Giriş

Yahudiler, tarihi süreç neticesinde çeşitli yaşanmışlıklar ve siyasi olaylardan sonra, bir kısım Yahudi için yüksek önemi haiz olan İsrail’de kendi devletlerini kurmuşlardır. Bu devleti kurmak ancak 1948 yılında mümkün olduysa da hangi coğrafyada kurulacağıyla ilgili son ana kadar çeşitli fikirler bulunmaktadır. Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devleti olan İsrail’in kurulması, Orta Doğu’da 1948 yılından günümüze değin sürecek çatışma ve istikrarsızlığın temelini atmıştır.

Yahudiler barındıkları neredeyse her devlette dışlanmışlar ve toprak sahibi olmaları da yasaklanmıştır. Toplumdan dışlanmak ve toprak sahibi olamamak Yahudileri ticaretle uğraşmaya ve meslek sahibi olmaya sevk etmiştir. Bu koşullar altında içlerine kapalı bir şekilde yaşayan Yahudiler toplumda çok fazla dikkat çekmişlerdir. Toplumdan dışlanan Yahudiler ayrıca muhtelif zamanlarda saldırılara maruz kalmıştır.

Bunun üzerine 1930’larda Nasyonal Sosyalizmin yükselişi ve Adolf Hitler’in antisemitist politikasının rağbet görmesi ile II. Dünya Savaşı esnasındaki Holokost’ta Yahudilerin katledilmesi, Yahudilerin yurt edinme sevdalarını daha çok perçinlemiştir. Nitekim Theodor Herzl’i önderleri kabul eden Siyonistlerin baskın olması hasebiyle İsrail, Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen Kudüs topraklarında kurulmuştur. Kurulduktan sonra dünyanın her bir tarafından İsrail’e, Yahudiler akın akın gelmiş ve yerleşmişlerdir.

David Ben-Gurion 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin bağımsızlığı ilan etmiştir. Kuruluşundan kısa süre sonra aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok devlet İsrail’i tanımıştır.

İsrail’in Filistin toprakları üzerinde kurulmuş olması Türkiye açısından, ilişkileri iyi tutmak pek kolay olmamıştır. Neticede İsrail, Müslümanlar için de kutsal sayılan bir coğrafyada kurulmuşlardır. Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkinin yavaş gelişmesinin ve zayıf olmasının bir başka nedeni de Türkiye’nin statükocu bir devlet olmasına karşın İsrail’in revizyonist bir devlet oluşudur. Her şeye rağmen hep başarılı olmasa da Türkiye, İsrail ile ilişkilerini her daim iyi tutulmaya çalışılmıştır.

Orta Doğu’dan[1] bahsedilirken hem Türkiye hem de İsrail dikkate alınması gereken devletlerdir. Her iki devlet de bölgesel güç olmak adına mücadele etmektedir. İsrail devleti yeni kurulduğunda Türkiye, öncelikle iyi bir ilişki kurup Orta Doğu’da yeni bir ortak arayışı içine girmiştir ancak ilerleyen süreçte çıkarlar kesişince bir takım anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır ki bu durum kimi zaman krizlere de yol açmıştır. Bu iki devlet diplomatik bağlamda birbirlerine mesafeli yaklaşmakla birlikte aslında bir hayli yakındırlar. Hem coğrafi hem de siyasi bakımdan her iki devlet de birbiriyle ilişki içinde kalması gerekmektedir. Bu denge bozulduğu zaman her iki devlet de gerek ekonomik gerekse stratejik anlamda zararlı çıkmaktadır.

Türk-İsrail ilişkileri başka devletler tarafından da epeyce etkilenmektedir. Başta ABD olmak üzere, İran ve bölgedeki Arap devletler bu ilişkinin iyiye yahut kötüye gitmesinde, dış politikaları ile büyük bir etkide bulunabilmektedirler. Bundan ötürü bu iki devletin birbiriyle iyi bir diplomasi yürütebilmesi için öncelikle diğer devletlerin aralarına girmelerine müsaade etmemeleri gerekmektedir. Bu iki devlet arasındaki temaslarda belirleyici olan bir başka etken ise bu devletlerin hükümetleri veya devlet başkanlarıdır. Yani ilişkilerin hangi yöne gideceğine bir o kadar da ilgili devletlerin iç siyasetleri etki etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki İsrail ve Türkiye’de köktendinciler hükümete geldiğinde dahi bu iki ülke arasındaki ilişkilerin kopmamasının en önemli nedenlerinden birisi her iki ülkenin ortak tehdit algısı olan terör örgütlerine karşı birbirlerine güvenlik bakımından ihtiyaç duymalarıdır.

“Geçmişten Günümüze Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler” çalışmasının amacı bu iki ülke arasındaki ilişkilerin kırılganlığını ortaya çıkarmaktır. Kuruluşundan bugüne ilişkileri iyi tutmanın bir hayli zor olmasına rağmen Türkiye ve İsrail ilişkisi hiçbir zaman tamamen kopmamış daima iş birliği içerisinde olunmaya çalışılmıştır. Türk-İsrail iş birliğinin stratejik sebepleri vardır ki bunlar kimi zaman askeri kimi zaman da siyasi alanlardadır.

Bu konunun tercih edilme seçme sebebi esasen, Türkiye’nin bölgesel güç olabilmesi ve Orta Doğu’da istikrarı sağlayabilmesi için öncelikle bölgedeki en önemli faktör olan İsrail devleti ile ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğindendir. Türkiye, İsrail ile ilişkilerini düzeltmede muvaffak olamadığı taktirde bölgede hegemon olması mümkün olmayacaktır. İsrail ile ilişkileri düzeltmenin yolu da ilişkilerin neden bozulduğunu ve çıkarların nerede çatıştığını tespit etmekten geçmektedir. Öyle ki bu çalışmada ilişkilerin hangi durumlarda bozulduğu ve hangi hamleler ile düzeldiği ele alınacaktır.

“Geçmişten Günümüze Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler” başlıklı çalışma, Soğuk Savaş dönemi, 1990-2001 dönemi ve Adalet ve Kalkınma Parti hükümet dönemi şeklinde 3 bölüme ayrılarak incelenmiştir.

Bu bölümde İsrail’in kuruluşunun Filistin meselesi ile doğrudan alakalı olduğunu göstererek Milletler Cemiyeti’nden Birleşmiş Milletler Sistemine geçişin İsrail devletinin var olmasında büyük bir yapı taşı olduğunu açıklanmış, akabinde Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının nasıl gerçekleştiğini ve sonrasında ilişkilerin Bağdat Paktı, Süveyş krizi ve Arap-İsrail Savaşları ile nasıl zayıfladığına değinilmiştir.

 

Birinci Bölüm

Soğuk Savaş Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri (1947-1990)

Soğuk Savaş dönemindeki Türk-İsrail ilişkilerinin tam anlamıyla idrak edilebilmesi için bu dönemin konjonktürünü iyi incelemek gerekmektedir. İsrail, Soğuk Savaş’ın henüz ilk yıllarında kurulmuştur. Bu dönemde uluslararası sistem iki tarafa ayrılacak şekilde kutuplaşmış ve dönemin sonuna kadar da bu iki kutup birbirinden bir hayli ayrılmıştır.

 

A. İsrail’in Filistin Toprakları üzerinde Kurulması

1. Soğuk Savaş Döneminde İki Kutuplu Dünya

Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) tehdit olarak algılaması dış politikada hamlelerini etkilemiştir.[2] Bölgedeki istikrarsızlığın ve çatışma ortamının Türkiye’nin aleyhine olacağından, Orta Doğu ülkeleri ile yakın ilişkiler içerisine girilmeye çalışılarak dostlukların kurulması hedeflenmiştir. Bu bağlamda İsrail’in kuruluşunun akabinde dönemin uluslararası ilişkileri bir müddet gözlemlenmiş ve 1 yıl geçmeden de İsrail devleti tanınmıştır. İsrail, bağımsızlığı ilan ettiği topraklar bakımından jeopolitik olarak çok önemli bir bölgede yer almaktadır. Öyle ki Türkiye bölgede istikrarı sağlamak istiyorsa iş birliği yapması gereken birincil devlet İsrail olacaktır.

2. Filistin-İsrail Sorununun Başlaması

Bir diğer dikkate alınması gereken husus ise İsrail’in Filistin toprakları üzerine kurulmuş olmasıdır. İsrail’in Filistin topraklarında kuruluşu, I. Dünya Savaşı’nda yapılan anlaşmalara bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.[3] I. Dünya Savaşı sonrası Filistin Birleşik Krallık mandasına verilmiştir ki bu durum Yahudiler için büyük bir avantaj sağlamıştır. İngiliz mandası süresince Filistin topraklarına belirgin bir şekilde Yahudi göçün arttığı gözlemlenmektedir. Yahudiler bu topraklara yerleştiklerinde kendi aralarında çeşitli örgütlere ayrılmışlardır. Bu örgütlenme hem Filistin hem de bölgedeki istikrarın sağlanmasına engel olacak bir faaliyettir. Çatışmaların boyutuna bakıldığında Orta Doğu’nun nasıl bir çıkmaza sürüklendiği görülmektedir. Bu durum ancak örgütlenme faaliyetlerine zamanında müdahale edildiği taktirde engellenebilirdi. Çatışmalar sadece Yahudi ve Filistin örgütler arasında olmamıştır, aksine Yahudi örgütleri hem kendi aralarında hem de İngiliz güvenlik güçleri ile çatışarak bölgede bir kaos ortamı yaratmışlardır.[4]

3. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler Sistemi

Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti (MC) Sistemi kurulmuş ve dünyada barış ve güvenlik bu örgüt ile tesis edilmek istenmiştir. Ancak MC ne II. Dünya Savaşı’nı önleyebilmiş ne de manda yönetim sistemini kontrol altında tutabilmiştir.[5] Bir önceki paragrafta bahsi geçen Birleşik Krallığın Filistin mandasındaki yönetimsel başarısızlığı, Orta Doğu’yu içinden çıkılması çok zor olan bir vaziyete sürüklemiştir.

Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler (BM) Sisteminde İsrail-Filistin sorununa çözüm aranmıştır. BM’de Filistin meselesi görüşülürken Türkiye, Arap ülkeleriyle aynı safta yer tutarak bu topraklarda tek bir devletin olması planını savunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu tutumu Arap devletleri tarafından memnuniyetle karşılanmakla beraber Müslüman bir devlet (nüfus bakımından) olmasından ötürü sergilediği yorumu yapılmıştır. Bu yorum her ne kadar olası bir durum gibi gözükse de doğru değildir çünkü Türkiye Cumhuriyeti laik sıfatını fazlasıyla benimsemiş ve ülkenin çıkarlarına göre dış politikasını belirleyen bir ülke olduğunu 20 seneye aşkın bir sürede de ispat etmiştir. Türkiye’nin bu tutumunun nedeni bölgede istikrarsızlık istememesidir ki Filistin topraklarında iki devletin mevcut olması üstelik bu iki devletin dini konular bakımından birbirinden çok farklı olmaları bölgede dengesizliğin oluşacağı anlamını taşımaktadır.[6]

B. Türk-İsrail Diplomatik İlişkilerinin Kurulması

BM Sistemi içerisinde bölgedeki sorunu çözmek için İsrail devletinin kurulması elzem olarak görülmüştür.[7]Dünya hegemonyası için savaşan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve SSCB, bir İsrail devletinin kurulması yönünde tavır almışlar ve böylelikle de uluslararası sistemde İsrail’in kuruluşunun yolunu açmışlardır. ABD ve SSCB’nin neredeyse her konuda farklı fikirlere sahip olmalarına rağmen İsrail konusunda uzlaşabilmeleri manidardır. Bunun altında yatan sebep ise her iki devletin de İsrail’i kendi sistemine dahil ederek bölgedeki uydusu yapma arzusudur. ABD, İsrail’in kuruluşundan sonra Kapitalist sisteme adapte olacağına inanıyor SSCB ise, Komünist sisteme destek çıkabileceği olasılığına güveniyordu.[8]

1. Türkiye’nin Arap-İsrail İkilemi: Tarafsız Politikadan Taraflı Politikaya

İsrail’in kuruluşunun ardından Türkiye tarafsız kalmış, Orta Doğu ve uluslararası sistemdeki etkileşimi izlemiştir. Türkiye her ne kadar BM Filistin Özel Komisyonunda iki devlet kurulmasına karşı çıkmış olsa da İsrail’in bölgedeki önemini kısa sürede idrak etmiş, kuruluşunun üzerinden bir yıl geçmeden İsrail’i tanımaya karar vermiştir.[9]Türkiye Cumhuriyeti İsrail’i, Mart 1949’da tanıyan ilk Müslüman (nüfus anlamında) devlet olmuştur.[10]

Dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak (10 Ekim 1947 – 22 Mayıs 1950)[11] bu kararın neden verildiğini açıklamıştır. Bakanın açıklamalarına göre Türkiye’nin İsrail’i tanımasındaki önemli nedenlerden biri I. Dünya Savaşı’nda Arap devletlerinin Osmanlı devletine yaptıkları ihanetten ötürü bu devletlerden diplomatik anlamda uzaklaşma ve dönemin koşulları gereği ABD ile yaklaşmak için o döneme kadar zaten izlenilen Batı yanlısı politikanın bundan sonra daha da katılaşmasıdır. Bir diğer neden ise az önce belirtildiği gibi SSCB’nin İsrail üzerindeki komünist emellerin başarısız oluşudur. SSCB, İsrail’i Komünist sisteme dahil edemeyince İsrail, Türkiye için artık bir komünist tehdit olarak algılanmıyordu.[12]

Türkiye ile İsrail arasında ilk yıllarda diplomatik ilişkilerden çok askeri ve istihbarat açısından bir iş birliği mevcuttur.[13]

İki devlet arasındaki diplomasinin ön planda olduğu ilk temaslar Mart 1950’de başlamıştır. Bundan sonra diplomatik anlamda ilk adımlar atılmaya başlanmış ve ilk elçiler gönderilmiştir.

2. Türkiye’de Hükümet Değişikliği: Cumhuriyet Halk Partisi yerine Demokrat Parti

Mayıs 1950’de Türkiye’de bir ilk yaşanıyor ve yönetime sol parti yerine sağ parti gelmiştir. 1923’ten beri Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti tarafından yönetilen Türkiye Cumhuriyeti, 1950’lerde Demokrat Parti tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Diplomatik ilişkilerin daha henüz yeni başlamış olmasına rağmen bu köklü hükümet değişikliği Türk-İsrail ilişkilerine zarar vermemiştir.

Sol iktidar döneminde kurulan ilişkiler bozulmadan aynı şekilde devam etmesinin birkaç nedeni vardır. Bunlardan biri her iki ülkede de dinin ön plana çıkmasıdır ki Menderes hükümeti İslam şiarıyla politikalarını seçmiştir. Bir diğer neden ise ABD’nin Orta Doğu ülkeleri ile bilhassa İsrail ile yakın ilişkiler içerisinde olmasıdır. ABD’nin bu politikası Türkiye’yi İsrail’e daha da yakınlaştıran faktörlerden biri olmuştur. Başka bir sebep ise Arap devletlerinin Türkiye’nin Kore Savaşına asker göndermesine olumsuz bakmalarıdır. Arapların bu tutumu Türkiye’nin Arap devletlerine karşı olan görüşünün değişmemesine yol açmıştır. Türkiye’nin Kore Savaşına asker göndermekle amacı NATO’ya katılabilmektir. Son bir neden olarak, İsrail’in de Türkiye ile diplomatik ilişkilerin pekişmesini istediği sayılabilir. İsrail, sadece Washington, Paris ve Londra’dan açtığı askeri ataşeliği Ankara’da da açmaya karar vermiş ve çok değerli ve özel diplomatlar atamıştır.[14]

 

C. Türkiye ve İsrail’in Orta Doğu’da Müttefik Arayışı

1950’lerden sonraki dönemde Türkiye ve İsrail bölgede çeşitli ittifak arayışı içerisinde bulunmuşlardır. Kimi zaman antlaşmalar ile kimi zaman pakt kurarak ittifak kuran Türkiye ve İsrail, 1950’lerin sonunda doğru Çevresel Pakt ile bölgede birlikte hareket etmişlerdir.

1.Bağdat Paktı

Türkiye, Bağdat Paktı’nı kurarak bölgede Arap ülkeleri ile bir güç tesis etme amacı gütmüştür. Bu durum başta güvenlik bakımından ve bölgedeki güç dengelerinin kendi aleyhine bozulacağı kanaatinde olan İsrail’i rahatsız etmiştir. Ancak ABD’nin de bu paktı desteklemesi Türkiye’ye bu paktı kurmak için güç vermiştir.

1955’te Bağdat Paktı’nın kurulması girişimine İsrail’in karşı olmasının başlıca nedenlerinden biri Türkiye’nin Irak ile yakınlaşmasıdır. İsrail bu durumu Türkiye’nin gittikçe daha fazla Arap yanlısı olmasına bağlamış ve bu durumun güvenliğini tehdit edeceğinden İsrail’in Türkiye’ye bakışı olumsuz olmuştur. Bunun üzerine Türkiye’nin Suriye’yi pakta dahil etmek için bu ülke ile yakın temasa geçmesi de İsrail’i rahatsız etmiştir.[15] İsrail açısından bir diğer problem ise Bağdat Paktı üyelerin, İsrail’i tanımayacaklarını ifade etmeleridir. Görüldüğü üzere Bağdat Paktı bölgedeki dengeleri İsrail’in aleyhine bozmakla beraber Türkiye ve Arap ülkelerini de bölgede güçlü duruma getirmektedir.

Bağdat Paktı Türk-İsrail ilişkilerine fazlasıyla soğukluk katmıştır. İsrail bu gelişmelere karşı çıkarak Türkiye ile irtibat halinde kalmak istemişse de Türkiye, İsrail’in sorularına cevap vermemiştir. Bunun üzerine ABD ve İngiltere, Türkiye’ye İsrail ile yakınlaşma çağrısı yaparak İsrail’e güvence vermesi istenmiştir. Türkiye bu çağrıdan sonra bir adım atmış olsa da İsrail bu adımların samimiyetsiz olduğunu düşünmüş ve Bağdat Paktın kurulmasına kesinlikle karşı olduğunu belirtmiştir. Bunun başlıca sebebi Türkiye’nin, Bağdat Paktına daha fazla Arap devleti dahil edebilmek için, dış politikada Arap yanlısı bir politika izlemesidir. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde Türk-İsrail ilişkileri gevşemiştir.[16]

2. Süveyş Krizi

1956’da gerçekleşen Süveyş Krizi Türk-İsrail ilişkilerine zarar veren bir başka olaydır. Mısır lideri Nasır’ın Süveyş Kanalını millileştirmesi üzerine İsrail Mısır’a saldırı gerçekleşmiştir.[17] Askeri ve diplomatik anlamda Fransa ve İngiltere desteğini arkasına alan İsrail, Bağdat Paktını diplomasi ile önleyemeyince Orta Doğu ülkesi olan Mısır’a fiili bir saldırı düzenlemiştir. Türkiye bu saldırıyı kınamış, İsrail karşısında olumsuz pozisyon almış ve daha da ileri giderek Kasım 1956’da Tel-Aviv’deki elçisini geri çekerek temsilciliği elçilikten maslahatgüzarlık seviyesine indirmiştir. İlişkiler artık diplomatik anlamda da kopma noktasına geldiği bu noktada İsrail, Ankara’daki elçisini geri çekmek istememiştir fakat yoğun baskı üzerine kısa bir süre sonra İsrail de elçisine Ankara’dan geri çağırmıştır.[18]

3. Çevresel Pakt

İsrail fiili saldırıların yanı sıra Bağdat Paktına muhalif bir pakt kurma girişimlerinde de bulunmuştur. 1958’de kurulan paktın adına ‘Çevresel Pakt’ denilmiştir ve amacının İsrail’in bölgedeki güvenliğini sağlamak olduğu açıklanmıştır. Paktın isminden anlaşılacağı üzere Arap devletlerinin çevresindeki ülkeler bu pakta dahil edilmek istenmiştir. Çevresel Pakta dahil olan ülkeler Etiyopya ve İran’dır. ABD bu paktın kurulmasını destekliyordu çünkü bu pakt pan-Arap ve komünizme karşı bir amaç gütmüştür.

İsrail bu pakta ısrarla Türkiye’yi de dahil etme arzusundaydı ki bu dönemde Türkiye’ye sayısız gizli üst düzey ziyaretler gerçekleştirmiştir.[19] Türkiye bu ziyaretleri bir yandan kamuoyundan gizlerken bir yandan da Çevresel Pakta katılmak için koşulları İsrail ile sıkı bir şekilde müzakere etmekteydi. Nihayet 1957’den sonra Arap devletleri ile ilişkilerin gittikçe bozulmasıyla da Türkiye Çevresel Pakta dahil olmayı kabul etmiştir.

Bölgede gücünü yitirmek istemeyen ve Suriye ile diplomatik çekişme içerisinde olan Türkiye, SSCB’nin Suriye’ye askeri destek vermesi de bu kararı vermesinde etkili olmuştur. Son olarak Irak’ın Bağdat Paktından ayrılması Türkiye’nin Orta Doğu’da politikasını değiştirmesi gerektiğinin sinyallerini vermiştir.

Çevresel Pakt, askeri anlamda değil daha çok diplomatik anlamda iş birliğini öngörmekteydi. Özellikle istihbarat bakımından iş birliği içerisinde olan pakt üyeleri, bu bakımdan birbirleri ile yakınlaşmıştır. Türk-İsrail ilişkileri bu vesileyle tekrar yoluna koyulmuşsa da ilişkilerdeki bu canlanma fazla uzun sürmeyecektir.[20]

4. Arap-İsrail Savaşlarında Türkiye’nin Arap Yanlı Tutumu

1960’lara damgasını vuran 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Türkiye Arap yanlısı bir dış politika izledi. Bunun sebeplerinden biri, 1963 Kıbrıs Sorununa ilişkin ABD’nin 1964’de gönderdiği Johnson Mektubu’dur. Bu olayla birlikte ABD ile arası açılmış ve buna müteakiben İsrail’le de ilişkilere mesafe girmiştir. 1961’de Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle din faktörünün siyasete dahil olması dış politikada Arap devletlerine yaklaşmaya yol açtı. Bunun yanı sıra petrol zengini Arap devletlerinden bir ekonomik beklenti içinde olan Türkiye, savaşta Arap yanlısı olarak neticesinden maddi bir kazanç elde etmek istemiştir. Son bir neden olarak, sol akımın Türkiye’de etkin olmaya başlaması ve bunların komünizm ideolojisinden ötürü ABD-İsrail ittifakından rahatsız olması, bu grubun da Arap tarafının yanında yer almasına yol açmıştır.

Türkiye savaş esnasında Ürdün, Mısır, Suriye’ye gıda yardımında bulunarak Arap ülkelerine fiili olarak yardım etmiştir. Savaş sonrasında da BM toplantılarında İsrail aleyhtarı bir tutum sergilemiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil toprak bağımsızlığı üzerinde durdu ve bu yüzden Arap yanlısı olduklarını belirtti. Bu dönem Türk-İsrail ilişkileri siyasi anlamda sarsılsa da diplomatik anlamda çok büyük değişiklikler meydana gelmemiştir.

Ancak kriz İsrail’in Kudüs’teki faaliyetleri ile tırmanmıştır. 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması Müslüman ülkelerinin tepkisini çekmiştir. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel de tepkisini ortaya koyarak diğer Müslüman devletlerinin yanında olduğunu belirtmiştir.[21]

İkinci Arap-İsrail Savaşı olarak da adlandırılan 1973 Arap-İsrail Savaşı ile birlikte ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Türkiye yine Arap devletlerinin tarafında yer almış yine bir takım gıda yardımları yaparak Arap devletlerine katkıda bulunmuştur. Tüm bunları yaparken resmiyette de tarafsız olduğunu belirtmiştir.[22], [23]

5. 12 Eylül Darbesi Sonrası Türk-İsrail İlişkileri

İlişkilerdeki olumsuz hava 1980lerde de sürmüştür. Bu dönemde İsrail’in başına buyruk hareket etmesi Türkiye’yi oldukça rahatsız etmiştir. İsrail’in izlediği bu politika bölgede istikrarsızlığı iyice tetiklemiştir. Bu politikalardan birisi Kudüs’ün başkent ilan edilmesidir ki BM Güvenlik Konseyi her ne kadar bu hamlenin geçersiz olduğunu açıklamış olsa da Türkiye’nin bu hamleye tepkisi gecikmemiştir. Türkiye, Kudüs Başkonsolosluğunu kapatarak Tel-Aviv’deki Maslahatgüzarlığı ikinci katip düzeyine çekmiştir.

Türkiye iç siyasetine, 12 Eylül 1980’de TSK’nın darbeyle Türkiye’de yönetimi ele geçirmesi damga vurmuştur.[24]Darbecilerin ABD’ye ihtiyaç duymalarına rağmen Türkiye, ilginç bir şekilde Arap ülkeleri ile yakınlaşma girişimleri içerisine girmiştir. Lübnan işgali, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) gerillalarının Beyrut’tan uzaklaştırılması gibi İsrail’in bölgedeki faaliyetleri ile Türkiye’nin tepkisini çekmeye devam etmiştir. İsrail, Lübnan işgali esnasında Türkiye ile irtibata geçmiş, Ermeni kamplarını da bombalayabileceğini teklif etmiştir. Türkiye bu teklifi kabul etmiş ve bu durum ilişkileri az da olsa yumuşatmıştır.

1987 İntifada hareketi, işgal altındaki toprakları kurtarma amacıyla FKÖ’nün İsrail saldırılarına karşılık vermesi olarak tanımlanabilir. Kargaşa ve FKÖ’nün güç göstergesinden yararlanan Cezayir’deki Filistin Ulusal Konseyi, Filistin devletini ilan etmiştir. Özal hükümeti Türkiye adına bu devleti tanıdığını açıklamıştır.

1980’lerin sonunda İsrail ile ilişkiler iyice kopma noktasına gelmiş, Türkiye denge politikası izleme kararıyla politikasını değiştirmiş ve ilişkiler az da olsa ılımlaşmıştır.[25][26]

 

Dipnotlar

[1] Orta Doğu. (2021, Aralık 25). Türk Dil Kurumu Sözlükleri: https://sozluk.gov.tr adresinden alındı

[2] Küçükvatan, M. (2011). Soğuk Savaşın Türk Dış Politikasına Etkileri ve 1957 Türkiye-Suriye Bunalımı.Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 75.

[3] Erhan, Ç., & Kürkçüoğlu, Ö. (2001). Filistin Sorunu; Arap Olmayan Ülkelerle İlişkiler. B. Oran içinde, Türk Dış Politikası: 1919-1980; Kurtuluş Savaşından Bugüne Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I, s. 635). İstanbul: İletişim.

[4] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 636).

[5] Polat, D. (2020). Kuruluşundan Çöküşüne Milletler Cemiyeti Sistemi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, XIX(76), s. 1964.

[6] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 637).

[7] Tekdal Fildiş, A. (2012). Birleşmiş Milletler’in Taksim Kararı ve İsrail Devleti’nin Yaratılışı. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 342-343.

[8] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 638-639).

[9] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 640).

[10] Türkiye-İsrail İlişkileri. (2021, Aralık 30). Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/turkiye-israil-siyasi-iliskileri.tr.mfa adresinden alındı

[11] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 679).

[12] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 641).

[13] Şahin, T. (2016). Türkiye-İsrail Yakınlaşması; Denge – Stratejik İşbirliği – Gerilim – Normalleşme (s. 13). Ankara: Hattuşaş.

[14] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 642).

[15] Baş, A. (2018). Soğuk Savaş Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri (1948-1991). İsrailiyat: İsrail ve Yahudi Çalışmaları Dergisi, s. 8.

[16] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 644-645).

[17] Baş, Soğuk Savaş Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri (1948-1991)…, s. 9.

[18] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 646).

[19] Bengio, O. (2009). Türkiye-İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine; “İlk Kez İsrail Arşivleri ve Tanıklarıyla” (s. 72-74). (F. Dişkaya, Çeviren). İstanbul: Erguvan.

[20] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 647-648).

[21] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 796-799).

[22] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt I, s. 799).

[23] Baş, Soğuk Savaş Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri (1948-1991)…, s. 20-23.

[24] Erhan, Ç., & Kürkçüoğlu, Ö. (2010). Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler. B. Oran içinde, Türk Dış Politikası: 1980-2001 Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt II, s. 149). İstanbul: İletişim.

[25] Bengio, Türkiye-İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine…, s. 202.

[26] Erhan & Kürkçüoğlu, Türk Dış Politikası… (Cilt II, s. 150-151).

 

Kaynakça

Kitaplar

Bengio, O. (2009). Türkiye-İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine; “İlk Kez İsrail Arşivleri ve Tanıklarıyla”. (F. Dişkaya, Çeviren) İstanbul: Erguvan.

 

Erhan, Ç., & Kürkçüoğlu, Ö. (2001). Filistin Sorunu; Arap Olmayan Ülkelerle İlişkiler. B. Oran içinde, Türk Dış Politikası: 1919-1980; Kurtuluş Savaşından Bugüne Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I, s. 635-648; 796-801). İstanbul: İletişim.

 

Erhan, Ç., & Kürkçüoğlu, Ö. (2010). Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler. B. Oran içinde, Türk Dış Politikası: 1980-2001 Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt II, s. 149-152; 568-579). İstanbul: İletişim.

 

Güven, S. (2020). Siyasi Parti Lider Söylemlerinde Türkiye İsrail İlişkileri. Ankara: Astana.

 

Şahin, T. (2016). Türkiye-İsrail Yakınlaşması; Denge – Stratejik İşbirliği – Gerilim – Normalleşme. Ankara: Hattuşaş.

 

Yeşilyurt, N. (2013). Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler. B. Oran içinde, Türk Dış Politikası: 2001-2012 Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt III, s. 438-451). İstanbul: İletişim.

 

Makaleler

Baş, A. (2018). Soğuk Savaş Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri (1948-1991). İsrailiyat: İsrail ve Yahudi Çalışmaları Dergisi, 92-122.

 

Balamir Coşkun, B. (2012). Arap Baharının Gölgesinde İsrail-Filistin Sorunu ve Türkiye-İsrail İlişkileri. Ortadoğu Analiz, IV(42), 28-34.

 

Boran, T. (2020). Adalet ve Kalkınma Partisi Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 28-42.

 

Küçükvatan, M. (2011). Soğuk Savaşın Türk Dış Politikasına Etkileri ve 1957 Türkiye-Suriye Bunalımı. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 73-91.

 

Polat, D. (2020). Kuruluşundan Çöküşüne Milletler Cemiyeti Sistemi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, XIX(76), 1950-1967.

 

Tür, Ö. (2009). Türkiye-İsrail İlişkileri: Yakın İşbirliğinden Gerilime? Ortadoğu Analiz, I(4), 22-29.

 

Tekdal Fildiş, A. (2012). Birleşmiş Milletler’in Taksim Kararı ve İsrail Devleti’nin Yaratılışı. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 337-348.

Tüysüzoğlu, G. (2014). Değişen Bölgesel Denklemler Işığında Türkiye-İsrail İlişkileri’nde İşbirliğini Tetikleyen Unsurlar. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, III(3), 588-609.

 

Yılmaz, M. (2010). Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-İsrail İlişkileri. Akademik Ortadoğu, IV(2), 49-65.

 

İnternet Kaynakları

Orta Doğu. (2021, Aralık 25). Türk Dil Kurumu Sözlükleri: https://sozluk.gov.tr adresinden alındı

 

Türkiye-İsrail İlişkileri. (2021, Aralık 30). Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/turkiye-israil-siyasi-iliskileri.tr.mfa adresinden alındı

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Zübeyir Muminoğlu

Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.

You may also like