YÜCE TÜRKLERDE DAĞ KÜLTÜ

Cahil halk nerede bir dağ veya pınar görse, bir kayın ağacı diker ve oraya keramet derler.
– Abdülkadir İnan

 

Kült kelimesi tapma, tapınım, din gibi anlam taşımaktadır. Dağ kültü dediğimizde dağa tapmak anlamına gelmektedir. Fransızca kökenli olan bu kelime Türkçede tapma, tapınım, din, dini tören, ibadet, ayin vb. anlamlara gelmektedir. Bazı kaynaklarda da tanrı olmayıp da tanrısallık taşıyan varlıklara tapınmak anlamı da taşıdığını görmekteyiz. Türklerde ise tapınma gibi durum görmemekteyiz. Kült mitolojiyi besler. Kült bir noktada Türk mitolojisinde kut olarak da tanımlanabilir.

Türkler tarih boyu pek çok kültü bulunan bir millet olarak hafızalara kazınmıştır. Atalar kültü, Ateş kültü, Dağ kültü vb. Dağlar, yüksek tepeler her dinde bir noktada kutsiyet atfedilmiş kara kütleleridir. Kadim Türkler dağların Tengri’ye yakın alanlar olduğunu, seslerinin daha iyi duyulduğunu düşünüyorlardı. Hatta Nevzat Köseoğlu bir kitabında Karadeniz insanının ibadethanelerini yüksek yerlere yaptığını söyler ve bunu takdir eder. Bu da Tanrısına yakın olmak için yapılan eylemlerden olarak tanımlanabilir. Hatta Türklerin ölülerini tepe noktaya gömmesi, kurganların tümülüsleştirilmesi de bu hususa bağlanabilir; çünkü Türkler mezarı dağ gibi düşünmüşlerdi.

Radloff’tan okuduğumuz üzere Altay kelimesi “yüksek taşlı dağ” demektir. Ala Dağ- Altın Dağ şeklinde de açıklanmış hatta Türklerin kutsal dağı Altın Dağından bahsedilir. Dağlar Türkler için öylesine kutsaldır ki dağı kızdırmamak onu memnun etmek gerekir anlayışı yaygındı. Ölen kişiler, yüksek yerlere gömülürdü. Tanrı mekânı olarak kabul edilmesi, yaratılışın dağlarda başladığına inanılması birer örnektir. Hatta iş o kadar ilerlemiş ki dağa alkış ve kargış (dua ve beddua) etme vardır. Bunların sebeplerinden biri dağın yeri ve göğü birbirini bağlamasıdır.

Türklerde öyleydi ki her boyun-obanın kendine ait kutsal dağı vardı. Ötüken Dağı kutsal dağlardan biriydi ve bu dağı alamayan oba dikkate değer alınmazdı. Kutsal dağlar dünyanın merkezi olarak görülürdü.  Türkler şehircilik anlayışında da hükümdar çadırını yüksek noktaya-dağa kurup kalan çadırları etrafına gök düzenine göre dizmişlerdi. Eğer ki tepe yoksa orayı tümülüs haline getirip hükümdar çadırını oraya kurarlardı.

Kadim Türkler dağların koruyucu ruhu olduğuna inanmış, dağa dilek dilemişler, yardım hâsıl olduğunda dağın tepesine çıkıp kurban kesip ayin yapmışlardı. Dağın da ruhunun bulunduğu “yer-su” ruhları için kansız kurban sunmuşlardı.  Kadim Türklerde Bodin İnli dağına ülkeyi koruyan ruh olarak düşünüp bu dağın yurdu sembolize ettiğini düşünmüşlerdir.  Dağların anası olan Elbruz dağı “Albız-Yalbuz” adından evrildiği de söylenmektedir.

Kadim Türklerde “meclis” toplanacağı zaman yurt olarak benimsenen Ötüken Dağı’na giderlerdi. Orhun Yazıtlarında ise Türk milletinin Ötüken’i terk ederse yok olacağı pek çok defa yazılmıştır. Dağın kült versiyonu deyimleştirilmiştir. Örneğin Rize’de yaylalarda aniden aksaklık yaşayan hayvana “dağ tutması” tabiri kullanılırmış. Kadim Türklere göre ateşi Türk adında birinin getirdiği anlatılırken başka anlatıda ateşi dağın getirdiğine inanılıyormuş.

Yemin edilirken kutsal bilinen tüm varlıklar sayılırken bunların arasında dağ da geçerdi.  Bizans tarihçisi Menander’e göre Bizans ile Avarların arasında yapılan sözleşmede Avar Hakan’ının andı şu şekildedir:

“Sava üzerinde köprü kurmakla Romalılara karşı zarar vermek niyetinde isem ben Bayan mahvolayım: bütün Avarlar mahvolsun; Gök üstümüze yıkılsın, Gök Tanrı’nın ateşli okları bizleri öldürsün, dağlar ve ormanlar başımıza yıkılsın; Sava suyu taşarak bizleri yutsun…”

Altay dağları Kadim Türkler için önemli totemdir. Hatta kamlar alkış ederken hitabı Altay dağına yaparlar, onun aracı olmasını beklerler. Türklerde kutsiyet verdikleri ögelerden “şefaat” bekleme algısı görüyoruz.  Tapınmadan ziyade Tengri parçası gibi görme eylemi var denilebilir.  Hatta bir dua örneği ekleyebiliriz:

“Güneş dolaşamaz çelik dağ, ay dolaşamaz altın dağ “Aba Ormanları’nın örtüsü (olan) mukaddes büyük dağım. Büyüklerimiz ve atalarımız (sana) ibadet etmişlerdir. Bir defacık (olsun) takdis eder mi (teveccüh gösterecek mi?) Ellerle tutulan hak ve ardı kesilmeyen hisse (kısmet) veren…”

Asya’daki orta ve merkezi dağların isimleri Türkçe büyük hakan, mübarek vb anlamlarına gelen Han Tenri, Buztag Ata gibidir. Uygur Türklerinin anlatılarına göre bolluk bereket getiren dağlara Kuttağ denir. Kuttağ “ iyi talih getiren” demektir. Elbette kut Başkurt Türklerinden öğrendiğimiz üzerine şans, talih, baht demektir.  Tengriye kurban kesilmesi bu dağda olurdu. Hastalar iyileşmek için bu dağa gelirdi. Kahramanların mukaddes yurdudur.  Dedem Korkut’tan okuduğumuz üzere; doğum, ad alma, kız isteme vb gibi pek çok önemli olaylarda dağ kültüne yer verilmiştir.  Burhan Haldun adında bir dağ olduğu bilinir ve Moğollarla ilişkilidir.  Her sabah Burhan Haldun’a kurban keseceğim vb gibi yeminler edilirdi. Türklerin ilişkisi yüksek olsun olmasın pek çok medeniyet dağa bu şekilde önem vermiştir.

Dağların önemini pek çok anlatıda felsefede görüyoruz; çünkü hayatın kaynağı suyun dağ eteklerinden çıkması, habitatın burada oluşması dağa da kutsiyet verilmesini sağlamış ama tapınma olmamıştır.  Dağların ruhu için kısrak öldürülür, bulgur karışımlı süt saçısı yapılırdı. Hatta öyle ki dağlara kadın formu biçilmiş, sarı saçlı kadın olarak tasvir edilmiştir.  Sagalayev’den birebir aktaracağımız üzere:

“Dağların sahibeleri hakkındaki efsanelerde, onların ortaya çıkmasına, insanların tepkisiyle ilgili tekrarlayan anlatılar vardır.

… O, dağın sahibesinin tamamen çıplak kadın olduğunu, dans ettiğini ve göğüslerinin sallandığını gördü. Kâhin kahkaha attı. Dağların sahibeleri geldiler. Tüm bakireler geldiler. Hepsi çember oluşturdu. Eski kocakarı gelerek Sorçı’nın ayaklarına oturdu. Kâhin bunu görerek kahkaha attı…

… Gece o uyandı. Uyandıktan sonra, burnundan küpesi olan dağların sahibesi kızıl saçlı bakirenin orada durduğunu gördü. Onu görür görmez avcu kahkaha attı…”

Kozmik dağın tepe noktası dünyanın başladığı yer olarak kabul edilir.  İnanış odur ki Tengri, dünyayı, insanoğlunu yarattığı gibi göbeğinden başlayarak yaratmıştır.  Bir başka anlatı odur ki yaratılış sürecinde Ülgen ve Erlik’in tartışmasında okuduğumuzda Erlik suyun altından toprak getirdiğinde bir parçasını ağzında bırakır. O süreçte Ülgen “yaptım oldu” der ve toprak büyümeye başlar. Erlik’in ağzındaki toprak da genişler ve Erlik onu tükürür. Böylece dağlar ovalar oluşur. Mistik yolculuk yapacak kamlar yedi katlı dağa tırmanır, bu göğün göbeğinde demir kazık bulunur.

Dağlarla ilgili söylenecek en dikkat çekici sözlerden biri de Orhun kitabelerinden okuduğumuz, 681-682li yıllarında söylenmiştir. “… Babam Kağan onyedi er ile dışarı çıkmış, dışarıya yürüyor diye haber işitip, şehirdeki (balıkdakı) dağa çıkmış, dağdakiler şehre inmiş… …Babamın askerleri kurt gibi imiş! Düşmanın askeri koyun gibi imiş…”

Türklerin en spesifik dağ anlatıları arasında Ergenekon Destanı gelir. Ergenekon destanında eritilen meşhur demir dağından bahsedilir. Bu dağ eritildikten sonra Türkler tekrardan eski ihtişamına kavuşur.  Hatta Ögel hocadan okuduğumuz vesikada da “Ak-Han’ın çocukları, 40 boynuzlu boğayı öldürmek için Demir Dağ’a gidiyorlar. Orada, Katay Han’ın boğasına rastlıyorlar ve onu öldürüyorlar.” Bölümü geçer.  Dağların kudreti öylesine büyüktü ki yiğitler dağa benzetilirdi. “Dağ gibi Manas.” Günümüz de dahi bu deyimi kullanırız: “dağ gibi adamdı.” Şaman / Kamın kaç davul yapabileceği Buz Dağı’ndan buyurulurdu. Oba kültü de dağ kültüne yakın kültler arasındadır. Hatta Türk obaları “ibadet etmek için, taşların yığılmasıyla oluşturulan tepecikler” olarak adlandırılır. Dua için bazen çadır kurarlar buna da oba derlerdi. Dağ başlarında kurban kesmeden önce de doğuda ve batıda ateş yakılır, doğudaki ateşe Büyük ateş, batıdakine ise küçük ateş denirdi. Aynı Türklerin kağan-yabgu görevlendirmesinde doğu-batı konumu gibi denilebilir. Tanrıya gidecek yemekler ulu ateşte, kendi yiyecekleri küçük ateşte pişerdi.  Türkler dağa müthiş bir kimlik kazandırmışlar hatta zaman zaman da ondan çekinmişlerdi.

Şor anlatmalarında da Dağ iyesinin insanlara aklını kaybettirdiği dikkati çeker:

“Abakan nehri yukarılarında Kazırgan’da ava çıktığımda dağ iyesi beni çağırdı:

– Buraya gel (diye).

– Kimsin sen? diye sordu. Ben cevap vermedim gittim.

 Eğer cevap versem (iye) insan ruhunu dağın içine götürür ve kapatır. O insan aklını yitirip ölür.” (Lvova ve diğerleri 2013b: 187)

İşte Türkler tarihte tüm yaşadığı coğrafyalarda doğadaki her varlığa verdiği kutsiyetle bugüne kadar gelmiş ve yaşayış felsefesini ilerletmiştir.  Türkler dağa, göğe, yere vb pek çok Tengri eli değen varlıklarla bir arada yaşamayı öğrenmiş ve bununla büyük bir medeniyeti günümüze getirerek dünya tarihini etkileyen sekiz ırktan biri olmuştur. Baharın gelişiyle ateş yakıp üzerinden atlayan, demir dağını erittiği o günü hatırlayan Türkler, aynı zamanda ateşin günahlardan arındırdığını, temizlediğini düşünerek al-ateş kültüne de büyük ehemmiyet vermiştir. Türk’ün Bayramı Nevruz’un geldiği bugünlerde önce dağ kültünü (demir dağını) konuştuk sonra da al-ateş kültünü (eritmeyi) konuşacağız.

BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

BAŞ Mustafa, Dinlerde ve Geleneksel Türk İnanışlarında Dağ Kültü

BAYAT Fuzuli, Türk Mitolojisinde Dağ Kültü, folklor edebiyat, cilt: /2, Sayı: 4

İNAN Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Altın Ordu, 2020

Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi II, 2014

POLAT İrfan, Türk Kültüründe Dağ Kültü ve Dağ Kültüne Bağlı Varlıklar, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2020

ROUX Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Dergah Yayınları,2021

SAGALAYEV Andret Markoviç, Ural-Altay Mitolojisinde Arketip ve Semboller

ŞAHBAZ Mevhibe, İSLAM ÖNCESİ TÜRKLERDE DAĞ KÜLTÜ VE İNANCI, SOCIAL SCIENCES STUDIES JOURNAL, 2018

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Senem Karabulut

Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık bölümünü 2018'de tamamladı. Aktif olarak İç mimarlık mesleğini icra etmektedir. Türk mitolojisi ve Türk mimarlığı üzerine araştırır, okur ve yazar. Erlik Han Tamgası isimli kitabın yazarıdır.