Bir aylık bir inziva dönemi yaşadım. O arada, Ayasofya Camii aslına rücû etti. Tekbirlerle karşılayan çoğunluğun yanına tebriklerle iştirak ediyorum.

Ayasofya meselesi ilk gündeme geldiğinde bir yazı hazırlığına başlamıştım. Sonra kaldı, derken Danıştay kararını açıkladı ve Cumhurbaşkanı imzayı attı. (İtiraf edeyim yazıyı Danıştay kararından önce yetiştirebilseydim, iktidarın Ayasofya’yı camii olarak açamayacağını iddia edecektim. Anlaşılan o ki, yanılmışım. Fakat Danıştay kararı değerlendirmelerimde yenilemeye sebep oldu. Bu yenileme neticesinde daha sağlıklı bir bakış yakaladığımı düşünüyorum.)

İlgili yazı dediğim gibi, kaldı. Fakat yazıya çalışırken matbuatımızdaki Ayasofya tartışmalarıyla da hemhâl oldum. Birazdan okuyacağınız yazı işbu tartışmaların ilklerinden ve en meşhurlarından.

Yazı öncesi “önbilgi” vermek gerekirse; 1952 yılındayız. Malûm bir sene sonrası – 1953 – İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüydü. Fethin yıldönümü yaklaştıkça mukaddesatçı kesim de hareketlendi. Birkaç yıl önce Arapça ezan yasağını kaldıran dönemin iktidarı Demokrat Parti’den bu sefer başka bir şey isteniyordu: Ayasofya Camii’nin açılması.

Osman Yüksel Serdengeçti, o zaman müze olan Ayasofya’yı gezmiştir. Bu gezide aklına gelenleri kendine has üslûbuyla yine kendi adını taşıyan dergide yayınlar.

Daha sonra bu yazı sebebiyle Başbakan Menderes’in hücumuna uğrayacak ve yargı takibatına maruz kalacaktı. Hatta hakkında bir de dava açılacaktı.

Sonuçta Serdengeçti beraat etti. Ayasofya da haftaya cuma açılacak. Kararı bir kez daha tebrik ederken, ilgili yazıyı dikkatlerinize sunuyorum.

(Yazı ilk kez Serdengeçti Dergisi’nin Ağustos 1952 tarihli 17. sayısında yayınlandı.
Aynı yazı Serdengeçti dergisinden alıntılanarak Ehli Sünnet Dergisi’nin 1 Eylül 1952 tarihli 120. sayısında da yayınlandı.
Serdengeçti daha sonra bu yazıyı ve mahkeme safhasını Ayasofya Davası isimli kitapta topladı.)

“Ey İslâm’ın nûru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!…

Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?!…Hani minarelerinden göklere yükselen, tâ mâveradan gelen ezanlar?!…Hani o ilâhî devir, ilâhî nizamlar?!…

Ayasofya ses vermiyor, Ayasofya bomboş, Ayasofya bir hoş!..

Hani nerde, şu muhteşem minberde, binlerce erin, binlerce gazinin baş koyduğu şu temiz yerde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor!… Ayasofya seni bu hale koyan kim; seni çırılçıplak soyan kim?

Hani kubbelerden gönüllere, gönüllerden kubbelere gürül gürül akan, sineler yakan Kur’an sesleri…

Kur’an sesleri dindirilmiş, Müslümanlar sindirilmiş, Allah, Muhammed Hülafa-i raşidîn, bu din ulularının isimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!…

Fethin, Fatihin mabedinden kitab-ı mübini, bu ulu dini, kaldıran kim?
Dinimize imanımıza saldıran kim?!.

Asırlık surların arkasından köhne Bizansı hortlatmak istiyen eller kimin eli, bunu söyliyenler kimin dili, Ayasofyayı puthane yapan hangi delidir?!.

Elleri kurusun, dilleri kurusun…
Ayasofya, Ayasofya seni bu hale koyan kim?. Seni çırılçıplak soyan kim?.

Ayasofya! Ey muhteşem mabet!. Merak etme, Fatihin torunları yakında bütün putları devirip seni camiye çevirecekler. Gözyaşlarıyla abdest alarak secdelere kapanacaklar… Tehlil ve tekbir sadaları boş kubbelerini yeniden dolduracak… İkinci bir fetih olacak… Ozanlar bunun destanını, ezanlar bunun ilânını yapacaklar… Sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen tekbir sesleri fezaları inletecek… Şerefelerin yine Allahın ve onun sevgili Peygamberi Hz. Muhammedin şerefine ışıl ışıl yanacak… Bütün dünya Fatih dirildi sanacak… Bu olacak Ayasofya, bu olacak!.. İkinci bir fetih, yeni bir basübadelmevt… Bu muhakkak.. Bu günler yakın, belki yarın, belki yarından da yakındır… “

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Fırat Kazganoğlu

Meçhul bir zamanda doğdu. Muammaya müptela. Türkçü. Yazar.