Orkun, 1950 yılında yayın hayatına başlayan Türkçü bir dergidir. Çileli geçen 1944’ün ardından hemen tüm Türkçüleri birleştiren Orkun, aynı zamanda bir hesaplaşma dergisiydi.
Türkçüler kendilerini haksız yere yargılayan Tek Parti iktidarıyla ve bu iktidarın tüm piyonlarıyla Orkun üzerinden hesaplaşıyordu. Aynı zamanda 44’ün etkisiyle milliyetçi olan gençler yine Orkun dergisi vesilesiyle teşkilatlanmaya başlamıştı.

Hem gençleri bilgilendirmek, hem de tarihe bir not düşmek amacıyla derginin her sayısında “1944’ten Hâtıralar” başlığıyla kısa fakat eğlendirici kesitler paylaşılıyordu.
(Bizim tarihî vesikalara ne kadar da benziyor.)
3 Kasım 1950 tarihli Orkun’un 5. sayısında da bazı hâtıralar yayınlandı. 9. sayfada yer alan anı, Bedriye Atsız’la ilgiliydi.
Bedriye Hanımın yüksek karakterini ve yüksek makamlara kurulan Tek Parti tetikçilerinin engin (!) kültürlerini çok iyi açıklayan bu hâtırayı dikkatlerinize arz ediyorum.

 

“Bir gün 1 numaraları odada oturur ve uzayan tevkif günlerinin nereye varacağını düşünürken içeriye piposu ağzında, bodur, tıknaz, cakacı bir yaratık girdi. Küstah bakışlarıyla Bedriye Atsız’da tiksinti uyandıran bu acayip yaratık o zaman Emniyet Umum Müdürlüğü müdür muavini olan Urfa ve Kırklareli valiliklerinde bulunup şimdi kalafatta bekleyen meşhur Gürcü oğlanı Kâmuran Çuhruh’tu. Bedriye Atsız bu kadar cakasına göre olsa olsa bir komiser muavini olabileceğini sandığı bu adamı görünce ona peynir ısmarlamak için çantasını açtı. Fakat o : “Size arkadaşınız Nebahatten selâm getirdim” dedi. Fakat buz gibi bir sükûtla karşılandı.

Gürcü oğlanı galiba kendine saygı gösterilmediğine kızmıştı. Bunun öcünü almaya karar vererek odadan çıktı.

Birkaç gün sonra Kâmuran Çuhruh, Turancılar davasının tahkikat yargıcı  (ama ne yargıç) ve savcısı  (odalara şenlik) mahut Kazım Alöç’le  (soyadını sevsinler) birlikte Bedriye Atsız’ın sorgusunu yapıyordu. Kanunen sorguyu yalnız Kazım Alöç’ün yapması ve odaya zabıt kâtibinden başkasının girmemesi lâzımken biri Mülkiye, biri de Hukuk mezunu olan iki Türkçülük düşmanı, Türkçüleri mahvetmek için yarışırken her şeyi unutmuşlar, kanunun buyruğuna dahi karşı gelmişlerdi. Kâmuran Çuhruh, Bedriye Atsız’a ısrarla aynı şeyi soruyordu:
Atsız Trakya’da kiminle mektuplaşıyor?
Bedriye Atsız da aynı cevabı veriyordu:
Hiç kimseyle!
Çuhruh Efendi sertleşmek istedi. Fakat başaramadı. Çünkü Bedriye Atsız daha sert olmasını da biliyordu.
Nihayet Kâmuran baklayı ağzından çıkardı:
Erdek’te kimseyle mektuplaşıyor muydunuz?
Alp Arslan’la mektuplaşıyorduk.
Kâmuran muzafferane bir tavırla sırıttı:
Peki, deminden beri ne diye inkâr ediyorsunuz?
Bu sefer Bedriye Atsız istihfafla güldü:
Erdek Trakya’da değil, Anadolu’dadır…
Gürcü oğlanının suratı allak bullak oldu ve şaşkınlıkla şu karşılığı verdi:
-Neyse canım, aynı şey!
Bu cehalet o kadar gülünçtür ki “lise”yi “lîse” diye telaffuz eden ve bütün kültürü ders kitaplarına inhisar eden Kâzım Alöç bile gülmekten kendini alamadı.”

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Fırat Kazganoğlu

Meçhul bir zamanda doğdu. Muammaya müptela. Türkçü. Yazar.