İnceleme: Mahur Beste

Ülkemizin önde gelen romancılarından kabul ettiğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar 1901 yılında doğmuştur. Çocukluk yıllarında koskoca bir imparatorluğun her geçen gün tükenişine şahit olmuştur. I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşına tanıklık etmiş, yaşanan sosyal olayların içinde yer almıştır.

Kitabı özetleyecek en iyi kavramın ‘’yolculuk’’ olduğu görüşü araştırmacılarca da iştirak edilen bir konudur. Çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar 27 Ocak 1944 tarihli bir mektubunda ‘’Mahur beste adlı bir yolculuğa çıktık’’ der. Tanpınar bu romanında 19. yüzyılda İstanbul insanının kimlik mücadelesini, bilinçaltına itilmiş tutkularını ve buna bağlı olarak da oluşan medeniyet çatışmalarını işlemiştir. Yazar Mahur Beste’de değişimin toplumla olan ilişkisi üzerinde özenle durmuştur. Romanın da yer verdiği semboller ve bu sembollerin bolluğu kitabın kurgusunun yönünü değiştirmiştir.

Mahur Beste’de musiki vazgeçilmez bir semboldür. Bunun yanında çeşitli sanat dallarından sembollere de değinilmiştir. Ayrıca Tanpınar, kitabında medeniyet benzetmelerini, tekke hayatını ve Osmanlı ilmiye sınıfını yoğun olarak işlemiştir. Hatta ‘’Osmanlı ilmiye sınıfı bu romanda ana konu olmuştur’’ demek geçerli bir tabir olacaktır.
Mahur Beste, mahur makamında bestelenenmiş Eyyubi Bekir Ağa’nın “bir âfet-i mehpeyker ile nüktelerim var” sözleriyle başlayan bestenin ismidir. Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste isimli kitabını Eyyubi Bekir Ağa’ya ithaf etmiştir. Yani kitabın ilham kaynağı adından da belli olacağı şekilde Mahur Bestedir. Fakat kitapta Mahur Beste şöyle anlatılmaktadır:

‘’Mahur Beste Atiye’nin küçük eniştesi Lütfullah Bey’in babası Talat Bey’in eseriydi. Bir çarkçı yüzbaşısı olan Talat Bey bu eserini karısı kendisini bıraktıktan sonra yazmıştır’’(s.83)
Her şeyden önce Mahur Beste tamamlanmamış bir romandır. Bu romanda giriş, gelişme, sonuç bölümleri belirlenebilir bir durumda değildir. Behçet Bey’in zevcesinin anlatılmasıyla başlayan olay örgüsü Behçet Bey’in yeğeni Cavide’nin konağa gelecek olmasının oluşturduğu düşüncelerle devam eder. Behçet Bey’in hayatına ve evinde yaptığı uğraşlara değinilir. Bu kısımda Behçet Bey, zevcesi Atiye Hanım ve Cavide düşünüldüğünde modernleşmenin kutuplarını temsil eden özelliklere sahiptirler. Bu kısımda evin hizmetçisi Şerife Hanım huysuz, asık yüzlü birisidir. Cavide ise Behçet Bey’e göre genç ve güzel bir kadındır. Bu genç ve güzel kadının Behçet Bey’in hanesine geliyor olması Behçet Bey’i endişeye de düşüyordu çünkü Behçet Bey için bugünün kadını yıllardır yabancısı olduğu bir şeydi. Behçet Beyin evi geniş ve ayrıntılı tasvirlerle canlandırılmaya çalışılır. Behçet Bey’in dünyası aslen bu evde bir köşedir:

‘’Behçet Bey yattığı yerden karanlıkta odasını düşündü. Tuhaf bir zihin itiyadıyla her şeyi yerli yerinde olduğu gibi bulunuyordu. Bahçeye bakan iki pencere arasında büyük masa vardı. Burada Behçet Bey’in mücellitlik aletleri ve levazımı duruyordu. Kapının sağındaki küçük masa saat tamirine mahsustu. Duvarda yıllardır elini sürmediği tamburları, bir iki ney asılıydı. Köşede her yerde henüz bir türlü bir camekan alıp yerleştiremediği bir yığın antika eşya, çanak çömlek fincan gümüş takım eski minyatür, karmakarışık duruyorlardı. Daha ötede yatağın biraz ilerisinde üç günden beri büyükçe bir koltuğa, yeni satın aldığı sedef ayna dayalı idi.’’(s.14)
Bu alıntıladığım kısmın önemli olduğuna değinmek istiyorum. Çünkü bu cümle Tanpınar’ın diğer romanlarında da kullandığı sembollerle doludur. Bunlar ayna, saat, ney ve tambura- bu iki tasvir musikiyi çağrıştırır- vb.dir Bu kısmın sonunda ise Necip Paşa’nın konağında yaşanan olaylar anlatılır: Necip Paşa’nın karısı Tarıdil Hanımefendi’nin birbirinden güzel ve ihtimamla seçilmiş cariyelerine değinilir. Bu konakta musiki dinletileri yapılır ve bu dinletiler şehirde oldukça meşhurdur. Baba ve oğul bölümünde ise Behçet Bey ve babası İsmail Molla’dan bahsedilir. İsmail Molla’nın oğlunun kendisine benzemeyişine olan üzüntüsü aktarılır. Molla İsmail’in ve Behçet Bey’in mizaçları ayrıntılı olarak ifade edilirken, Molla İsmail’in aktarılan özellikleri oğlunun sahip olmasını istediği özellikleri olarak tasvir edilir:

‘’Hülasa Molla Bey bütün ümitlerini bir zaman üzerinde topladığı biricik oğlunun kendisine benzemeyişini bir türlü affedemezdi. Onun için oğlunun istediği gibi yetişmesinden ümidini kestikten sonra hayatını büsbütün değiştirmişti.’’(s.29)

İki dünür bölümünde ise dünürler birbirine zıt unsurları temsil ederler iki dünür eski medrese arkadaşıdır. İkili arasında eskiden beridir tanışıyor olmalarına rağmen büyük bir mizaç farkı vardır: ‘’İsmail Molla’da her şey büyük ve kuvvetliye doğru giderdi… Ata Molla bunun tam aksine idi kapalıdan gizliden sürünenden ve süründüğü yerden karşısındakini ısırandan hoşlanırdı.’’ Bu bölümde başmabeyincinin olaylar üzerinde etkili olduğunu görüyoruz. Başmabeyinci burada saray bürokrasisinin ilmiye sınıfına mensup kişilerin üzerindeki ağırlığını temsil eder. Tanpınar bu bölümün sonuna doğru bir yakınma ifadesiyle başlayan bir paragrafta İstanbul üzerinden toplumun durumunu izah eder:

‘’Ah! Eski İstanbul! İçten içe kaynaşan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla kin ve sevgileriyle, birden bire coşan nefretleriyle kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla… her şeyi yakıp yıkan, devirip alt üst eden. Kadını erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlığın üstünde canlı şehir.’’(s.44)
Olay örgüsü Garip Bir İhtilalci bölümünde neredeyse tamamen minvalinden çıkar. Sabri Hoca üzerinden akmaya başlayan olaylar zincirinde medresenin önemine değinilir. Sabri Hoca seyahatler yapar; Giresun, Adana gibi şehirlerde görürüz. Sabri Hoca’nın yaşadığı bir olay üzerinden adalet kavramına vurgu yapılır: ‘’Sabri Hoca, bu noktadan medresenin kendisine o kadar iyi öğrettiği adalet fikrine dönmek istiyor; fakat onu eskisi gibi tam bulmuyordu.’’(s.84)

Sabri Hoca bu bölümde diğer karakterle göre sabit bir kutbu temsil etmiyor ve zıtlıkları kendisi yaşayan birisi olarak tasvir edilir. Burada ifade edilmek istenen ilmiye sınıfı özelinde toplumun yenileşme ve doğu ışığında kalma ikilemi yaşamasıdır. Sabri Hoca ilmiye sınıfından medreselerde eğitimler görmüş bir sofi olarak doğu medeniyetini tasvir etmesinin yanında batılılaşmaya dair özellikler de gösterir:

‘’Cenyo’da yediği yemeğinden sonra Frenkçe gazetesini okuyan, Beyoğlu gazinolarında fırsat imkân buldukça sarığı, cübbeyi bir yana bırakıp eğlenen…’’(s.85)

Ayrıca Sabri Hocanın burada bahsedilen fikirleri toplumun anlatılan dönemdeki siyasi sosyal özelliklerine de ayna tutmaktadır. Politika, Seyahatleri Medeniyet tartışmaları gibi unsurlar üzerinden bu olay gerçekleşir. Hısım Akraba Arasında, Eski Bir Konak bölümlerinde ise buraya kadar anlatılan karakterler ve olaylardan farklı olaylar anlatılır. Verilmek istenen mesaj aynıdır. Fakat kitabın yarım kalmış olması bu bölümlerde tamamen hissedilir. Kitabın son kısmında da Tanpınar Azizim diye hitap ettiği Behçet Beye bir mektup yazar ve bu mektubunda kitabın neden yarım kaldığını izah eder.

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Ömer Faruk Şahin

Latest posts by Ömer Faruk Şahin (see all)