Ay bıyıklarını şekil almış.
Ben elimde jiletle vedânın şeklini ki,
Ağzımdan çıkmayan kahve lekesiyle,
Gezdim âlemleri kırklar içinde, kırka yarıldım.
Her parçama bir hırka astılar, dervişler de şaşırdı.
Dönüp seslendiler maziye hiddetle!
Yusuf’un güzelliğinden kesilen eller,
Gelsin kesiklerini görsünler, utanın da tanıyın.
Onun tarifi için yaratıldı, en güzel kelimeler
Sen çıkacaksın diye yokuşları düzledim,
Süsledim hakikatin gölgeleriyle,
Her durağa bir sâki koydum.
Sana kanmışlığımın damıttığıdır iç.
Kaç asrın kapılarını hürmetle açtılar bana,
Ben, yüklerini sarsmadan taşıyan rahvanken,
Yörene düşmez miyim hiç, yılkı atlarıyla.
Omzunu tarif için fethetmişti Alparslan ovaları,
Hangi cengin ganimetiysen söyle, bileyim .
Fedâlarım kâr değdirmiyorken, zararın değsin bana.
Canımsa vergin al, seni sevebilecek kadar bırak.
Ama dur, yokmuş yerim son kapıdan kovdular beni.
Boyasını başkasına çalmışlar bu narın,
Sökülmüş bulursan kendini baktığında,
İlah’a vefasının alametidir dikişlerimin.
Hakikat gölgesini marifet bilişin de,
Emaresidir bu düzlüğü hak etmeyişinin.
Meylerim hayretten çatlatmış sâkileri,
Yören köylerden dokuzuncusu imiş.
Bu yüzden kovmuşlar beni,
Son kapıda silkeledim üstümden yüklerini,
Hadi çık çıkabilirsen yokuşlarımı şimdi.