Türkiyamızın Bir Problemi: Siyasette Üslup ve Tavır

Ülkemiz son 5 yıldır olduğu gibi yine seçim sath-ı mailinde bulunuyor. “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey olan” İstanbul seçimlerinin tekraren yapılması kararı milletimizi karpuz gibi ikiye böldü: “fetö, pkk, daeş, dhkp-c’nin zillet olarak birleşip Cehape’yi desteklediğini düşünen Tayyipçiler” ve “Kainattaki tüm kötülüğün kaynağı Tayyip Erdoğan’ı -bu sefer- kesinlikle yıkacak olan Ekremciler”.

Bu bölünmenin kime faydası var ?

Demokrasiyi “çoğunluk ne derse o olur” şeklinde anlayan, son yıllarda eski havası ve birliği kalmayan, ez cümle hikayesini tüketmiş iktidara ciddi bir yararı var.

Fakat, aynı zamanda, 20 yıldır kronik hiçbir mesele hakkında, hatta genel olarak hiçbir mesele hakkında bir program ortaya koyamayan muhalefete de faydası var.

İki tarafta mutlu. Güzel, demek ki bu oyun daha sürecek.

Kutuplaşmacılık oyunu sürüp milletimiz tertemiz delirirken neleri kaçırdık bir hatırlayalım. Sonra üslup ve tavır meselesine geçelim.

Fazla uzağa gidip ya da detaylandırıp, yazıyı mecrasından koparmanın lüzumu yok. 15 Temmuz’la başlayalım.

Ülkemizde Albay Talat Aydemir haricinde darbeye kalkıp da başarısız olan tek kişi Fethullah Gülen’dir. (Aydemir’in ruhundan, ismini Fethullah’la aynı düzlemde geçirdiğim için istimdad diliyorum.)

Fethullah’ın bu darbe teşebbüsüne kalkarken güvendiği siyasiler kimlerdir? 3 yıl oldu, çözülemedi. Hakkari’nin bilmem ne köyündeki Ahmet dayının Fethullah’ın bankasına para yatırdığı için Fetöcü olduğu kesinleşti. Fakat Pensilvanya’ya “hacca” giden siyasilerin Fetöcü olup olmadıkları bilinmiyor.

(Fethullah’ın bir terör örgütü kurduğunu 15 Temmuz gecesi anlayan ve “ahmakmışım” diyen Bülent Arınç, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’na atandı. Sayın cumhurbaşkanı, kendisini “ahmak” olarak tanımlayan bu zatla neyi istişare edecek?)

16 Nisan 2017 tarihli referandumla başkanlık sistemini onayladık. 24 Haziran 2018 erken genel seçimleriyle de adı geçen sisteme geçtik.

Aşağı yukarı bir yıldır yönetim biçimimiz olan başkanlık sistemi- üstelik Türk tipi olanı- ne demektir bilen var mı?

Yasama ve yürütme başkanlık sistemi, belediyeler parlementer sisteme göre idare ediliyor.

31 Mart öncesi ve şimdi, başkanlık sisteminin yerel yönetimlere nasıl uygulanacağına dair bir tartışma oldu mu? Hayır. Anlaşılan herkes nasıl olacağını biliyor. Ya da…

Ya da en ufak bir fikirleri yok. 24 Haziran gecesi saraya üniformasıyla gelip, arkada kostümünü değiştirdikten sonra rütbe atlayan Hulusi Paşa gibiler. Fazla düşünmeden, ne olursa ayak uyduruyorlar.

(Kadro eksikliğinden damadını ekonominin başına getirmek zorunda kalan cumhurbaşkanının dramından bahsetmiyorum bile.)

İstanbul seçimi neden yenilendi? Herkesin fikri var ama mantık çerçevesine oturmuyor. Mesela; uçakların rüzgarın tersine uçarak doğayı yenmesini beklediğimiz İstanbul havalimanı neden kuzeye yapıldı? İstanbul, kuzeye doğru genişlerse ne olur? Dünyada İstanbul’un dengi şehirlerin bazılarının kendi ülkelerinin önüne geçmesi söz konusuyken, aynısı bizde de mi olacak? Söz gelimi, İstanbul yeniden payitaht mı olacak veya Ankara’dan bağımsızlığını mı ilan edecek? Eğer İstanbul bağımsız olursa; Diyarbakır, Samsun, İzmir veya Konya’yı kim zaptedecek? Herkes bağımsız olamayacağına göre belirli şehirler mi seçilecek? Bu, eyalet sistemi değil mi? Ya da iktidar partisinin -tecrübeli adaylarla- kazandığı yerler mi özerk/bağımsız olacak?

Sorular çoğaltılabilir. Şimdilik kısa kesiyorum.

Bizim bunları tartışmamız gerekirken gündemimizi -kronolojik olarak- şunlar meşgul ediyor:

-Bu bir kontrollü darbedir.                       +Şehitlere hakaret etme.                         -Bana bak Muharrem.                              +Sana baktım Recep.                                  -Basit dedim.                                                +İt dedin.                                                      -Onu da biz yaptık.

Bu diyaloglarla yukarıda sorulan soruların veya ekonomi, dış politika gibi sıcak gündemlerin ne alakası var Allah aşkına?

Papazın salınması meselesinde de aynısı oldu. Sidik yarıştıracağız diye, iktidarı-muhalefeti el ele verek ulusal onurumuzu zedelediler. (Hangi papaz mı? Pilav yemeyeni.)

Son beş yılın gündemiyle alakasız olan iktidar ve muhalefet, el birliğiyle paralel bir evrene geçtiler. Bu evrende; plan, program, teşhis, tespit, çözüm yok. Bu evrende; ucuzluk, bayağılık, hakaret, teşhir, aşağılama var. Bu evrende vatandaş yok, taraftar var. Bu evrende millet yok, yığın var.

Türk siyaseti cumhuriyet devrinde çok defa değişimler gösterdi.

Misal; İsmet Paşa ayağını yorganına göre uzatırdı, her yerde aynı vaatleri tekrarlardı. Menderes; sıcak parayla beraber daha önce hizmet gitmemiş yerleri kalesi haline getirdi. Köyde başka, şehirde başka konuştu.

Sonra Demirel geldi. Gittiği her yerde farklı konuştu. Nereye gittiyse; oranın şivesiyle vaatlerini sıraladı, şehrin futbol takımının atkısını omuzuna taktı.

Ecevit de atkı işini sevenlerdendi. Sorunlara kökten ve kat’i çözümleri vardı. Nihai çöküşü getirmeden, elinden zor aldılar.

Türkeş ve Aybar en programlı olanlarıydı. İdeolojik yaklaşımları sebebiyle tabii. Aynı sebepten hiç alternatif olamadılar.

Meydan; zekasını her şeyi birbirine harmanlamaya adamış Erbakan’a ve ardından öğrencilerine kaldı.

Erbakan’ın harman çabası, Erdoğan’la beraber karmaşaya döndü. Muhafazakarlar iktidara geldikçe değişti, laikler iktidardan düştükçe sabitleşti.

24 Haziran’dan önce Erdoğan bir ara başkanlık sistemini anlatmaya niyetlendi. Fakat kimse dinlemedi. Galiba kendi yarattığı Frankeştayn’a bakan doktor gibi dehşete kapıldı. Ama çare yok.

Siyasetimiz nefes alıp verdiği paralel evrende paradoks yaşıyor. Eğer, taraflar birbirlerine küfretmezse yok olacaklarını içgüdüyle hissediyorlar.

Bu yüzden bu kadar pespayelik söz konusu. Bu yüzden seviyesizlik bir seviye halini aldı. Evet, bu yüzden, ülkemizde artık kimse utanmıyor.

Bu kilitlenmeden kurtulmanın anahtarı %50/%50 bölünmüş olan yığınlara ayak uydurmamakta. İstediğiniz partiye oy verin, ama bir kez olsun sorunları tespit edip etmediklerini, sizinle aynı dilden konuşup konuşmadıklarını test edin.

Eğer Türk milleti tarihin ve Tanrı’nın yüklediği bu vazifeyi yapmazsa; hiçbir şey güzel olmayacak. Daha güzel olması da mümkün olmayacak. Herşey daha da bayağılaşacak.

Aziz Türk milletinin mensubu! Unutma, “hak yok, vazife var”. Tek başına kalsan da vazife başına!

Türk’çe bakın, Zafer’le kalın!

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Fırat Kazganoğlu

Meçhul bir zamanda doğdu. Muammaya müptela. Türkçü. Yazar.