Rusya Kırım’ı daha evvel birkaç defa daha işgal etmişti. Bu yüzden 2014’te yaşanan işgal, ilk kez olan bir olay değil, Rusların tarih içinde tekrarladıkları bir olgudur.
Bu işgal olgusu -artık bizde ilkokul çocuklarının bildiği- bir Rus stratejisinin parçasıdır. “Sıcak denizlere inmek”.
Rusların işgal konusundaki iştahı hakikaten dikkat çekicidir. Tam Ruslara yakışır şekilde basit, kaba ve inatçıdır. Eğer güçleri yetmiyorsa asla bir yeri tutmazlar fakat “yeterince” güçlenince gidip bıraktıklara yere “çökerler”. (Çarlığın yükselişi, Sovyetlerin kurulurken serbest bıraktığı tüm Asya topraklarına katliamlarla dönüşü ve bugün Rusya Federasyonu’nun Çeçenistan, Gürcistan ve Kırım politikaları. Hepsi aynı düzlemde seyreder.)
Çökmek tabirini bilinçli kullandım. Tarihi sembol olarak kendilerine ayıyı seçen Rusların işgal mantığı; bir ayının tüm ağırlığıyla bal kovanına yüklenmesine benzer. Geniş topraklara sahip Rusya, hedefe koyduğu yeri ele geçirmek için tüm unsurlarıyla beraber asla barışmaz bir saldırı metodu takip eder. Ayıyla yalnız kalan kurban, böylece teslim alınır.
Bu “tarifin” son uygulama noktası Kırım olmuştur. 1944’teki insanlık dışı sürgüne kadar olan safahat dosyanın diğer yazılarında anlatıldığı için, 1944’ten bugüne kadar Kırım-Rusya ilişkilerine kuşbakışı bir nazar atmak yerinde olacaktır.
Burada üç tarih önem arz eder. 1944, yani Kırım’ın nihai olarak Slavlaştırılması. 1954, yani Kırım’ın Sovyetler içinde el değiştirerek Rusya Sovyeti’nden Ukrayna Sovyeti’ne bağlanması ve 2014 Rusya’nın Kırım’ı son işgali.
(Burada 4’lerin “tesadüfü” komplo teorisi üretmeye teşne bıçkın gençlere ekmek kapası yaratacak bir görüntü arz ediyor. Şansını denemek isteyen buyursun.)
1944’te Türk nüfustan “arındırılan” Kırım’a Rus sevketmek zorlu bir işti. Çünkü Sovyetler 2. Dünya Savaşı’nda en fazla insan kaybına uğrayan ülkeydi. Kırım, uzun tarihinde belki de ilk defa “edilgen” bir konuma düştü.
İnsan yokluğu tarım başta olmak üzere Kırım’ı besleyen tüm ekonomik yapıyı çökme noktasına getirdi. Kendi içinde bir “değer” üretemeyen Kırım, Rusların “büyük stratejisine” ayak uyduramaz duruma geldi.
Büyük strateji, yukarıda değindiğim “sıcak denizlere inmek” hedefiydi. Sıcak denizler, Karadeniz üzerinden Boğazlara inen ve sırasıyla Adalar(Ege) ve Akdeniz üzerinden bir taraftan Atlantik’e diğer yandan Hint Okyanusu’na uzanan tüm su birikintilerine Rusların taktığı isim. Bu stratejinin başlangıç noktasını da Kırım oluşturuyor.
Daha yolun başında (yani Karadeniz’in kuzeyinde) tökezleyen bu stratejik açmaz, Rusya açısından çözülmesi gereken bir meseleydi. Türkiye haricinde Karadeniz’e kıyısı bulunan tüm ülkeleri tahakkümünde tutan Rusya, Kırım’ı kendi eliyle çökerttiği için harekete geçemiyordu.
2. Dünya Savaşı sonrası dengelerin yeniden kurulduğu dönemde (1945-50) Rusya bu meseleye pek girmedi. Önce toparlanması, bu arada “ne koparabilirse” imparatorluğuna katması ve aynı zamanda atom yarışının içine girmesi gerekiyordu.
Ruslar hakikaten ne koparabilirlerse kopartıp bir de atom bombası “patlatınca” sıra Kırım’a geldi.
Kırım’ın kalkınmasının yolu “daha yakından” yönetilmesindeydi. Bu amaçla ülke içi bir transferle Kırım’ı Rusya’dan alıp Ukrayna’ya verdiler. Gerçekten bu çözüm iş gördü. Kırım toparlanmaya başladı. Sovyetler’de artan nüfusun bir kısmını da göç alarak, tam kapasite olmasa bile, “faaliyete” geçti. Birazcık toparlanan Kırım, artık Rusların Karadeniz politikasının temeline oturabilirdi.
(Kırım’ın Ukrayna’ya bağlanmasıyla ilgili bir başka iddia ise Genel Sekreter Kruşçev’in “memleketi” Ukrayna’ya yaptığı bir kıyak olduğu yönündedir. “De-Stalinizasyon” mimarına yönelik bu ithamın kaynağı bellidir. Ciddiye alınmayacak bir rivayettir.)
Tabii Türkiye’nin NATO’ya girerek olası güneye iniş rotasını kesmesi Rusların hevesini kırdı. Böylece Rusların yönetiminde bir türlü huzur bulmayan Kırım, nispeten rahat bırakıldı. Bu, Kırım’ın son üç asırdaki en sakin zamanıydı.
Yine de bu “sakinliğin” Rus standartlarında düşünülmesini rica ederim. Çünkü 50’lerin ortasından itibaren vatanlarına dönmek için çırpınan Kırım Türkleri’ne kesinlikle izin verilmiyordu. Bu konuda ısrarcı olanlar ya katledildi ya da hapsedildi.
1989’da Sovyetler “gümbür gümbür” çökerken; Türkler sınırlı da olsa anavatana dönmeye başlamışlardı. Kırım hâlâ Ukrayna Sovyeti’ne bağlıydı.
1991’de bağımsızlığını ilan eden Ukrayna’nın -özellikle Doğu sınırı ve Kırım’ın dahil olduğu toprakları- Rusya tarafından tanınmadı. Fakat bir savaş da yaşanmadı. Ruslar yine “yeterince” güçlenmek için pusuya yatıyordu. Bir sene sonra, 1992’de, Ukrayna ve Rusya arasında ilk “Kırım krizi” çıktı.
Sovyetlerin Kırım’da konuşlu Karadeniz Filosu bölgenin en güçlü donanma unsurlarını bünyesinde barındırıyordu. Ukrayna bu filonun kendisine ait olduğunu söyledi, Rusya reddetti. Gerilim zamana yayıldı.
Tam bu sıralarda Ukrayna-Rusya arasında ikinci bir gerilim çıktı. Bu sefer konu, Sovyetler Birliği döneminde Ukrayna’da konuşlu bulunan nükleer silahlardı. Mesele 1994’te imzalanan Budapeşte Anlaşması’yla çözüldü. Buna göre; Ukrayna elindeki nükleer silahları Rusya’ya teslim edecek, Rusya ise bunun karşılığında Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün “garantörü” olacaktı.
Buradaki “garantörlük” sözü Ukrayna’yı memnun etmiş olacak ki, Karadeniz’deki filoyla ilgili, bu sefer 1997’de, bir anlaşma imzalamaya ikna oldular.
Buna göre filonun Rusya’ya ait olduğu kesinleşti ve 2017’ye kadar Kırım’da kalması kararlaştırıldı. (Sonrasında Yanukoviç’le yapılan bir anlaşmayla bu süre 2042 yılına uzatıldı.) Karşılığında Rusya, Ukrayna’nın sınırlarını tanıdı.
Anlaşmalara bugünden baktığımızda; üzerinde kimsenin hak iddia etmediği Karadeniz Filosu hâlâ Kırım’da bulunan Rusya, Ukrayna’nın doğu sınırlarında kargaşa çıkarıyor ve sınırı “fiili” olarak bozuyor. Esas önemlisi Kırım’ı işgal etmiş bulunuyor. Rusların ne kadar “güvenilir” olduğuna dair hikmetli bir hikâye gibi duruyor.
Fakat bu bir hikâye değil, gerçek.
2013’te Ukrayna’yı Rus yanlısı Yanukoviç yönetiyordu. Doğu Avrupa’daki birçok ülkenin AB’ye üye olmasının ardından Ukrayna’nın da Avrupa’yla ilişkileri artmıştı. Bir komisyon kuran Avrupa Birliği ve Ukrayna “Ortalık Anlaşması” imzalamak için uzun süre çalıştı. Ortaklık Anlaşması 2013’ün Kasım ayında imzaya açıldığında Yanukoviç bu işe yanaşmadı. Başta Ukrayna milliyetçileri olmak üzere “Rus karşıtı” herkes sokaklara indi. Yanukoviç’in devrilmesini istiyorlardı.
Ukrayna, Rusya için vazgeçilmez bir “parçadır.” Rusların tarihi yükselişi Moskova’dan değil Kiev’den başlamıştır. Rusya’nın Avrupa’ya “sıçrama tahtası” da Ukrayna’dır, Avrupa’dan gelecek bir saldırıyı “yumuşatma noktası” da. Rusya açısından Ukrayna bir “arka bahçedir”.
Avrupa da Ruslarla aynı sebeplerden Ukrayna’da etkili olmak ister. Bu yüzden Ukrayna 1991’den beri Avrupa-Rusya sarkacında sallanmaktadır. Bu sallantı toplumda derin bir fay hattı yaratmış gibi görünüyor. 2013 Kasım’ına kadar hiç böylesine bir kökten taraf tutmaya şahit olmamış Ukrayna ahalisi ayaklanmıştır. Bu ayaklanma yalnız Ukrayna milliyetçilerinin değil tüm Rus karşıtlarının ayaklanmasıdır. İçlerinde Ukrayna’nın AB’ye üye olmasını isteyenler de vardır, “Büyük Ukrayna” ideali bağlıları da vardır, Avrupa-Rusya arasında “denge” politikasını savunanlar da. Yanukoviç’in imzalamadığı anlaşmanın tarihi önemi buradadır.
Herkes karşı cephede toplanınca Yanukoviç’in devrilmesi şaşırtıcı olmadı. İmza atmayı sevmeyen lider, kaçmayı sevdiğini gösterdi ve Ukrayna’yı terk etti. (Yeni adresini tahmin etmekte hiç de zorluk çekmezsiniz: Rusya.)
“Adamının” böyle kovalanmasına pek de ses çıkarmayan Putin Rusya’sı, Ukrayna’nın Avrupa eksenine dönmesi ihtimali karşısında ise teyakkuza geçti.
1997’de Rus işi “çözülen” sınır problemleri yeniden ısıtıldı. Ukrayna’nın doğusunda kalan Donbass bölgesi ve Kırım’daki nüfusun çoğunluğunu Rusların oluşturması Putin’i harekete geçirdi.
Önce Donbass’a savaş şirketlerinden milisler sokan Rusya, başarılı bir istihbarat çalışmasıyla bölgede olayları ateşledi. Yanukoviç sonrası toparlanma çabalarını sürdüren Ukrayna hemen duruma müdahil oldu. Fakat bölgenin doğrudan Rusya’yla sınırının olması, Rusya-Ukrayna güç ilişkilerinin eşit olmaması ve Ukrayna’nın yeni bir karışıklıktan çıkmış olması müdahalenin başarıya ulaşmasını engelledi. Ayrıca Yanukoviç “devr-i iktidarında” muhteşem(!) bir başarı göstererek Ukrayna ordusunun mevcudunu 41 bine, muharip asker sayısını ise 6 bine indirmeyi başarmıştı. Bu durum aradaki güç farkını “orantısız” bir seviyeye çıkardı.
Ukrayna’nın eldeki gücünü Donbass’ta yoran Rusya ikinci adımını attı. Zaten orada bulunan Karadeniz Filosu’yla “güvenli” hâle getirdiği Kırım’da bir referandum düzenledi. Ukrayna’ya haber vermek zahmetine bile girilmeyen bu referandumla Kırım, Rusya’ya bağlanma “kararı aldı”.
İşgalin ilk kaybedenleri tabii ki Kırım Türkleri oldu. Kırım deyince hepimizin aklına gelen isim Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Kırım’a girişi yasaklandı. Kırım Türkleri’ne ait tüm kurumlar tasfiye edilmeye başlandı.
Mevcut gücünü Kırım’a yönlendirirse güvenlik açığıyla karşı karşıya kalacağını gören Türkiye yine de sessiz kalmadı. Bu süreçte iyi iş çıkardı.
Daha işin başından beri bu işgali tanımayan Türkiye, Kırım Türklerinin yanında olduğunu açıkça ifade etti.
Kırım meselesinde dengeyi Ukrayna’yı desteklemekte bulan devlet, bu işte Avrupa’yla ortak tavır almaya dikkat etti. 2018’de İstanbul’daki Ortodoks Patriği vesilesiyle Ukrayna’ya kendi kilisesini kurma yetkisinin (otosefallik) verilmesinde de yine Türkiye’nin etkisi büyük oldu.
Başta Kırımoğlu olmak üzere Kırım’ın birçok önde gelen şahsiyeti, Türkiye’nin elinden geleni yaptığını defaatle ifade ettiler. Türkiye, bir devlet olarak elinden geleni yaptı, yapıyor. Türk vatandaşına düşen ise Kırım’ı unutmamaktır. Kırım’ı daima gündemde tutmaktır. Kırım’la ilgili malûmat öğrenmek, sivil toplum veya dernekçilik alanında, sosyal medyada, gündelik yaşamda bu meseleyi sakince ama bilinçle müdafaa etmektir.
Rusya’nın Kırım’ı son işgali, Rus Devletinin kendi milletini stratejisi uğruna harekete geçirmesiyle “başarılmış” bir olaydır. Kırım’ın refahına, Türk Dünyası’nın mutluluğuna giden yolda bizim de takip etmemiz gereken rota budur.
“Güzel Kırım’a” hasretimiz bâkîdir.
Semih Ayna
Latest posts by Semih Ayna (see all)
- Veda ve Teşekkür - 15 Aralık 2020
- İptal Kültürü-2 - 21 Eylül 2020
- İptal Kültürü - 20 Eylül 2020
- Gözlerimizi Kısarak Baktığımız Vatan: Kırım - 11 Eylül 2020
- Rusya’nın Kırım’ı Son İşgali - 6 Eylül 2020