Türkler dünyanın en eski milletlerinden olup köklü bir geçmişe ve kültüre sahiptirler. Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamışlar, birçok devlet kurmuşlardır. Türkler için en önemli kurum, devlettir. Türkler özellikle yerleşik hayata geçtikten sonra, devletin kaynağı konusundaki fikirlerinin de etkisiyle, dünyaya hâkim olma amacına yönelik olarak hareket etmişlerdir.

Tek başına tabiata karşı koymanın mümkün olmadığını gören ve birlikte yaşamanın önemini kavrayan insanoğlunun siyasi anlamda devletin doğuşuyla Türk devletinin doğuşu paralellik göstermektedir. Çünkü bu günkü bilgilere göre tarihin geçmişi aydınlattığı ölçüde Türk devletinin varlığına şâhit olmaktayız. Sosyal hayatın temel ilkesi olan birlikte yaşamanın önemi, insanı teşkilâtlandırmıştır. İşte bu teşkilatlanma yöneten ve yönetilenler durumunu meydana getirmiştir

Devlet, egemen güce sâhip, hukukî ve tüzel bir kişiliğin ifadesidir. Milli açıdan örgütlenmiş bir topluluktur, bir iktidardır. Devlet, yerleşik bir topluluğun hukukî ve siyasal açıdan örgütlenmesi sonucu oluşan, tüzel kişiliğe ve egemenliğe sahip varlıktır.

Tüm bu tanımların ışığında devleti şöyle tanımlayabiliriz: Belli bir toprak parçası üzerinde, ortak bir geçmişe ve değerlere sahip insanların, belli amaçlarla bir araya gelmesiyle oluşan, emretme, kanun koyma ve zorunlu hallerde hürriyeti kısıtlama yetkisine sahip, teşkilatlanmış siyasî hâkimiyettir.

Türklerde devlet kavramı, Türk tarihi ile beraber ortaya çıkmıştır. Bu sebeple milletin içinden çıkan devlet başkanı milleti korumakla, halkın hayatını düzenlemekle yükümlüdür. Yani Türkler, “hizmet devleti” anlayışına sahiptirler.

Göktürk/Orhun Anıtlarında “İl’’ sözcüğü, Devlet anlamında kullanılmıştır. Devlet kavramı, eski Türklerde genellikle “tutmak” fiiliyle söylenirdi. “İl tutmuş”, günümüzün Türkçesi ile “devlet kurmuş, devlet yönetmiş” anlamına gelmektedir.

Türk topluluğunun siyasi teşkilatlanmasının gelişiminde şöyle bir sıra gözlenmektedir: İlk siyasi birlik sayılan sülale ‘’boy’’ ile adlandırılıp kadın ve erkeklerden oluşan askeri gücü ile arazi ve mülkü çoğaldıkça, sosyal ve ekonomik statüsünün korunması amacıyla “boy beyi” ile yönetim sürdürülebilir hale getirilir. Boy beyi için çok gerekli olmazsa seçim yapılmaz, doğal olarak akıllı, güçlü, iradeli kimseler bu göreve gelir idi. Boy Beylerinin birleşmesinden “budun” oluşur ve bunların başında da “Han” ya da “Kağan” bulunur. Artık herkes budun (ulus) yararına İl’i (devleti) için çalışır. İl başı olan hakan ülke çapında asker toplama, orduyu sevk ve idare etme, kumandan tayin etme, töreyi yeniden düzenleme ve uygulama, ilin idari, mali ve kültürel işlerini düzenleme haklarına sahip olur.

Hakan devleti yönetme yetkisini Tanrıdan almıştır. Tanrı kendisine bu yetkiyi en iyi şekilde kullanması, halkı en iyi şekilde yönetmesi şartıyla vermiştir. Eğer hakan bu görevi layıkıyla yerine getiremezse, bu yetkinin hakanın elinden alınacağına inanılırdı. Ayrıca Türkler yer değiştirme zorunluluğunun bir gereği olarak düşünce ve görüş ufuklarını genişletmişlerdir. Bu yetenek yeryüzünde çok geniş alanlara yayılmalarını etkilemiştir. Dünyanın değişik yerlerine dağılan Türkler çoğu kez azınlıkta olmalarına rağmen hükmedenler olabilmişlerdir. Hükmetme meziyeti, tutsaklıktan nefret eden Türk insanının özgürlüğe olan tutkusunun doğal bir sonucudur. Yönetme yetkisini Tanrıdan alan Türkler, kendilerini tüm dünyanın hâkimi olarak görmüşler ve bu yolda çaba harcamışlardır. Türklerin kurmuş olduğu en büyük devletlerden biri olan Göktürkler’ den beri tüm hakanlar cihana hâkim olmaya çalışmışlardır

Bu fikir destan ve efsanelerde yer almış olup, kitabelere de yansımıştır. Hatta bunu ilk başaranlardan biri Oğuz Han’dır. Oğuz Han altı oğlu ile birlikte dünyayı fethedip cihangir olunca, büyük bir kurultay düzenlemiş ve çok çalıştığını, dünyayı fethettiğini böylece Tanrıya karşı borcunu ödediğini belirtmiştir. Çevreye ve dünyaya hâkim olma ülküsünün çok eskilerden geldiği Alp Er Tunga Destanında da görülmüştür. Alp Er Tunga’ya “Acun Beyi” denmiştir. Bu tabir yeryüzündeki milletlere hükmeden demektir.

Türklerde vatan kavramına baktığımızda, Türk insanı ülkesine kutsal bir değer vererek sevmiş ve onu “vatan” olarak tanımlamıştır. Özellikle eski Türklerde hakanın Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılmasının bir nedeni de, kutsal yer-su’ların sahipsiz kalmamasını ve korunmasını sağlamaktır. Türklerde ülke anlayışı ilk çağlardan beri var olmuş ve gelişmiştir.

Türk Milleti için vatan ,karnını doyurduğu bir toprak parçası değil ,atalarından kendine miras kalmış kutsalbir yadigar ,ecdadının şehit kanı pahasına korunabilmiş kutlu bir varlık ,toprak altındaki ve üstündeki tarihi zenginliklerini ,Türk kültür ürünlerini sinesinde saklayan bir hazinedir.

Türklerde ülkenin bazı yerleri olağanüstü öneme sahiptir. Stratejik bakımdan önemli, otlağı bol, yolların kavşağındaki Ötüken Yaylası bu önemli yerlerden birsidir. Ötüken’in önemini arttıran en büyük özelliği kutsal bir yer olarak bilinmesidir. Hatta bu özelliğinden dolayı “İduk Ötüken” (Kutsal Ötüken) olarak anılmıştır.

Bu inanışın eseri olarak Hun Devleti, Gök-Türkler, Avarlar ve Uygurlar başkentlerini ya bu bölgede kurmuşlar, ya da sonradan bu bölgeye taşımışlardır. Türklere göre Tanrının dünyaya, dünyanın da Tanrıya en yakın olduğu yer Ötüken’dir. Türklerin Ötükeni önemli saymaları ve atalarından kalma yurtlarına bağlı kalmaları, “vatan” şuur ve sevgisinin en güzel örneklerindendir. Türk yurdunda bulunan yüksek dağlar, pınarlar, sular, ata mezarları vatanın kutsal ruhları olup, yurdun korunmasını sağlayan manevi unsurlardır. Türk halkı bir yandan vatanlarını korumaya çalışırken diğer yandan “gökyüzü çadırımız” anlayışı ile sınırlarını genişletmeye gayret etmişlerdir. Türklerde vatan sevgisi çok kuvvetlidir. Hiçbir Türk vatanı için hayatını ve en sevdiği şeylerini feda etmekten çekinmez. Çünkü vatan, Gök Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesidir.

Türklere göre vatanın korunması, vatan sevgisi ve korunması kutsal bir görev olup üzerinde yaşanan ülkenin kutsal sayılıp korunması anlayışı, Türklerin tüm kurumlarında karşımıza çıkar. Selçuklular ve Osmanlılarda, son olarak da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu için verilen mücadeleler bunun en güzel örnekleridir.

Kısacası,Türklerde  bodun veya millet, birlikte yaşama arzusu gösteren, siyasi bir teşkilatlanmaya sahip hür ve müstakil topluluktur. Ortak hedef ve gayeleri olan insanların  aynı tarih, kültür ve yaşayışa sahip olması, bir ve beraber olmasıdır.

Ziya Gökalp vatanı, millî kültür olarak tanımlamış ve vatan sevgisinin millî vazifelerden ve millî ideallerden doğduğunu belirmiştir. Gerçek vatanın sadece üzerinde yaşanılan toprak olmayacağını, asıl olanın kültürel değerler olduğunu söyler ve üstünde yaşanılan toprağın ancak ona bağlı olduğunu savunur.

Devletin var olabilmesi için en temel parça, milletin, yani ulusun olmasıdır. Millet, belli bir coğrafyada, belli bir kültür birliğine, ortak duygu ve düşünceye sahip topluluğun belli bir siyasal ve sosyal yapılanmış halidir. Buna göre Türkler, başından beri, gittiği her coğrafyada belli ülküler etrafında bir arada bulunmuş ve topluca dünyayı yönetme ideallerini gerçekleştirmek için teşkilatlı bir biçimde yaşamışlardır.

Öyleyse, bu ülkü ve düşüncenin devam etmesi için Türk gençleri, her zaman kendi dilini, kültürünü ve ülkülerini bilmeli, bu uğurda devleti ve ulusu adına çalışmalıdır.

*Hayrettin İhsan Erkoç, “Eski Türklerde Devlet Teşkilatı (Göktürk Dönemi)”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi temelinde hazırlanmıştır.

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Bengisu Ünal