‘‘Burası Ankara. Sayın dinleyiciler, şimdi Muzaffer Sarısözen yönetiminde Yurttan Sesler dinleyeceksiniz…’’

 

Radyo yayınlarının ilk yılları. Küçük ahşap bir radyo evlerin başköşesinde; kasabaların, köylerin kahvelerinde. Çevrilen bir düğme. Ve bir ses… Uzaklardan gelip yanı başımızda, kulağımızın hemen dibinde, sıcaklığını hissettiğimiz Muzaffer Sarısözen’in o yanık, o hüzünlü sesi… O türkü, alıp götürür bizi artık. Peşinden sürükler bozkırın ortasına. Anadolu’nun kekik kokan kırlarına, kıvrım kıvrım ırmak boylarına, çam kokulu ormanlarına… Palandöken’de kar olur yağar, Erciyes’te başı pare pare dumanlıdır. Uludağ’da çiçek kokuları estirir, Trakya’dan bir nefestir… Radyodan yayılan o ses, Anadolu’yu, köylerini, köylülerini, insanının duygularını bir türküyle dile getiriveren o ses, yurdun sesidir. ‘’Yurttan Sesler’’dir.

 

Yurdun sesi olan türküleri, bize bulup derleyen, gerçeğine uygun notaya alan, belgeleyen, onları sanatçılara tek tek günlerce öğreten ve Yurttan Sesler programı ile bütün dinleyicilere ulaştıran bu ses de Muzaffer Sarısözen’dir. O şimdi bir ses, belki arşivlerde kalan. Bir imza, derleme fişlerinin üstünde kalan. Bir görüntü belki. Ama toplumsal kalkınmanın bir yürek gibi attığı yıllarda, köy köy, kasaba kasaba yurdun dört bir yanını dolaşarak derlediği 10 binin üstünde türkü ile bir efsane… İnsancasına, ercesine, ‘Bana bir bardak su’ dercesine, ‘Bir türkü söylemeden gidersem yanarım’ dercesine türkü aşığı ve ‘Türk’ü seven türkü dinler’ diyecek kadar türkü tutkunuydu Muzaffer Sarısözen.

 

Muzaffer Sarısözen’in doğum yeri olan Sivas, Anadolu’nun orta yerinde, Selçuklular döneminde önemli bir merkez; ticaret ve kültür şehridir. 1899 yılında Cami-i kebir Mahallesinde doğan Muzaffer Sarısözen’in babası, Sarıhatipzadelerden Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi; annesi, Zeliha Hanımdır. Sivaslılar, Sarıhatipzadeleri ‘Saçlı efendiler’ diye bilirler. Ve Sarısözen’i de ‘Saçlılardan Muzaffer’ diye tanırlar. Baba evi, Ulu Cami’nin hemen bitişiğindedir. Ailenin en küçük çocuğu olan Muzaffer, küçük yaşta müziğe ilgi göstermiş, nota ve kulak eğitimi almıştı. Dinlediği bir türküyü hemen notaya alacak kadar müzik kulağı gelişmişti. Bağlama ve ud çalmaya başlamış yetenekli bir çocuktu. İlkokulu Sivas’ta bitirir. Mekteb-i İptidaiyi bitirmesinin ardından Sivas Sultânîsi’ne kaydolur. Sekizinci sınıfta iken Çanakkale Savaşı’na gitmek için yaşını büyüterek okuldan ayrılır. 1960lı yıllarda çıkan Ulus gazetesinde yazdığı bir makalede erken yaşta askere gidişi ile bağlantılı olarak ‘On beşli ağıtından’ söz eder. ‘On beşliler gidiyor kızların gözü yaşlı’ isimli bu türküyü bir bakıma kendisi gibi genç yaşta asker olanlarla ilintili olarak dile getirir.

 

Askerden döndükten sonra 7 Aralık 1922’de mezun olur. Bu arada Mekteb-i İptidai muallim muavinliği imtihanını vererek Sivas Sanayi Mektebi’ne muallim yardımcılığına getirilir. 31 Ağustos 1920’de Kurtuluş Savaşına katılmak üzere ikinci defa askerlik yapmak için bu görevinden ayrılır. Dönüşünde Sivas Muallim Mektebi’ne Türkçe öğretmeni olur. Halk müziğine olan ilgisi daha da artar. Bu konudaki yeteneği ile çaba ve çalışmaları birleşince herkesin ilgisini çeker. 31 Ağustos 1927 tarihinde İstanbul Konservatuvarı Müdürü Yusuf Ziya Demirci’nin isteğiyle keman eğitimi almak üzere İstanbul Konservatuarına gelir. Ekrem Besim Tektaş’ın öğrencisi olarak konservatuarı bitirdikten sonra yeniden Sivas’a döner. Önce öğretmen okulunda sonra da Sivas Lisesinde müzik öğretmenliğine başlar. 1930larda yakın arkadaşı Hüseyin Kaya ile gönül birliği edip Sivas’ta ilk müzik okulunu açarlar. Batı tarzında eğitim veren bu okulda öğrencilere solfej dersleri verilir. Müzik eğitimi almak isteyen öğrenci bulamadıklarından bir sene sonra okulu kapatma kararı alırlar. Ancak bu girişimi, bu çabayı yine de o günün koşullarında önemli bir olay olarak değerlendirmek gerekir. İnsanların yaşam serüvenlerinde çok önemli rastlantılar, önemli tanışmalar vardır. Bunlar hayat çizgisini birden renklendirip bir yöne doğru çekiverirler ve mucizevi gerçekleri yaratıp tarihe izler, belgeler, örnek çalışmalar bırakırlar. İşte böyle bir tanışıklık da 1930 yılının Eylül ayında gerçekleşir. Muzaffer Sarısözen ile Sivas Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer arasında. Tam da bu anda Türk halk musikisinin ve milli kültürümüzün şansı açıldı, önü açıldı. Ahmet Kutsi Tecer şöyle söylüyordu ‘Ben ömrüm boyunca Türk milletinin sesini dinledim ve ömrüm boyunca onun sesini dinletmeye çalışacağım.’ İkisi de türkülere gönül vermiş, halk kültürüne yönelmiş, Başbuğ Mustafa Kemal’in ‘kültür neferidir’. İkisi de bu yola baş koymuşlardır. 1930 yılında tanışmalarından hemen sonra Halk Şairlerini Koruma Derneğini kurarlar. Bu dernek, Türk halk müziği, oyunları ve ozanlarını koruyan ilk dernektir. Tertip komitesinde Ahmet Kutsi Tecer, Hikmet Işık ve Muzaffer Sarısözen bulunmaktadır. İlk Halk Şairleri Bayramı 1931 yılında yapılır. Tertip komitesince bu bayrama, saz ustası, aşık ve hikayesi olarak 15 kişi çağrılır. Bu bayram Türk folklorunda bir dönüm noktasıdır. Çünkü burada yalnız Sarısözen’in değil aynı zamanda ondan sonra da aşıklık geleneğimizin büyük bir değer kazanmasına, yaygınlık kazanmasına sebep olan Aşık Veysel’in de tanınması ve gündeme gelmesi sağlanmıştır. Üç gün süren bu bayram süresince dostluklar pekişir. Veysel bir anısında şöyle der ‘’Sivas Aşıklar Bayramına katıldım. Sonra da Tecer, bizlere bir belge vererek saz şairi olduğumuzu tescil etti. İşte bu belge benim ayağımın bağını çözmüştür. Bizleri haysiyetimizle benliğimize kavuşturan Tecer olmuştur. Bu belge sayesinde sazımızla her yeri dolaşabiliyor sanatımızı icra ediyorduk.’’

 

Tecer’in yakın arkadaşı olan Halil Bedii Yönetken de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, onun kurucusu Başbuğ Atatürk’ün kültür öncülerindendir. Yönetken, görev yaptığı Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde Anadolu kültürünü araştırma çalışmalarına Doktor Nedim Tör ile başlamış, epey de yol kat etmişlerdir. Sivas Aşıklar Bayramından oldukça etkilenen Yönetken, folklor araştırmalarına Sivas’tan başlar. Ahmet Kutsi Tecer bu araştırma ekibine Muzaffer Sarısözen’in de alınmasını sağlar. Böylece Muzaffer Sarısözen’in türkülerle olan serüveninde önemli bir sayfa açılır.

 

Sarısözen Sivas halk kültürünü çok iyi tanımaktadır. Sivas mahalli ağzını çok iyi bilir. Bu nedenle de aşıkların sözlerini anlar ve analizlerini yapar. Ruhsati, Veysel, Emrah, Sümmani, Zaralı Halil ve diğer aşıkların edebiyatını tanımaktadır. 1931 yılında ilk kez düzenlenen Sivas Halk Şairleri Bayramının ardından bir broşüre Sarısözen, ‘Sivas halayları’ adı ile bir yazı yazar ve halayların notalarını koyar. Araştırmacıların verdiği bilgiye göre Türk kültüründe halaylara ilgili olarak yazılmış ilk incelemedir bu. 17 Ağustos 1937 tarihinde Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken, müzik tahsilini Avrupa’da yapmış olan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Atatürk’ün müzik idealistlerinden Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan’dan oluşan grup derleme çalışmalarına Sivas’tan başlar ve türkülerimizin resmi olarak derlenmesine başlanır. Derleme grubu, Almanya’dan getirtilen hem elektrikli hem akümülatörlü alıcı verici ses kaydeden tek bir aletle çalışır. Sivas’tan sonra Erzurum, Erzincan, Kemaliye, Malatya, Rize ve Trabzon’a da gidilir. Derleme konusunda Sarısözen’in ustalığı burada da kendini gösterir. Derlemelerde ulaşım ve iletişimin en zor olduğu yıllardır. O zamanki ulaşım imkanlarının güç oluşu, yerine göre katır sırtında seyahat etmek durumunda kalışları, iklim şartlarının değişken oluşu ve de eldeki teknik imkânın son derece iptidai oluşu her türlü takdirin üstünde çalışma ve gayret… Röportaj yapmak da insanların güvenini kazanıp onlardan türküyü dinlemek de kayda almak da zordur. Fakat bir ruhla, inançla çıkılan bu yolda, Anadolu’yu karış karış dolaşarak halkın söylediği türküleri, uzun havaları, hoyratları, oyun havalarını ve benzeri halk müziği birikimini balmumu plaklara kaydeden Sarısözen, bu birikimin bütün Türkiye’de dinlenilir, öğrenilir, söylenilir olmasını sağlamıştır.

 

Sarısözen Millî Eğitim Bakanlığınca başlatılan resmi derleme gezilerine 1937’de ilk kez katıldıktan sonra 1938 yılında Ankara Devlet Konservatuarı Folklor Şefliğine atanır ve Ankara’ya gelir. Artık o, derlediği türküleri devletin olanakları ile notaya alıp tasnif edecek, belgeleyip kalıcı kılabilecektir. Muzaffer Sarısözen 1946 yılında, Vedat Nedim Tör ve Mesut Cemil Bey’in daveti ile o yıllarda yayın hayatına yeni başlayan Ankara Radyosu’nda program sunmaya başlar. Sarısözen tarafından ilk kez 9 kişi ile kurulan Yurttan Sesler korosu, o günün koşullarında inanılması güç bir yayını gerçekleştirdi. Hiç duyulmamış, bilinmedik türküleri, yurdun dört bir yanına duyurdu ve yaydı. Türk halk müziği sanatçı kadrolarının ilk çekirdeği de Yurttan Sesler döneminde ortaya çıkar. Bu Türk halk müziği için de Türk radyo tarihi için de bir dönüm noktası, bir dönemin başlangıcıdır. Yurttan Sesler onunla başladı, onunla simgeleşti. O da Yurttan Sesler ile.

 

İşin iç yüzüne geldiğimizde ise o yıllarda Ankara Radyosu’nda hâkim olan üslup alaturka, Türk sanat müziği, idi. Sarısözen derlediği türkülerini seslendirme sanatçılarına öğretirken cin atına binerdi. Çünkü alaturka okumak başka, türkü okumak başkadır. Sarısözen, kaynaklarından öğrendiği şekliyle, özü ile türküleri ve okunuşlarını öğretirdi, çalıştırırdı ama türkünün hakkını veren olmazdı. Bu durum bazı çevrelerce türkülere bakış açısını değiştirmişti. Türkülerde geçen Türkçe kelimeleri alaya alma eğilimleri de vardı. Sarısözen ise bu duruma içerlerdi. Türküyü küçümseyen, sazı küçümseyenler için güzel bir söz söylemiş o yıllarda Başbuğ Atatürk ‘‘Efendiler! Şu görmüş olduğunuz sazın bağrında bu milletin kültürü dile geliyor.’’ Sarısözen, halkla, genel kültürümüzle ilgili bütün hususların iftihar edinilecek birer unsur olarak kabul edilmesini istiyordu. Örneğin o yıllarda genel kanı olarak sazı alıp eline dolaşmanın ‘köylüce’ bir hareket olduğu düşüncesi yaygındı. Bunu yıkmak için çıplak bir sazı koltuğunun altına alıp Sıhhiye’den Ulus Meydanı’na veya da Kızılay’a doğru yürüyerek, dönemin tanınmış milletvekilleriyle sohbetler ederdi. Gerek derlemeleri gerek onları sanatçılara tek tek öğreterek devamlılıklarını sağlaması gerekse de kötü algıları yıkması ile Muzaffer Sarısözen için ‘Türk halk müziğinin babası’ yakıştırmasını yapmak yanlış olmayacaktır.

 

Ankara Radyosu bünyesindeki bu kadroların benzerlerini 1953’te İzmir’de, 1954’te İstanbul’da oluşturur. Böylece Türkiye Radyo Kurumu(TRT) bünyesinde derleme gezilerinde tespit edilen türküleri geleneksel seslendirme tarzı ile seslendiren sanatçı kadroları Muzaffer Sarısözen’in gayretleriyle kurulmuş olur.

 

1937 yılında başlayan derleme çalışmalarına 1953 yılına kadar katılır. Bu derleme çalışmaları ile 8 960 türkü ve uzun havayla, 1000 kadar da oyun havası kazandırılır Türk musikisine. 10 bin halk ezgisinin plağa ve banda kaydedilmesi onun çabalarıyla gerçekleşir. Topladığı bütün türküleri ve oyun havalarını arşivde bir düzene koymak çabasıyla gece gündüz çalışmaya başlar. Mum plakların bozulabileceğini düşündüğünden, türkülerin tek tek notaya geçirilmesi ve banda kaydedilmesi çalışmalarına başlar. Tüm bunların yanı sıra türkülerin, uzun havaların ve bilumum halk edebiyatı ürününün hakkı ile icra edilmesi içinde çeşitli dersler de veren Sarısözen, ömrünün son gününe özellikle halk müziğine ilişkin görüşlerini çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlayıp, genç kuşağı halk müziğinin derlenmesi, araştırılması ve tanıtılması konusunda özendirmeye çalıştı. 4 Ocak 1963‘te Ankara’da vefat etti ve Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.

 

Bizler de onu sesimiz çıktığınca, dilimiz döndüğünce yad etmeye, hatırlamaya devam edeceğiz. Ruhu şad olsun.

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

You may also like