Yayınlandığı dönem gündemde kalan, bazı tartışmaları tekrardan alevlendiren bir film “Toğrağın Çocukları”.
Bozkıra savaş açmanın, toprağın bağrına kazma saplamanın, köyün-köylünün derdine köyden çözüm üretmenin mücadelesinin verildiği o yıllara götürüyor bizleri.
O Yıllar..
1935’e gelindiğinde, nüfusun %80’i kırsal kesimde yaşamaktaydı. 40 bin köy, 25 bin köy altı yerleşim birimi vardı. Ancak istenilen düzeyde okul, öğretmen ve para yoktu. 1935’de İlköğretim Genel Müdür vekilliğine atanan ‘İsmail Hakkı Tonguç’, “Eğitim Yolu ile Canlandırılacak Köy” adlı bir çalışma hazırladı. Bu çalışma ile ilkokul mezunu zeki çocukların köy enstitülerinde yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmalarını öneriyordu. Köy Enstitüleri’ nin, 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı Kanun ile açılmasına karar verildi. (Kaynak: Tolga Uslubaş, Kronolojik Türkiye Tarihi, Venedik Yayınları, İstanbul 2013, s.93.) Bu karar ile başlayan mücadele-aydınlanma çabası en verimli ürünlerini 1947’ye kadar verdi. 47’de ‘Tonguç Baba’nın görevinden alınması ile başlayan müfredatın içinin boşaltılması 1954’te Köy Enstitülerinin kapatılması ile sonuçlanmıştır.
O Yıllar Beyaz Perdede..
Film mekanı Köy Enstitüleri arasında da önplana çıkan “Hasanoğlan Köy Enstitüsü” olarak seçil’miş. İlk başta belgesel olarak çekilmesi düşünülse de “uzun metraj” da karar kılınıyor’muş.
Film boyunca didaktik dış sesin girdileri Köy Enstitüsü’nün atmosferinde nefes alış verişlerimi sekteye uğratsa da çok bilinmeyen bu konunun izleyici tarafından daha iyi algılanması adına yapıldığını düşünüyorum.
Film’in başlangıcında yaşanan katliam sahnesi ekrana kitlenmeme ve yerimden doğrulmama neden oldu. Katliam, köylü tarafından sıtma getirdiği düşünülen çingenelere uygulanıyor; bu katliamdan kaçabilmeyi başaran 2 kadının yardımına koşan Köy Enstitülü genç ile hikaye ana hatları netleşiyor. (Bir de katliama göz yuman çavuşumuz var.) Bu katliam sahnesinin verilmesinde sanıyorum ki köylünün birtakım yanlış fikirlerinin nasıl sonuçlandığı vurgulanarak bir zihniyet kategorizasyonuna gidilmiş. Köy-köylü-köy enstitülü arasındaki bağda katliamı gerçekleştiren köylü tiplemelerinin köy gerçeğinin “bir” izdüşümü olduğunu fakat tamamen köyü yansıtmadığını söyleyebilirim. Bu bağlamda filmin her ne kadar Köy Enstitüsü’nün hikayesine odaklansa da enstitünün köy ile bağını yeterince vurgulayamadığını düşünüyorum.
*Katliamdan kurtulan iki kadının (Melek, Karika) tramvatik süreci de es geçilmiş.
Filmde odak noktasını bozmadan işlenen aşk ilişkisi (Cevher-Aybike) köy enstitülülerinin yurtları için çabaları gibi sevgi, emek ve içtenlik barındırıyor. Bu aşk ilişkisinin öznelerini ön plana çıkartan film aynı zamanda onların enstitü eğitimleri ile kazandığı duruşu-davranışları da ön plana çıkartmış oluyor. Mücadeleci, inançlı, okuyan, özverili ve bilinçli Köy Enstitülü Gençler. Onlar ulusal varlığın temeli, kökü; Onlar yurdun öz sahibi efendisi..
Film, köy enstitüleri karşısında konumlandırdığı tiplemeleri (Çavuş, katliam yapan Köylüler) olumsuzlarken bir taraftan da köylülerin gerici feodal kafa yapısı ile çavuşun politik hayranlığı arasında bir bağdaşıklık kuruyor. Köy Enstitüsü kazanımlarına karşı olan ve çeşitli şekillerde saldırganlıklarını gösteren tiplemeler dedikodu ve karalamalar ile kendi şiddet eylemlerini meşrulaştırıyorlar. Burada bu tiplemeler yeterince derin verilmediğinden dolayı oluşan birtakım kopuklukların nedenini izleyiciye aktarılmak istenilen mesajın baskınlığına bağlıyorum.
Köy Enstitülerinin ne yaptığını, neyle mücadele ettiğini, nasıl bir yer olduğunu 1945 yıllarındaki anonim bir Köy Enstitüsü öğrenci ve öğretmenleri üzerinden anlatan filmin en etkileyici bulduğum sahnesi ise Kemal Öğretmen’in yaptığı son konuşmaydı:
“Bugünümüzün karanlığı sizi korkutup cesaretinizi kırmasın! İstikbale olan inancınız daima canlı ve dipdiri kalsın! Bu enstitü yüzlerce öğretmen yetiştirdi. Yüzlerce parlak ışık! Burayı kapatmak için ellerinden geleni yaptılar. Biliyorum ki sizler bıraktığımız ülküden devam edecek ve bozkırı yeşile boyayacaksınız!”
Film senaryo ve kurgu da çeşitli eksiklikler barındırsa da “Köy Enstitüleri”ni konu alan ilk uzun metrajlı film olması bakımında önemli bir yere sahip. Bu yazıyı yazmadan önce “oyuncuların gönüllük esaslı çalışmış olduğunu” öğrenmem de filmi apayrı bir yere koymama neden oldu. Daha iyisinin çekilebilmesi için böylesine bir başlangıç izlenmeyi hak ediyor.
Yazımı “Köy Enstitüleri Marşı” ile bitirmek istiyorum.
Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine.
Milletin her kazancı, milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak
En yeni aletlerle, en içten çalışarak,
Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak,
Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği.
Yıkıyor engelleri ulus egemenliği.
Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği.
Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
-Tahakküm
Zafere Doğru
Latest posts by Zafere Doğru (see all)
- Kadınlar Seçme ve Seçilme Hakkını Nasıl Kazandı? (Afet İnan) - 24 Şubat 2021
- Ağız Sütü veya Kolostrum - 10 Şubat 2021
- Bir Sosyalistin Gözünden Tiflis’te Ermenilerin Mezalimi - 29 Ocak 2021
- 2021 Yılında Misak-ı Zafer - 1 Ocak 2021
- “Türklerin Babası” (Soyadı Kanunu) - 17 Aralık 2020