmektedir.

Saçı töreni, saçı saçma, saçılga, çaçılga vb şekilde adlandırılmaktadır. Türklerin “rakısı” yere,ata,ocağa ve dört bucağa saçılırdı. Türkler sütten yaptığı rakısını içmeden önce Umay ana için rakı saçısı yaparak, çadırın soluna ve sağına en son olarak ateşe şeklinde rakıyı birbirlerine bakarak tüketirdi. Türkler için süt, göğün üstün olduğu, berraklığı, bolluğu, saflığı gibi temsile sahipti. Bu sebepten kaynaklı süt göğün kutsal varlıkları için sunulurdu. Hatta misafir geldiğinde dahi saçı yapılırdı. Av esnasında dağa, vadiye saçı yapmak adettendi.

Türklerde kurban yüksek yerlerde kesilirdi; çünkü dağlar Tanrı mekânı olarak adlandırılmış kutsiyet sahibi olmuş ve Türklerin kültü olan forma dönüşmüştü. Kurban her zaman önce Gök Tanrı’ya sunulmuştur. Göktürklerde her yılın beşinci ayının ikinci onunda, yurdun ileri gelenleri Ötüken’in batısında bir tepeye çıkarak, burada Tanrıya kurban kesmişler ve bu yere “Botengri” adını vermişlerdir. Bunun yanı sıra ecdatlarını da ziyaret etmeyi ihmal etmemişlerdir. Eberhard Türklerde insan kurbanı olmadığını söylemektedir.

“Ancak Göktürklerde atla beraber insan kurban edildiğine dair Bizans Elçisi Valentin’in, İstemi Kağan’ın cenaze törenini anlatırken yaptığı betimleme çok dikkat çekicidir: “Matem günlerinden birinde, dört tane bağlu hun getirdiler, (kağanın) babasının atları ile birlikte bunları ortaya koydular. (Öbür dünyaya) gidip, (kağanın) maiyetine girmelerini emrettiler.” Emel Esin, bu kayıt hakkında “Göktürklerde insan kurban edildiği hakkında tek rivayet” der.

Türklerin kurbanı öldürme yöntemleri de farklıdır. Bir bölümü kurbanlığın belini kırarak işleme başlarlar ki kan yere akmadan ölüm gerçekleşsin. Hayvanın bir damla kanı dahi yere damlayamaz yasaktır. Başları kesilen koçların ise kanını tepsiye koyup bekletirler.  Eğer kan yere akarsa kutsal gücün kaybolacağına inanıyorlardı. Bu şart sayesinde hayvanlar her seferinde boğularak öldürülürdü. Bunun sebebi hayvanın ruhunun bir bölümünün kanda olduğuna inanmaktır. Kamlara göre insanların hayat gücü kırmızı sıcak kandır, bu sebepten insanın özü kandadır.

Dokuz dallı bay kayı, Tanrı
Dokuz koç kurban ettik, Tanrı
Yağmur isteriz, Tanrı
Mahsul isteriz, Tanrı
Hayat mutlulukla dolsun, Tanrı.

Türkler pek çok işini birlikte yaptığı gibi kurban yemeğini de toplu yerlerdi. Bunu yedikten sonra da alkış ederlerdi.  Ortaklaşa yenen bu yemek, öteki dünyadaki güçlere hatta Gök Tengriye adanan kurban etinden yapıldıysa kardeşlik daha da pekişir. Roux’a göre bu yemek evrensel güçlerle dayanışmanın ve hatta yaşamın birliği inancının somut halidir. Tören bittikten sonra kemikler ve deri bir alana toplanıp yakılır; ki bu parçalar Gök Tengriye ulaşsın.

Anadolu’da hala devam eden bazı eylemler var.  Örneğin, Kurban kanının alna sürülmesi ritüeli, kaynağını İslamiyet öncesi çeşitli Türk inanışlarından alır. Eski Türklerdeki yer-su kültü neticesinde kötü ruhlardan korunmak ve iyi ruhların sempatisini kazanmak üzere kesilen hayvanların kanı alna sürülmekteydi. Kurban kanının alna sürülmesi Anadolu Türklerinde günümüzde de sıklıkla rastlanan bir gelenektir.

Türklerde kurban hayvanı bayrağını at taşırdı. Özellikle beyaz at kesilmesi gerekirdi. Bozkırda mezarlarda çokça kuyruğu kesilmiş, bağlanmış at kazılardan çıkmıştır.  Örneğin Göktürkler biri öldüğü zaman, ölüyü çadıra koyduktan sonra, oğullar, torunlar, akrabalar çadırın önünde at ve koyun kesip çadırın önüne sererler ve atlarla çadır etrafında dönülür, yüzler kesilir, yas tutanlar kendilerine zarar verir, ölen atların da kuyrukları kesilerek kurban edilirdi.  Bu kuyruk kesilmesi eylemine de tullamak denirdi ve ayrıca bugün de Türkçede kullandığımız “tol/tul/dul” sözüyle ve belki de kısmetin bağlanmasıyla alâkalı “tolamak/tolanmak”, yani bağlanmak fiiliyle ilgili olabilir. Biri öldüğünde ise kurgan kazılıp gömüldükten sonra ölen kişi zenginse çok sayıda kurban kesilir onu yerlerdi. Bunlar ölen kişinin öteki alemde süreceği atlar olarak adlandırılırdı. Kurbanın renklerle dahi alakası vardı. Türkler kurban hayvanını seçerken renklere dahi dikkat eden milletti. Beyaz, mavi ve kırmızı Gök tanrı dininde önemlidir. Kurbanlık koçlarda hayvanın başı siyah gövdesi beyazdır.  Kadim zamanlardan beri tanrıya her zaman beyaz renkli, siyah benekleri olmayan, lekesiz at kurban edilirdi.

Evlenen kişiler de Ülgen için açık renkli at keserdi. Eğer kurban edilecek hiçbir hayvan yoksa o zaman içki sunulurdu. Törene kadınların katılması yasaktır. Kurban kesilen bölgeye en fazla 50 adım mesafede bulunabilirler. Bağışlanacak hayvanlara kadınların teması da yasaktır. Kimi kaynakta büyük yaşlı birinin törende baş olduğunu söylerken kimi kaynakta şamanın aktif rol oynadığını söylemektedir. Türk’ün dininin etkisi Anadolu’ya geri döndüğümüzde etkisini sürdürmüş, kadın ayağı basılmayan yerlerde kurban kesilmiş, sonraları evliya tekkeleri etrafında (adak kurbanına göre değişir) durum sürdürülmüştür.  Anadolu’nun farklı yerlerinde evliya mezarlarının etrafı sunak haline dönüşmüştür. Çocuk isteyen, başarı isteyen, kadim ruhların yardımına ihtiyacı olduğunu düşünen kimseler gelir. Çankırı/Ilgaz/Şeyh Yunus köyünde bulunan türbe için her yıl mayıs ayında kurban kesilir. Yağmur duası da burada yapılırmış. Burası artık sunak yeri haline gelmiştir diyebiliriz.

Türkler zor durum yaşadığında atalarının adlarını sayarlar onlardan yardım isterlerdi. Güzel olay yaşadıklarında bu ruhların yardım ettiğine inanıp onlara kurban sunarlardı. Çocuk sahibi olmak isteyenler, düşmanların barış istemesi, hastalıkların düzelmesi kurban ritüelinin gerçekleştirilmesi için de etken olaylardı. Öyle ki Türkler geçtikleri her dine bu ritüeli götürmüşlerdi. Örneğin Yakutlarda ateş bu kurban ritüelinde de etki göstermiştir. Kurumuş ağacın içinde uyuduğu düşünülen ateş, şamanın yaptığı her ayinde bulunur ve kurbanın en iyi parçaları da burada yakılırdı.

“Ateş, sen bizim annemizsin, sen kırk dişlisin, sen kırmızı ipekle örtünürsün, beyaz ipekli çarşafın üstünde yatarsın, ben, beyaz küllerine basmadım. Küçük çocuklar ve köpekler sana dokunmadı. Ben, beyaz koyunu kestim ve önüne koydum. Ben, senin önünde eğiliyorum. Sen, bize kolaylık göster.”

Kadim Türkler kurban ritüellerinden okuduğumuz üzere Türkler kanlı-kansız kurban ritüellerini sosyal hayatın içine kadar indirgemiş bunu günlük yaşamın parçası haline getirmiştir. Türkler kendi yararlarını korumak ve kötülükleri kendilerinden korumak için geliştirdiği bu ritüel çağlar boyu büyük oranda korunarak (yer yer geçtiği dinlere göre farklı mana taşıyarak) günümüze kadar gelmiştir. Özel törenlerle, özel ritüellerle yapılan bu eylemde birlik ve beraberliğe, sağlığa, huzura önem verilmiş ve buna dikkat edilmiştir. Bugün hala Anadolu’da bir iş başarmak için yolan çıkan “eğer bu işi başarırsam adak keseceğim” diye söz verir. Bu sözünü de başardığında tutar ve kurbanını tanrıya sunar. O etten kendisi ve yaşadığı çekirdek ailesi asla yemez maddi durumu olmayanlara dağıtılır.

Türklerde kurban ritüelleri hiçbir zaman alelade bir olay olarak kalmamış her hususuna ehemmiyet vermişlerdir. Sembolik yaşantısını bozkırdan, Türkistan’ın doğusundan batısına taşıyan Türk milleti bunu ilelebet yaşayacak ve yayacaktır.

KAYNAKÇA:

AKGÜN Engin, ŞAMANİST TÜRK HALKLARINDA KURBAN SUNGUSU VE KENDİSİNE KURBAN SUNULAN VARLIKLAR, Sosyal Bilimler Dergisi / Joıımal of Social Sciences 1 (2). 2007. 139-153, BEYKENT ÜNİVERSİTESİ

ATİK Dilşad, Eski Türklerde Kurban İnanışı ve Uygulamaları. Erciyes Üniversitesi. Yüksek Lisans Tezi, 2001

BAYAT Fuzuli, “Türk Mitolojik Sistemi 2” Ötüken Neşriyat,2018

BEKKİ Selahattin, Türk Mitolojisi’nde Kurban, Akademik Araştırmalar, Yıl I, Sayı 3, Kış 1996, Sayfa 16-28

BIYIKLI Mustafa, TÜRKLERDE AT KÜLTÜRÜ VE TÜRK MİTOLOJİSİNDE ATIN YERİ VE ÖNEMİ, International Congress on Afro – Eurasian Research V 19-22 April 2019 / Lefkoşa TRNC

ÇORUHLU Yaşar, Eski Türklerde Ölüm Kültü ve Sembolizminde Atın Yeri, Z Dergisi

DİLEK İbrahim, Türk Mitoloji Sözlüğü, TDK

ERCAN Hakan, İslamiyet’ten Önce Türklerde Kurban Kavramı Üzerine Bir Araştırma, Journal of Turkic Civilization Studies ISSN: 1694-5409 2023, Cilt:4 ,Sayı: 2

ERSOY, Ruhi, “Türklerde Ölüm ve Ölü İle İlgilenen Rit ve Ritüeller” Milli Folklor, 2002, S.54, ss. 86-101

ESİN Emel “Türklerde Maddi Kültür Oluşumu” İstanbul,2006 s.136- s.15

GÖMEÇ, S. Y. “Eski Türk Dininin Temel Özellikleri.” Türk Tarihi Araştırma Dergisi, 4, 2019

ÖGEL Bahaeddin, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, c. II, Ankara, 2014

ROUX Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Dergah Yayınları,2021

ÜREN Umut, Türklerde At Kurbanı ve Dede Korkut’taki İzleri, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi/Journal of Turkish World Studies 15/2 Kış-Winter 2015

 

 

 

 

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Senem Karabulut

Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık bölümünü 2018'de tamamladı. Aktif olarak İç mimarlık mesleğini icra etmektedir. Türk mitolojisi ve Türk mimarlığı üzerine araştırır, okur ve yazar. Erlik Han Tamgası isimli kitabın yazarıdır.