Orta Doğu bugün olduğu gibi geçmişte de yerkürede adından en çok söz ettiren bölge olmuştur. Tarihe yön veren uygarlıkların, önemli buluşların beşiği sayılan bölge, büyük imparatorluklar için her zaman hedefte olmuştur. İmparatorluklar bu coğrafyadan çekilmek zorunda kaldıkları zaman ise sonlarına yaklaşmışlardır.

Makedonlar, Persler, Medler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar…

Hangisini incelesek, doruk noktalarında Orta Doğu, özellikle Mezopotamya için verilen mücadeleler, savaşlar, yenilgiler göze çarpmakta.

Adeta ulusların, devletlerin yaşam kaynağı olan bir coğrafya.

Türk İmparatorluğunun zayıflamasıyla birlikte dönemin “büyükleri” de doğal olarak bu topraklara göz dikmiş, belki de uğrunda -o döneme kadar- tarihin gördüğü en büyük yıkımı; I. Dünya Savaşı’nı başlatmışlardı. Sanayi Devrimi sonrası artan hammadde ihtiyacı doğrultusunda önemi daha da artan Orta Doğu’ya kurulan İngiliz ve Fransızlar sömürge imparatorluklarının bir kolunu da Türk’ten zar zor kopardıkları bölgelere atmışlardı.

Etnik ve mezhep yönlü ayrıştırma politikaları sonucunda huzurun uğramadığı bir bölgeye dönüşen Orta Doğu’dan zamanı geldiğinde çekilmek zorunda kalanlar, imparatorluk iddialarını da sürdürmeyi bırakmışlardır.

Ardından bir şekilde kurulan Yahudi devleti, bir olamayan Arap diktatörlerini bir araya getirmiş ancak bu birliktelik de hem içeride hem de dışarıda hüsranla sonuçlanmıştır. Altı Gün Savaşları ve Yahudilerin topraklarını üç katına çıkarması gibi hususlar biraz olsun yakınlaşan Arap ülkelerini daha kötü duruma getirmiştir.

Bu tarihlerden itibaren, özellikle de SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte; bugün bataklık olarak, terörün merkezi olarak anılan Orta Doğu’da ABD’nin ayak sesleri duyulmaya başlanmıştır. Süper Güç çekişmesinden -öyle ya da böyle- galip ayrılan ABD, artık tek başınaydı ve istediği her yere burnunu sokabilecekti.

Zaten bir asırdır her şekilde bölünmesi adına politikalar uygulanan Orta Doğu’da önce Irak sonra Suriye bataklığın merkezi olmuş ve bitmeyen terörün, etnik bölücülüğün ve mezhep çekişmelerinin beşiği durumuna gelmiştir.

Tüm bunlar olup biterken türetilen milyon tane komplo teorisinin her biri aynı sonuca ulaşmakta; vaadedilmiş topraklar…

Sözde Nil ve Dicle arası tarihte Yahudilere aitmiş ve tekrardan onlara iade edilmeliymiş. “Bir kere sahip olunan, sancak dikilen yere her şekil ve koşulda sonsuza dek sahip olunuyorsa, Adriyatik’ten Pasifik’e kadar Ay-Yıldız çekilsin” dedirten bir iddia..!

Ne yazık ki, bu iddiayı ciddi ciddi uygulamaya çalışanlar var ki Orta Doğu’da, yanı başımızda kıyametler kopuyor.

Yukarıda da belirtildiği üzere, bölgedeki birliği ayrıştırmak için etnik ve mezhepsel argümanlar son yüzyılda çokça kullanıldı. Bu noktada emperyalistler için en önemli araç, tarihte adı geçse bile sanı olmayan, aşiretler halinde kabile yaşamında geçinip giden siyasi bir eylemde bulunmaktan daha çok, eylemde bulunanların yanında-yönünde olan Kürtler olmuştur. Bugün de sınırlarımızın öteki tarafında saçma işlere girişenler, “Kürt halkının” temsilcileri oldukları iddiası ile bu dönemin büyüklerine maşa olmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Her fırsatta mağdur edebiyatına yatan ancak bebeğe kıymaktan, öğretmen-doktor öldürmekten, orman yakmaktan geri kalmayan zihniyetin savunucuları ise fistanlıları kahraman ilan etmekten geri durmuyorlar.

Diğer yandan; kendi adına pozitif ayrımcılık talebinde bulunurken, askere kurşun sıkarken Türk’üm diyenlere faşist demekten de geri durmuyorlar. Çünkü bu beyinler, tam algılayamadıkları sol cenah ve Orta Doğu bağnazlığı arasında kalmalarından ötürü kendilerini büyük bir boşluğun içinde hissetmektedirler.

Onlara göre Orta Doğu’nun kadimleri kendileridir ve Türkler sonradan gelip onları yerinden etmişlerdir. Fakat kadimliğe dair herhangi bir âlâmet yok. Tarih boyunca, bugün yaptıkları gibi, güçlü olanın arkasında durmayı düstur bilen, siyasi olamayan topluluklar halinde yaşayarak ordan oraya savrulmuşlardır.

Bu konuda prof. Osman Karatay şöyle söylemektedir; “siyasi güçleriyle birlikte anılan büyük etnik bloklar arasındaki boşluklarda, fay hatlarında, etraftaki hiçbir etnik yapıya ait olmayan, kendi içlerinde de bütünlükleri bulunmayan kitleler dolaşır. Bunlar büyük güçler tarafından kaale alınmayan topluluklardır”(Karatay, İran ile Turan, s.120)

Tarihin gün gibi ortaya koyduğu mevzular bütününe bakıldığında pek fazla konuşulmasına gerek kalmayan bu hususlar üzerinde ciddi manipülasyonlar oluşmaktadır. Orta Doğu’nun son dönem -gizli hastalığı- “Kürtçülük” bu manipülasyonlar ve ardılı söylenen yalanlar dolayısıyla toplumsal gelişimini tamamlayamayan kitleleri etki altına almaktadır.

Velhasıl; toplama bir dil ve sayısal saçmalıklar üzerine inşa edilmek istenen bir devlet ve ulus mevzu bahis olmaktadır. Tarihin hiçbir devrinde bir olamayan kitleleri -kitleyi değil, kitleleri- emperyalizme ve varsayılan iddialara hizmet ederek gerçekleşebileceğini sananlar, hayal görmeyi bırakmalıdırlar.

Türk Cumhuriyeti’nin yüce orduları tarafından kahredileceksiniz..!

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Koçeroğlu

okur-yazar

One thought on “Kürtçülük

  1. Ebu Cehil dedi ki:

    Bu kürtçülük vebasının en belirgin özelliği de her bir haltı kendi yaptıklarını idda etmeleri bu teröristlere kalsa hzİsa bile Mardin Nüsaybinli?

Comments are closed.

You may also like