Batıdan Doğuya Değişen Destan ve Kahramanlık Anlayışı

 

 

Bir milletin ne kadar köklü olduğunu tarihi belirler. Devletlerarası ilişkiler ya da savaşlar bu açıdan çok önemlidir. Ancak siyasi tarih maziyi anlayabilmek için yeterli değildir. Çünkü yazılı belgeler duygu içermez. Olayı anlatır, sonuca bağlar ve geçer. Yalnız bu perspektiften yapılan bir değerlendirme tuzsuz yemek kıvamında ve yavan olacaktır. Oysa içindeki tüm abartılara, yalanlara ve gerçeküstü atmosferine rağmen mitler ve destanlar doğduğu memleketten, o memleketin insanlarından izler taşır. O yüzdendir ki her köklü topluluk kendi bünyesinden destanlar, o destanların içinden de nice kahramanlar çıkarmıştır. Talihin yüzüne gülmediği halklar; esinlenebilecek gerçek olayları, dişli yiğitleri olmayanlar ise tamamen sahte eserler sunmuş, hayaller âleminden kahramanlar uydurmuşlardır. Sonra da bu hayal ürünlerine insanlığın kalanından çok daha fazla sahip çıkarak kendilerini kadim uygarlıklardan saymış ve saydırmışlardır.

Yazısız kaynaklardan biri olarak, tabii ki her örneğine inanmamız mümkün değildir. Çünkü yapıları gereği ruhlarında bir tutam muziplik taşır destanlar. Bir olay başlamaya görsün; dilden dile değişir de değişir. En sıradan delikanlı, bir anda karşımıza cevval bir mücahit olarak çıkabilir. Sözüm ona ormanda güç bela avlayabildiği bir ceylan, aniden devasa bir ejderhaya dönüşebilir. On metrelik aslanlar, yarı insan- yarı canavar mahlûkat basılan herhangi bir taşın altından çıkabilir. Buna benzer örnekler, bu eserleri yalanlar abidesi yapmaz. Aksine o kültürün, gökkuşağındaki renklerini önümüze sunar. Bu sayede siyah beyaz monoton tarih, aniden bin bir çeşit renge bürünür. Bu anlatıları dinleyen bir çocuğun en büyük hayali “bir gün o ejderhayı öldürebilmek” oluverir. Artık ne ceylanın bir önemi vardır, ne ceylanı vuran delikanlının. O andan itibaren; sallanılan her kılıç, savrulan her bir gürz o korkusuz kahraman gibi dilden dile anlatılabilmek içindir. Masum bir yalanla başlayan süreç bir milletin uyanışı olur.

Tam olarak bu yüzden, köklü bir tarihi olduğunu iddia eden, her devletin mutlaka en az bir destanı ve içinde saklı cevher gibi yatan bir de kahramanı vardır. İngilizler’ in Beowulf’ u, Fransızlar’ ın Roland’ ı, Almanlar’ ın Siegfried’ ı ya da Ruslar’ ın İgor’ u gibi örnekler verilebilir. Dünya Tarihi buna benzer binlerce emsali bünyesinde barındırır. Bu kahramanlar devletlerin bekası için emniyet supabı niteliğindedir. Onlara duyulan sempati devam ettikçe vatandaşları hep tetikte; kumandası yöneticilerinin elinde, patlamaya hazır birer bomba gibidir. Gerektiğinde “titre ve kendine dön ! ” cümlesinin kurulması yeterli olacaktır.

Tabii her devlet gücünü anlatmak için kullanmaz bu joker hakkını. Kiminin tarihinde öyle yenilgiler, öyle ahmaklıklar vardır ki, kusurunu kapatmak için kullanır destanlarını.

Büyük Yunan savaşçısı Achilles (Aşil) bunun en büyük örneklerindendir. Savaşın ortasında en beklenmedik anda bu “muhteşem” komutanın topuğuna sıkarlar!

 

Sen Avrupa’ nın en köklü medeniyeti olacaksın, bütün Haçlı’ nın atasıyım diye atıp tutacaksın, en güvendiğin şehrinin kapısına adamlar tahtadan bir at bırakacak, aptal gibi kendi ellerinle içeri alıp şehrin düşmesine neden olacaksın, bu arada en değerli savaşçın topuğundan vurulup ölecek..!

 

Bu örnek bu şekilde kayıtlara geçerse ne olacak o muazzam kadim ırk safsatan..?

Ne yaptı Yunan bunun üzerine? Destanın mübalağa kudretine sığındı. Ne demiştik? “ Hangi taşın altından kaç metre aslan çıkacağı belli olmaz, konu eğer mit ise, destan ise”. Bizim beceriksiz Achilles de bir anda yarı tanrı Peleus ve su tanrıçası Thetis’ in evladı oluverdi. Böylece ortaya -yarım çeyrek-  tanrı Achilles çıktı. Hikâyeye bir de tek zayıf noktasının ayakları olduğu bahanesi monte edilince ortaya muazzam bir savaş destanı çıkmış oldu. Geriye ne aptallık kaldı, ne başarısızlık.

Zamanla anlatım şekilleri, yöntemleri değişebilir, ancak aktarmak istediği duygu ve toplum üstünde yaratmak istediği “devletine güven” algısı değişmez destanların. Tarihi, milleti, kendisi suni Amerika bile bu zenginlikten mahrum kalmak istememiş, kendi kahramanlarını yaratmıştır. Üstelik sadece 250 yıla yakın bir tarihi olmasına rağmen başarmıştır bunu. Gerçekleri olmadığından hayallerini yaratmıştır bu kişilerin. Sinema ve televizyonun büyük gücünü kullanmaktan da çekinmemiştir. Bu sayede çıtayı daha yukarı taşımış, dünyanın dört bir tarafında kendine hayran gençler türemesini sağlamıştır.

 

Peki, bütün bu serüven olup biterken biz Türkler ne yapıyoruz? Her bir metrekaresine en az beş kahraman sığabilecek tarihimizden, kimleri ne kadar biliyoruz? Öyle bir tarihe sahibiz ki, hayal gücümüzü bile kullanmamıza gerek yok aslında. Yapılanlar, başarılanlar zaten destanlardan fırlamış gibi. İnanılması zor, bir o kadar da imkânsız şeyler başarmış ceddimiz. Biz ise dergilerden ya da gazetelerden adına aşina olduğumuz bir kaç kişi dışında kimseyi bilmiyor, tanımıyoruz. Bildiklerimizi ise siyasi partilerin güncel politikalarında birbiriyle yarıştırıyor, yeri geldiğinde savaştırıyoruz. Yaşadıkları dönemde birbirine düşman olanları ise öpüştürüp, barıştırıyoruz. Birbiriyle kanlı bıçaklı olan Padişah II. Abdülhamid ile milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’ u aynı potada eritip bir siyasi partinin seçim çalışmalarında bozuk para misali harcayabiliyoruz. Garibim Enver Paşa’ yı bir iktidar döneminde hain ilan ediyor, bir başka iktidar döneminde kahraman yapıyoruz. İkisi de olmazsa başarısız komutan ilan ediyoruz.

Hele ki.. Vay haline Ata’ mın.. Kimi ne anlattığına bir dakika bile kulak vermeden Allah’a şirk koşarcasına, peygamberin gönlünü yaralarcasına göklere çıkartıyor. Kimine Paşamın elinde kadehi fazla geliyor, yapıştırıyor “ayyaş” yaftasını. Kimi neredeyse anasına sövecek, … yemiyor. Kimi bununla da yetinmeyip Deccal ilan ediyor. Arada tek tük fikirlerini yaşatan, “ Varsın kimse sevmesin, biz severiz seni, ideallerin uğruna savaşırız Ata’m” diyenler çıkıyor. Ama sayısı bir türlü yetmiyor. Daha nice isimler ise tarihin tozlu sayfalarında solmuş gidiyor. Kuşçubaşılar, Yakup Cemiller ve daha niceleri..

Dünya’ nın başka hiç bir yerinde görülmemiştir, kendinden olanı bu kadar ötelemek, örselemek. Kahramanlar toplumları yüceltmek için vardır. İdeolojik düşüncelerin ya da dindar görünme çabalarının yatıştırılması için değil.. Konu millidir ve illa bir yarış olacaksa bu yarış uluslararası platformda olmalıdır. Bu anlamsız iç çatışmayı derhal bırakmalı ve kaybettiğimiz anlamımızı yeniden bulmalıyız. İşte o zaman o ejderhaları öldüren kahramanların yerlerini alma hayalleri kurabiliriz.

 

 

 

KAYNAKÇA

 

 

FLOOD, Alison, (17 Mart 2014), JRR Tolkien Translations of Beowulf to be published after 90 year wait, The Guardion

 

DE BOOR, Helmet, (Ağustos 1981), Tarihte Efsanede ve Kahramanlık Destanlarında Atilla, Kültür Bakanlığı Yayınları 479, Efem Matbaacılık, Ankara

 

EFENDİYAVA, Dr Çiçek, Bilig Dergisi, Sayı 24, 2003, s. 45-64

 

htpp://www.britinca.com//tebic//Aihellies-Grek-mytholsy

 

htpp://www.foculty.mu.edu.sa.//public//7014

 

htpp://ozhanozturk.com//rolend-fransız- mitolojisi.//2018

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Mungusuz

Latest posts by Mungusuz (see all)