ÇALABIN İZİNDE ÖMÜR

                                                           Yunus EMRE  (Ö.720/1320) Mutasavvıf Türk şairi.

Yunus Emre tarihte bilinen en iyi mutasavvıflardan biridir. Şiirleri, divanları, eserleri, hayatı, yaşayış biçimi olarak kendine hayran bırakan ve hayatını Allah’a kul olmak yolunda adamış bir mutasavvıftır. Yunus Emre asırlar önce yaşamış bir şahıs olduğundan doğum tarihi veya yerinin bilinmesi çok güçtür. Yunus Emre hakkında dilimizde en detaylı araştırmalardan birini yapan Abdülbâki Gölpınarlı’nın incelemelerine göre Yunus hicri 638 yılında doğmuştur. Bu tarih miladi 1240’a tekabül eder. ¹ Alanında uzman kişilerce araştırılan Yunus Emre, Anadolu’nun; Sivrihisarlı, Karamanlı, Bolulu, olduğu, Eskişehir’e bağlı Sakarya ve Porsuk nehirlerinin birleştiği bölgede bulunan Sarıköy’de yaşadığı için oralı olabileceği iddiaları diğer iddialara göre daha yüksektir. Yunus Emre’nin hayatında yaşanılan çoğu bilgiyi ise (evliliğini, çocuklarını ve manevi yolculuğunu) yazmış olduğu şiirlerinden, eserlerinden anlamaktayız. Yunus Emre’nin evlenip evlenmediğini, çocuğunun olup olmadığı hakkında net bir bilgiye sahip değiliz ancak yazmış olduğu “Bunda dâhi verdin bize oğul u kız çift ü helâl” şiirinde evlendiği ve iki oğul iki kızının olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Yunus Emre, şeyhi Tapduk Emre’nin kızı ile evlendiği de rivayetler arasındadır.  Yunus Emre’nin uzunca sayılabilecek bir süre yani 82 yıl yaşadığı, Gölpınarlı, Timurtaş ve Tatcı’nın incelemeleri sonucunda ortaya konulmuştur. 46 Bu sonuca göre Yunus’un h. 720/m. 1320-1321 senesinde vefat ettiğini söylemek mümkündür.¹ Aynı zamanda Yunus Emre’nin yaşadığı tarihlerde Anadolu’da İslam’ı yayan, gönüllere sevdiren, imar ve inşa faaliyetlerinde bulunan Anadolu Selçuklu devleti, Moğol saldırılarıyla yıkılmıştır. ¹

Yunus Emre bir halk şairidir. Halk tarafından eserleri benimsenen ve çok sevilen bir şahsiyet olduğu bilinmektedir. Günümüzde halen eserleri insanlığa çok şey katmakta olduğu da gözlerden kaçmamaktadır. Yunus Emre’nin yazmış olduğu şiirlerinde halka hitap eden, açık ve sade bir dille kolay anlaşılır olduğunu aynı zamanda şiirlerinde ki manevi derinliğin de bir o kadar fazla olduğunu görmekteyiz. Ayrıca 1991 yılı UNESCO tarafından “Yunus Emre Sevgi Yılı” kabul edilmiş ve bu yıl tüm dünyada kutlanmıştır.¹

Tarikat ve Mürşidi

Yunus Emre’yi daha çok şiirleri ve Tapduk Emre (mürşidi) ile olan manevi yolculuğuyla tanır, biliriz. Yunus Emre en bilindik yaşantısı Uzun Firdevsî’nin (ö. 918/1512) yazdığı sanılan Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’de yer almaktadır. Yunus Emre, Sarıköy’de yaşayan bir kişidir. Önce buğday almak üzere Karahöyük’e gider, bir süre Hacı Bektâş-ı Velî’nin yanında kalır, geri döneceği sırada buğday yerine Hacı Bektaş ona “nefes” vermeyi teklif eder, fakat Yûnus ısrar edince kendisine dilediği kadar buğday verilerek gönderilir. Köyüne yaklaştığı esnada gafletinin farkına varan Yûnus, buğdayın bir gün tükenip nefesin ise tükenmeyeceğini düşünerek tekrar tekkeye döner ve nasip ister. Durum Hacı Bektâş-ı Velî’ye arzedilince o, “Bundan sonra olmaz. Biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik, varsın nasibini ondan alsın” der ve onu Tapduk Emre’ye gönderir. Yûnus da Tapduk Emre’nin yanına varıp durumu ona anlatır; Tapduk Emre halinin kendisine mâlûm olduğunu, hizmet edip emek vermesi halinde nasibini alacağını söyler. ¹ Rivayet odur ki Yunus Emre Tabduk Emre dergahında pişme yolunda, seyru sülük yolunda, gayret içerisinde olmuş bir derviştir. Dergahlarda pişmek zor bir süreçtir. Zahir ve batın olarak her şeyinle bu yolda olman gereklidir. Her mürşidin müridine verdiği bir terbiye, bir eğitim vardır. Nefsinden arınma yoludur bu yol, bu eğitim. Nefis insanın Allah ile arasında giren bir haldir. Bu yol kendini bilmezden önce rabbini bilebilmenin, bulabilmenin yoludur. Bu yol nefsinle mücadele yoludur. Nefsin en zoru da kibirdir. (Yunus Emre medrese eğitimi almış ve kibrinden dolayı bu yolsa terbiye edildiği de rivayetler arasındadır.) Kibir en çokta okuyana, bildiğini bildim dediği yerde vurur kendini. Bilende Allah’tır, sana bildirende Allah’tır ama bildiğini ben bildim dediğin noktada nefs girer işin içine. Medrese görmüş bir insanın nefsini ezmesi için ona verilen eğitimin başında nefsine ağır gelen işler yaptırılır ki bildiğini zannettiklerinin aslında bilmiyor olduğunu gösterir veya “ben bilirim”, “ben yaparım” lafızlarından vazgeçmesi içindir bu terbiye yolu. Allah yolunda, aşk yolunda, alem yolunda, kendini bulabilme yolunda dergahlar, mürşidler bu nefsi arındırabilmek, terbiye edebilmek ve Allah’a ulaştırmak için vardır. Yunus Emre’nin terbiyecisi, mürşidi Tapduk Emre de Yunus Emre’yi Yunus Emre yapma da onu terbiye eden şahsiyettir. Yani anahtardır..

“Tapduğun tapusında kul olduk kapusında

Yunus miskîn çiğ idük pişdük elhamdülillah”

Yunus Emre bu yolda kendini “hiç” olmaya adamış biri ve bu yol ile her şeyini zahiri olarak etini, kemiğini, bedenini, ruhunu Rabbine adamıştır.

(…)

Varlığı, yokluğu sordum özüne;

Sustun, bir damla yaş geldi gözüne.

Ölüm nedir dedim bakıp yüzüne,

Yüzüme bakıp ta «Hiç!…» dedin bana.   Hasan Ali Yücel (YUNUS EMRE’YE) ³

(…)

Yunus Emre Allah’a olan aşkını şiirlerine dökmüş, Allah için yaşamış, Allah’a kul olabilmek için tüm hayatı boyunca çabalamıştır. Allah’a olan sevgisi ortaya aşık ve maşuk ilişkisini çıkarmıştır. Sonunda maşukuna kavuşmak için ilham ile dilinden dökülmüş ve günümüze kadar gelen şiirleriyle manevi yolculuğunu bizlere anlatmıştır. Günümüzde bu şiirleri cinsiyet farkından oluşan aşık değil de Allah aşkı olduğunu anlamamamız gerektiğini ve Yunus Emre’nin hayatından çıkaracağımız çok derslerin olduğunu da görmek mümkündür.

Tasavvufta dört kapı vardır. Dervişler, seyri süluk (Tâlibin bir mürşidin gözetiminde yaptığı mânevî yolculuk anlamında tasavvuf terimi) yolunda bu kapıları açmak için gayret ederler. Mutasavvıflarımız da dört kapı üzerinden yaşadıklarını eserlerinde göstermişlerdir. Yunus Emre de bu dört kapı bahsini Divan eserinde ele almıştır. Yunus Emre’nin dört kapı konusu üzerine şiirler yazmakla beraber bu halleri yaşamış diğer Mutasavvıflarımızdandır. Yunus Emre’nin üzerinde çok durduğu dört kapıdan kısaca bahsetmek gerekir.

“Şeriat, tarikat yoldur varana /Hakîkat, marifet andan içeru.”  

Şeriat; Ulemânın Kitap ve Sünnet’ten ibâre ve istinbât olarak anladığı Rasûlullah (s.a.s.)’a indirilen tevhîd, fıkıh (hukuk) ve tasavvuf ilmine dâir hükümlerdir. ⁴

Yunus Emre’ye göre de şerîat bu dört mertebenin temeli ve en alt derecesidir. Şeriat hakikate açılan ilk kapıdır. Şeriat şartı bırakmamayı emreder. Esasen şerîatın “şart” olması “hıyanet” ehli içindir, hakîkat ehli şerîatı zaten vazife olarak kabul eder. Hakîkat sınırsız bir deniz yani okyanus hükmündedir. Bu okyanusta seyretmek için bir rehbere ihtiyaç vardır. Bu rehber de şerîattır. Bu anlamda şerîat sadece yol gösteren bir rehber değil, geminin bizzat kendisidir. ⁴

“Şer’ile hakîkatün vasfını eydem sana Şerî’at bir gemidür hakîkat deryâsıdur”

-“Evvel kapu şerî‘at emr ü nehyi bildürür Yuya günâhlarunı her bir Kur’ân hecesi”

Tarikat; bir çok tanımı olmak ile beraber tarikat, azîmete riâyet edip gevşeklik ve tembellikten uzak olarak şerîatla amel etmek ve dini hayatın yoluna girmektir. Bu da yasaklar, mekruhlar ve mubahların fuzulîlerinden uzak durmak, farzlara riâyet edip nihâyet mertebesine ermiş bir ârifin gözetiminde imkân nisbetinde nâfileleri edâ etmekle olabilir. ⁴

Yunus Emre tarîkatı, hakîkat yolunun ikinci kapısı olarak değerlendirmiştir. Şerîat kapısından dine giren kişi ikinci bir kapı ile karşılaşır ki bu da tarîkattır. Veya hakîkate ulaşmak isteyen tarîkat kapısından da geçmek zorundadır. Yunus Emre’nin dilinde tarîkat, “hak yolu, doğru yol, dost bağı, dost bahçesi, kâfile, kervan, kazan” gibi mecazi terkip ve kelimelerle de anlatılmaktadır. ⁴

-“İkincisi tarîkat kulluga bil baglaya Yolı togrı varanı yarlıgaya hocası”

Marifet: Kelime olarak bilmek ve kavramak anlamına gelen marîfet, Yüce Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak, O’na karşı görevlerinde sıdk ve ihlas üzere bulunmak, O’ndan başka hiçbir şeye kulak asmamak, İlahî kudretin tasarruflarının ne şekilde cereyan ettiğine dair olan sırları Yüce Allah’ın tarif ve talimi ile almak demektir. Bu seviyeyi yakalayan kimseye ârif, ârifin bu haline de marîfet denir. Marîfet ilhamdır, ârif ise ilhama mazhar olan veli ve sûfî demektir. ⁴

Marifet, Allah’ı tanımaktır. Kalbin hak ile hayat bulması, diri olması, sırrın Hakk’ın haricinde kalan şeyden yüz çevirmesidir.  Allah’ı hakîkatiyle tanımak için, ilahi isim, fiil ve sıfatlarıyla bilmek gerekir. Bu ise ancak nefis terbiyesiyle mümkün olur. Buna göre marîfet, nefsi terbiye etme yoluyla ilahi bilgilerle donanmak ve Allah’ı kemaliyle idrak etmek demektir. Yunus’a göre marîfet, Allah’ın kula bahşettiği bir sofradır. Fakirlik çekenlerin veya “fakr” makamına erişenlerin kalbi marîfet ile dolar. Hakîkate erişen kahrı ve lütfu bir arada görür.

“Marîfet gönül şehri makamın bulur fakrî

Bahrî gerekdür bahrî bu marîfet içinde

Her kim hakîkat süre kahrı lütfı bir göre

İş aça togrı dura bu hakîkat içinde”

-“Üçüncisi ma‘rifet cân gönül gözin açar, Bakma ‘nîsarâyına ‘Arş’a degin yücesi”

Hakikat: Tasavvufta hakikat terimi “zâhirin ardındaki örtülü ve gizli mâna, dinî hayatın en yüksek seviyede yaşanarak ilâhî sırlara âşina olunması” gibi anlamlar ifade eder. ⁵

İmanın kemâle ermesi, şerîatın, hakîkatin ta kendisi olduğunun müşâhedesidir. Yunus’a göre, şerîatla hakîkat arasında zâhir-bâtın ilişkisi vardır; şerîat hakîkatin zahiri, hakîkat şerîatın bâtınıdır. ⁴

-“Dördüncüsi hakîkat ere eksük bakmaya Bayram ola gündüzi Kadîr ola gicesi”

Şerîatı bir kazana benzeten Yunus, dervişin olgunlaşması için bu kazanda pişmesi gerektiğini söyler. Her tarîkatın başında bir mürşit yani evliya veya pir bulunur. Bu pir hakîkate ulaşmak isteyenlerin rehberidir. Hakîkate ulaşmak isteyen onun elini almalı ve eteğini tutmalıdır.

ŞİİR

Yunus Emre’nin şiirlerinin zuhura gelmesi ise rivayet odur ki; Aziz Mahmud Hüdâyî’ye göre Yûnus’un mürşidi Tapduk Emre “şeştâ” çalardı. Bir gün Tapduk yine şeştâ çalmaya başlayınca sesi Yûnus’a dokunur, Yûnus cezbelenir ve sanatını bırakıp Tapduk’a derviş olur. Vâḳıʿât’taki bir rivayette Yûnus Emre’nin Tapduk Emre’ye otuz yıl hizmet ettiği, şeyhinin kızıyla evlendiği, pîrinin nefesinin bereketiyle şair olduğu belirtilir (Vâḳıʿât-ı Üftâde, s. 91, 256) ² Yine Vâḳıʿât’ta yer alan bir başka rivayete göre otuz yıl hizmetten sonra Yûnus, “Ben bu yolculuktan bir şey anlayamadım, muhtemelen sülûkü tamamlayamayacağım” diyerek tekkeden ayrılmış, fakat yolda rastladığı erenler ve onlarla yaşadığı olağan üstü hallerle gafletten uyanıp geri dönmüş ve Tapduk’un ayaklarına kapanarak kendini bağışlatmıştır. (İsmâil Hakkı Bursevî, Rûḥu’l-beyân, I, 171) ²

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Yûnus hakkında, “İlâhî menzillerin hangisine çıktımsa bu Türkmen kocasının izini önümde buldum, onu geçemedim” dediğini nakletmiştir (Bahrü’l-velâye, vr. 143b). Yûnus Emre ile Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî arasında geçtiği aktarıla gelen başka bir rivayete göre Yûnus bir gün karşılaştığı Mevlânâ’ya, “Mes̱nevî’yi sen mi yazdın?” diye sormuş, Mevlânâ “evet” deyince Yûnus, “Uzun yazmışsın. Ben olsam, ‘Et ü kemik büründüm / Yûnus diye göründüm’ derdim” karşılığını vermiştir. ²

Yunus Emre hakkında bazı kaynakların onun ümmi olduğunu söylese de bir çok alim, Yunus Emre’nin tekke ve çevresinde tahsil gördüğü yönündedir. Bizzat Yûnus’un kendi tahsili hakkında verdiği bilgilerde de farklılık vardır. Bazı beyitlerine bakarak ümmîliğini ileri sürmek mümkündür: “Ne elif okudum ne cim varlıktandır kelecim (sözüm) / Bilmeye yüz bin müneccim tâliim ne yıldızdan gelir // Yerde gökte bu aşk ile aşktan gelir bu söz dile / Bîçâre Yûnus ne bile ne kara okudu ne ak.” Başka bir şiirinde ise gönlünde “ilm-i usûl” (tefsir, hadis, fıkıh, kelâm) sevdası olup zâhirî bilgi peşinde koştuğunu söyler. ² Yunus Emre’nin eserlerinde tefsir, hadis, fıkıh bildiği de gözden kaçmamıştır.  Bunun için Yunus Emre’nin ümmiliği onun tevazu göstermesinde kaynaklı olduğunu söylemek mümkündür.

Yûnus’un 417 şiirinden 138’i aruz, diğerleri hece vezniyle yazılmıştır. Aruzla kaleme alınan şiirlerdeki kusurlar biraz da o devirde veznin henüz yeterince işlenmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Şiirlerin çoğunluğu beyit esasına göre, bir kısmı da musammat tarzında tertip edilmiştir. Bu sebeple aruzla veya heceyle yazılan bazı gazeller ikiye bölündüğünde her beyit kıta şekline de girebilmektedir. Musammatlar genelde “müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün” vezniyle kaleme alınmıştır. Heceyle söylenen şiirler şeklen gazele benzediğinden bunlara “heceli gazel” demek mümkündür. Böylece Yûnus Emre ilk defa gazeli hece veznine uyarlayıp yeni bir şekil ortaya koymuş, daha sonraki mutasavvıf şairleri de bu gazelleriyle etkilemiştir. Yûnus Emre’yi kullandığı dile bakarak bir halk şairi yahut divan şairi saymak doğru değildir. Kafiyeyi bir ses estetiği olarak değerlendirip benzeşen her türlü sesle kafiye yapan Yûnus’ta kulak kafiyesinin esas olduğu görülmektedir. Divanda bir küçük mesnevi dışında bütün ilâhilerin kafiye şeması aa-ba-ca-da … yani gazel şeklindedir. Yûnus’un kafiyeye titizlikle riayet ettiği söylenemez. Divanda şathiyye/münâcât türünde yirmi sekiz beyitlik bir manzumenin dışındaki şiirlerin şekliyle ilgili çeşitli görüşler ileri sürülse de Yûnus’un şiirleri semâi ve gazel tarzında kaleme alınmıştır. Cönk ve mecmualarda “ilâhi, nefes, nutuk” başlıkları altında kaydedilen şiirleri farklı birer edebî tür değil, ilâhi, nefes ve nutuk, seyrüsülûk ile fenâ ve tevhid makamlarına yükselerek bekāda karar kılan mutasavvıf şairlerin “Hak ve hakikatten söyledikleri” kelâmlardır. Divanda münâcât, na‘t, istişfâ, mi‘râciyye, nasihatnâme, vücudnâme, yaşnâme, baharnâme ve lugaz” denebilecek türden şiirlere rastlanmaktaysa da bütün bu konular ilâhi başlığı altında değerlendirilebilecek niteliktedir. İbrâhim Hâs da Tezkire’sinde Yûnus’un şiirleri için ilâhi demektedir. ²

VEFATI

Yûnus Emre şiirlerinde kendisini “şairler kocası”, “bir âşık koca” diye niteleyerek uzun bir ömür sürdüğünü îmâ eder. Yûnus’un vefat tarihi ve kabriyle ilgili bilgiler de uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Mehmet Nâil Tuman, Yûnus Emre’nin vefat tarihinin bazı kaynaklarda 828 (1425), bazılarında 843 (1439) olarak verildiğini kaydeder. Bursalı Mehmed Tâhir, bir kısım kaynaklarda Yûnus’un vefat tarihinin “gülşen-i tevhîd” terkibinin karşılığı olan 843 (1439) şeklinde verildiğini, ancak risâlesindeki, “Târih dahi yedi yüz yedi idi / Yûnus cânı bu yolda kodu idi” beytine göre bu tarihten çok önce vefat etmiş olması gerektiğini söyler. Bazı araştırmacılar, Yûnus’un Risâletü’n-nushiyye’sini tamamladığı 707 (1307) yılını tarikata intisap ettiği yıl olarak değerlendirip Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki belgede kayıtlı vefat tarihini (720/1320) doğru kabul etmemekte, bu tarihten sonra öldüğünü ileri sürmektedir. Yûnus’un 1307’de tarikata girdiğini söyleyen Hikmet İlaydın seksen yıl kadar yaşadığını düşünerek 1352-1362 arasında vefat ettiğini ileri sürer. Bunun gibi bir çok araştırmacı-yazar Yunus Emre’nin doğumunda olduğu gibi vefatında da farklı görüş ve tespitler yapmışlardır. Anadolu’nun pek çok yerinde ve Azerbaycan’da Yûnus’a ait mezar ve makamlar mevcuttur. Bunlar Yûnus’un seyahat ettiği yerlerdeki sohbetlere katıldığını, çok sevildiğini ve hâtırasının yaşatıldığını gösterir. Muhtemelen bazı seyahatlerinde mürşidi Tapduk Emre ile beraber bulunduğundan destanî hayatları sevenlerinin tahayyülünde yaşamış ve yaşatılmıştır (Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 274). Fuad Köprülü’nün başlattığı Yûnus Emre araştırmalarıyla birlikte Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki ona ait mezarlardan üçünün Yûnus’un gerçek mezarı olduğu iddiası gündeme gelmiş ve bu iddia zaman zaman büyük tartışmalara yol açmış, konuyla ilgili çoğu popüler nitelikte birçok yazı yayımlanmıştır. Anadolu’da Yûnus’un mezarının bulunduğu söylenen yerler şunlardır: Eskişehir Sarıköy (şimdi Yûnusemre köyü), Karaman, Aksaray Ortaköy, Bursa, Manisa Kula Emresultan köyü, Erzurum Dutçu (Düzcü) köyü, Isparta Keçiborlu, Afyon Sandıklı, Ankara Nallıhan Emremsultan köyü, Ünye ve Sivas. Bunların yanında Azerbaycan’ın Gâh bölgesinde de bir makam mevcuttur. Bazı kaynaklarda Yûnus’un mezarının Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy’de olduğu belirtilmektir. Sarıköy’deki mezar Ankara-Eskişehir demiryolu hattının yapılması esnasında 6 Mayıs 1946 tarihinde açılmış, kabirdeki bakiyeler geçici mezara nakledilmiş, 1970’te yeni yapılan bir anıtmezarla bugünkü yerine getirilmiştir. Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı ve Faruk K. Timurtaş da Yûnus’un mezarının burada yer aldığını kabul ederler. ²

ESERLERİ

  1. Risâletü’n-nushiyye: 707 (1307) yılında mesnevi şeklinde yazılmış 600 beyitlik bir risâle olup Yûnus’un seyrüsülûk ehline öğütlerini içerir. Risâle “fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle yazılmış on üç beyitlik bir nazımla başlar ve kısa mensur bir bölümle devam eder. Asıl mesnevi “mefâîlün mefâîlün feûlün” veznindedir. Risâletü’n-nushiyye, Yûnus’un ilâhilerine nisbetle daha az şiir özelliğine sahip bir eserdir ve Anadolu sahasında yazılmış tasavvufî muhtevalı ilk özgün nasihatnâmelerden biridir (eserle ilgili bazı değerlendirmeler için bk. Kaplan, XXI [1973], s. 65-82; Kissling, s. 160-164; Ayan, s. 121-126). Eserin Latin harfleriyle çeşitli neşirleri yapılmıştır: Risâlat al-Nushiyya ve Dîvân (haz. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1965; Divân ve Risâletü’n-nushiyye adıyla, 2. Bs., İstanbul 1991); Yunus Emre Divanı ve Risaletü’n-Nushiyye (haz. Yusuf Subaşı, İstanbul 1983); Yunus Emre Dîvânı III: Risâletü’n-nushiyye: Tenkitli Metin (haz. Mustafa Tatcı, Ankara 2008); Yûnus Emre: Dîvân ve Risâletü’n-nushiyye: Âşık Yûnus’tan Seçmeler (haz. Mustafa Tatcı, İstanbul 2008); Risâletü’n-nushıyye (haz. Osman Horata – Umay Günay, Ankara 1994). ²
  2. Divan: Tertibi hakkındaki en eski tarih Şinasi Tekin’in bir mecmuaya dayanarak verdiği 707 (1307) yılıdır (bk. Bibl.). Birçok nüshası içinde en eskilerinin XIV. Yüzyıla kadar geriye gittiği tahmin edilmektedir (meselâ Ritter nüshası [XIV. Yüzyıl], Raif Yelkenci nüshası [XIV veya XV. Yüzyıl], Fâtih nüshası [tahminen XV. Yüzyıl], Yahyâ Efendi nüshası [XVI. Yüzyıl], Nuruosmaniye nüshası [1540]). Daha sonraki dönemlerde istinsah edilen divanlara “Yûnus” mahlaslı başka şairlerin şiirlerinin de karıştığı görülür. Divan yazmalarında mevcut pek çok istinsah hatası, beyit ve mısraların yer değiştirmesi, birbirine karışıp iç içe giren veya ikiye, üçe bölünen şiirler, aynı şiirin farklı yazmalarda değişik beyit sayılarıyla kaydedilmesi divanın tertibinde dikkatle ele alınması gereken hususlardır. Diğer bir mesele de hangi şiirlerin Yûnus Emre’ye, hangilerinin Âşık Yûnus’a veya başka bir Yûnus’a ait olduğunun tesbit edilmesidir. Bundan dolayı bugüne kadar tam bir Yûnus Emre divanı ortaya konulamamıştır. Yûnus’un şiirleriyle ilgili araştırmalarda divan nüshalarından başka mecmua ve cönklerin de incelenmesi gerekir; zira mecmualarda Yûnus’a ait şiirlere rastlanmaktadır. Bu eserler henüz sistemli biçimde taranmadığından bunlardan bir bütün halinde faydalanılamamıştır. Söz konusu mecmualar arasında Grek harfleriyle kaleme alınan 1480 tarihli bir yazma da bulunmaktadır. II. Murad devrinde Türkler’e esir düşen György (Georg) adlı bir Macar tarafından yazılan Tractatus adlı eserde “Yûnus” mahlasıyla iki ilâhi kaydedilmiştir (Tekin, III/8 [1987], s. 367-392). Yûnus’un ilâhileri daha söylenip yazıldığı tarihten itibaren dilden dile dolaşmaya, ezberlenip okunmaya başlanmış, XIV. Yüzyıldan itibaren abdalân-ı Rûm vasıtasıyla Osmanlı fetihlerine paralel şekilde bütün Türk-İslâm coğrafyasına yayılmıştır. Akıncı ocaklarında ve zâviyelerde besteli Yûnus ilâhilerinin okunduğu tahmin edilmektedir. Günümüzde Anadolu’dan Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada müslüman Türk kültürünün izlerinin sürmesinde Yûnus’un ilâhilerinin büyük etkisi vardır. Bunlar aynı zamanda asırlardan beri Anadolu’da ve Rumeli’de faaliyet gösteren tarikatların ortak düşüncesi ve sesi haline gelmiştir.²

Yunu Emre hakkında bir çok makale, biyografi, doktora çalışmaları, tezler kitap, çeviriler bulunmaktadır. Ayrıca academia, tez merkezi gibi sitelerden  Yunus Emre ile ilgili detaylı makalelere ulaşım sağlanabilir.

KAYNAKÇA

YÛNUS EMRE – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)  /2 (E.T. 20.04.2023)

~ YUNUS EMRE’YE ~ HASAN ÂLİ YÜCEL (siirparki.com) / 3 (E.T. 25.04.2023)

HAKİKAT – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)/ 5 (E.T. 04.05.2023)

Aydın KAYAER, YUNUS EMRE’NİN DÜNYASINDA İNSAN-ALLAH İLİŞKİSİ, ANKARA,2010 (E.T. 20.04.2023)

Esra KİZİR TAŞTAN,YUNUS EMRE’DE İNSAN ALGISI,TRABZON,2019/ 1 (E.T. 20.04.2023)

Abdullah KAHRAMAN, YUNUS EMRE DİVAN’INDA ŞERİAT, TARİKAT, HAKİKAT VE MARİFET (DÖRT KAPI), KOCAELİ İLAHİYAT DERGİSİ,2017/ 4 (E.T. 25.04.2023)

 

BÜŞRA YILDIZ

0535 315 1493

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Büşra Yıldız

Latest posts by Büşra Yıldız (see all)