1905 yılında ırkçı politikalarını Güney Kafkasya’da yüksek dozda ilerleten Ermeniler, Güney Kafkasya’da Türklerle birlikte yaşadıkları birçok kentte Türklere saldırmıştır. Bunlardan bir tanesi de Tiflis’te gerçekleşen Ermeni saldırılarıdır. Ermenilerin Güney Kafkasya’da ırkçı saldırıları, Rusya’ya bağlı Tiflis’te de baş göstermiş, Ermenilerin başlattığı çatışma Tiflis’teki Türklerin hızlı teşkilatlanması ve çabuk karşılık vermesi ile Türk zaferiyle sonuçlanmıştır. Türklerin üstünlük kurduğunu anlayan Çarlık idaresi ise olaylardan 13 (on üç) gün sonra müdahale etmiş ve olayları sonlandırmıştır.

Okuyacağınız bu vesika, Tiflis olaylarının canlı şahidi Ömer Faik Numanzade’nin hatıratından alınmıştır. Numanzade, aslen Ahıska Türk’ü olan sosyalist ve enternasyonalist bir gazetecidir. Ayrıca, Numanzade sosyalist fikirleri doğrultusunda Türk kültürüne karşı durmuş, hatıratında da dahil olmak üzere İslam’ı ve Osmanlı İmparatorluğunu küçümsemiştir. Aşağıda Numanzade’nin aktaracağı cümlelerden Numanzade’nin Tiflis’te Ermenilerle yaşadığı ve Hınçak örgütüyle vakit geçirdiğini anlamaktayız. Bununla birlikte Numanzade, Tiflis olaylarından istifade edip Türkleri ve Ermenileri bastırmak adına Gürcü ve Rus sosyalistlerden oluşan silahlı bir örgüt kurmayı denemiştir. Ayrıca, Numanzade’nin İsmail Bey Gaspıralı ile de tartıştığı bilinmektedir. Bu anlatılanların sebebi, Ermenilerin Türklere karşı acımasız saldırılarının bir sosyalist ve Hınçakist tarafından dahi ne denli mide bulandırıcı ve zalimce görüldüğünün anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Siyasi olarak sağda, solda, önde veya arkada olmak fark etmeksizin Kafkasya’da Ermenilerin Türklere saldırıları bir insanlık suçudur. Ayrıca 1905 tarihli bu vesika, Ermenilerin 1915’ten önce hiçbir silahlı eylemde bulunmadıklarına bir cevap niteliğindedir.

Numanzade’ye değinmek gerekirse, o 1930’lu yıllarda her ne kadar sosyalist de olsa Türk olduğu için çok sevdiği Sovyet rejimi tarafından infaz edildi. Ailesine ve akrabalarına akıbeti hakkında bilgi vermeye ihtiyaç bile görülmedi. Numanzade’nin gözünden Ermeni mezalimine değinmeden önce, İsmail Bey Gaspıralı ve Ermeniler tarafından canice katledilen şehitlerimizi saygı, rahmet ve dua ile anıyorum.

“O gece Ermeni mahallesinde, Nagormo sokağında Gayret Matbaası’nın üzerindeki evimdeydim. Şeytan Pazarı’ndaki ilk çarpışmalardan sonra büyük bir katliamın başladığını şiddetli silah seslerinden anladım. Etrafımızdaki evlerin hepsi Ermenilere aitti. O civarda bizden başka Türk ailesi yoktu. O gece sabaha kadar uyumadık. Korka korka silah seslerini dinliyor, pencere aralığından komşu Ermenilerin hareketlerini ve hazırlıklarını sessizce izliyordum. O gece dışarıya çıkıp tanıdığım Ermeni ve Gürcü gazeteleri idarelerine gidip katliamı engellemek için gerekli tedbirlerin alınmasını rica etmek istedim, fakat dışarıya çıkmam mümkün olmadı. Beni tanımayan Ermenilerin yolda Türk olduğumu anlayıp öldürmelerinden korktum. Gece vakti yanımda götürebileceğim bir Ermeni arkadaş bulamadım. Sabaha kadar evde heyecan, korku ve telaşla bekledim.

Şunu da söylemeliyim ki komşu Ermeniler benim 1905 Ekim mitingine ne fedakarlıklarla iştirak ettiğimi, polislerin kurşunlarından kaçıp Ermeni evlerine saklandığımı, Ermeni sosyalist Hınçakistlerle münasebette olduğumu iyi biliyorlardı. Bu Hınçakist yoldaşlardan biri de bizim yakın komşumuzdu. Gece yarısından sonra şiddeti azalan çarpışmalar sabah güneşi ile yine alevlendi. Böyle bir günde kendi evimde veya komşu Ermenilerin evinde saklanıp sadece kendimi kurtarmayı düşünemezdim. Bu yüzden çarpışma merkezine giderek durumu kendi gözlerimle görmem ve bu kanlı yangını söndürmek için çalışmam gerekiyordu. Bu düşünceyle eşim ve komşularımla vedalaşıp ayrıldım. Tam sokağa çıkmak üzereydim ki bir Ermeni komşumun “Komşu dur hele!” diye seslendiğini duyarak durdum. Bakü’den gelen ailenin reisi “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Türk mahallesine gitmek istediğimi söyleyince komşum:

-Evet bizden sana bir zarar gelmez, fakat böyle bir zamanda tek başına Ermeni mahallesinin içinden geçerek Türk mahallesine gitmeğe kalkışmak doğru değildir. Yolda seni kim tanır? Başındaki şapkaya güvenme! Türk olduğunu anlarlarsa hemen öldürürler. Böyle bir zamanda kim kimi tanır? Hayır, gitmene kesinlikle izin vermemem, dedi.

-Doğru söylüyorsun, dedim, fakat ne olursa olsun gitmem lazım. Bu katliama seyirci kalamam. Türk mahallesine gidemezsem hiç değilse Ermeni gazete idarehanelerine, Hınçakist sosyal demokrat arkadaşların yanına gidip onlarla konuşarak bu meseleye bir çözüm bulmalıyım.

-Peki öyleyse, ben ve Hınçakist komşumuz da seninle birlikte gelelim.

Biraz sonra iki Ermeni komşumla birlikte Hınçakistlerle görüşmek üzere Voronstov köprüsüne doğru gittik. Başımda şapka olduğu ve yol arkadaşlarımla Rusça konuştuğum için kimse Türk olduğumu anlamıyordu.

Yolda silahlı Ermeniler sağa sola kaçıyor, paniğe kapılmış halk köprüye doğru akın ediyordu. Biz de akan bu insan seli arasında köprüye yaklaştık. Köprünün üzeri o kadar kalabalıktı ki sanki bütün Tiflis buraya toplanmıştı. Arkadakiler öndekileri iterek köprüye yaklaşmak ve suya bakmak istiyorlardı. Biz de halkın büyük bir heyecan ve merakla bakmak istedikleri olayın ne olduğunu anlamak istedik. Biraz daha ilerleyip köprünün parmaklıklarına yaklaştık. O anda oradaki faciayı görünce Kafkasya’nın medeni bir merkezinde olduğuma inanmak istemedim. Irmaktaki facia ve bunu seyretmek isteyen kalabalığın hali bana Engizisyon ve Neron zulmünün sahnelerini hatırlattı.

Voronstov köprüsünden geçen Türk hamallarını yakalayıp bağırta bağırta sürükleyip köprünün kenarına getiriyor ve buradan suya fırlatıyorlardı. Peska ve Voronstov mahallelerinde çalışan Türk işçilerini saklandıkları yerlerden çıkarıp hançerlerle delik deşik ettikten sonra ırmağın kenarındaki değirmenlerin yüksek yerlerinden aşağıya, suya atıyorlardı. Suya atılan yaralılar boğulmamak için var güçleri ile çırpınarak kenara çıkmaya çalışıyor, fakat kıyıdaki vahşilerin yağdırdıkları kurşunlarla yine suya gömülüyor, tekrar uğraşarak kurtulmak için çabalıyor, yine kurşun yağmuruna tutuluyor ve sonra görünmez oluyorlardı. Bir sahne bitmek üzereyken bir yenisi başlıyor, ikinci, üçüncü, dördüncü perde açılıyordu. Her sahnenin sonunda suların kanlı dalgaları arasına karışıp giden cansız ve hareketsiz ölülerin yerine, kalabalık, yeni canlı sahneler ve manzaralar görmek istiyordu. Ben, bu binlerce seyircinin içinden bir grup insanın bu zavallı emekçilerin işkencelerle öldürülmelerine vicdanı razı olmaz, bu vahşiliğe, bu insanlık suçuna, bu yırtıcılığa mâni olurlar diye ümit ediyordum. Fakat kimsenin kılı kıpırdamıyordu. Sanki herkes yakalanan insanların suya nasıl atılacağını, suda yaralı vücuduyla nasıl çırpınıp çabalayacağını, dalgalarla nasıl mücadele edeceğini, üzerine yağan kurşunlardan sonra nasıl boğulacağını tekrar tekrar görmek zevkini tatmak istiyordu. Daha fazla bakamadım.

Bütün Tiflis ayağa kalkmıştı; kimi seyrediyor, kimi çarpışıyor, kimi de evinde korkuyla bekliyordu. Bense ne yapacağımı bilmez bir durumdaydım. Biraz kenara çekilerek arkadaşlarımı çağırdım ve “Bu kadar kalabalık içinde bu vahşete mâni olacak bir sosyalist, bir Hınçakist veya insaflı bir kimse yok mu?” diye sordum. Arkadaşlarım gözlerini kaygıyla bana çevirerek “Eli silahlı canavarları görmüyor musun? Öyle kudurmuş ve kendilerinden geçmişler ki bunlara telkin ve nasihat fayda etmez. Ses çıkarmaya kalkarsan boşu boşuna öldürülürsün. Bu silahlı yırtıcıları yine silah gücüyle durdurmak veya liderlerini ele geçirip suyu kaynağından kesmek gerekir” dediler.”

 

Kaynakça

İrfan Murat Yıldırım ve Fazıl Gökçek. Kafkasya’dan İstanbul’a Hatıralar (Ömer Faik Numanzade).

İzmir: Akademi Kitabevi, 2000

 

-Türkan Cihanoğlu

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.