Evet Ortadoğu’da birçok kez topluma liderlik yapma ve  onu organize etmenin eksikliğini görmüştük. Şüphesizdir ki Ortadoğu’da güçlü , seküler ve arabulucu rolünü üstlenecek , Ortadoğu halklarının isteklerine cevap verebilecek ve refah durumunu iyileştirebilecek bir liderliğin eksikliği var. Osmanlı Devleti’nin bölgede sağladığı huzur , güven ve istikrar ortamı , sorunları çözümleyecek bir otorite eksikliği her geçen gün daha da acı bir şekilde anlaşılıyor . Bu yazı ile bu otorite eksikliğinin yarattığı ortamda oluşan bir realiteyi ; Baas Partisi ve Ortadoğu ve genellikle Arap Devletlerinde bir dönem hakim olan “Baas-Sosyalist”  ideolojiye sosyolojik bir yorum getireceğiz . Bölgesel veya ulusal bir takım durumların ve olayların nasıl küresel durum ve olaylardan etkilendikleri de göz önüne çıkacak .

Liderlik yokluğunun çok sayıda nedeni var ; Birincisi , genelde demokrasi ve siyasi meşruiyetin olmaması . Türkiye haricinde çok az ülke devlet başkanlarının seçimle gelip gittiği (en azından bir derece ) bir ülke kurabilmiş durumda . Demokrasi olmadan toplumlarının istek ve şikayetlerini yönetime aktarması çok zor . Ortadoğu’da yönetimlerin ideolojik tabanı da bunu manipüle  etmek için kullanıyor ve halkın taleplerine gerçek ve doğru cevaplar verilemiyor (Fuller, 2016)

İkincisi ; Ortadoğu’nun her zaman işgaller , savaşlar , dış müdahaleler , manipülasyonlar ve işgaller görmesidir . İstikrarsızlığın oluşturduğu ekonomik ve sosyal çatışmalar toplumun isyan etmesine ve devlet aygıtına inancını yitmesine neden oluyor . Etnik ve dini bölünmeler de bu istikrarsızlıklara zemin hazırlıyor ve bunlar da Ortadoğu’da kaos düzeninin devamını sağlayan nedenler oluyor . Çok sayıda grup ve topluluğun yaşadığı yerlerde güçlü bir merkezi devletin kurulması zordur . Bunun nedeni bu grup ve toplulukların düşünce ve isteklerinin uyuşmamasıdır . Her düşünce ve beklentinin arkasında diğerini reddeden bir asabiyet vardır . (İbni Haldun, 2018)   .

Arap dünyasında ortaya çıkan istikrarsızlık süreçlerinin ki bunlar Osmanlı’nın bölgeden çekilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır , bu durumlar ile ilgisi bulunmaktadır .  Bölgede otorite eksikliği, ülkelerin daha karmaşık ilişkiler ağına dahil olmasına , dış müdahalelere karşı tepkisiz kalmasına ve kendi kaynaklarını kullanamaz duruma gelmesine neden oluyor . Çatışma ve kargaşa durumlarının olmadığı toplumlarda iktidar kolay elde edilen bir unsurdur . Ortak paydada birleşmek ve toplumu da bir amaç uğrunda bir araya getirmek daha olanaklıdır  .  Ancak Ortadoğu’da ki kavga ne kavgasıdır ?

Bugün Ortadoğu’da esas kavga birtakım oryantalistlerin ya da Doğu orijinli akademisyenlerin belirttiği gibi laiklik ve İslamcılık arasındaki kavga değildir . Hatta Sünnilik ve Şiilik kavgası da değildir . Bölgesel ve global ilişkileri etkileyen çatışmayı körükleyen aslında radikal cihadi İslam ile Suudi İslam’ı arasındaki kavga da değildir . Ortadoğu’nun kavgası daha ziyade demokratik İslamcılık ve Müslüman otokrasi arasındaki kavgadır . (Fuller, 2016)

Bu kavgalar arasında Arap devletleri ; liderlik ya da vizyondan yoksun – özellikle Körfez ülkeleri-  bölge yönetimlerinin , halkları değişim için harekete geçerken Körfez monarşileri bölge istikrarsızlığının demirbaşları olarak koltuklarını tutmaktadırlar . Bölgenin üstünde esen Arap Baharı rüzgarları ne yazık ki esmesi gereken yerlerde esememiş , estiği yerlerde Batı ve Körfez bloğunu sevindirmiştir . Bu gelişmeler Arap Baharı kavramını kullanmanın yanlış olduğunu düşünenlerdenim . Öncelikle bahar kelimesinin burada  “kış” ile sonuçlanacak bir mevsimsel döngüyü işaret ettiğini düşünürsek bu kavramın doğruluğunu kabul edebilirim aksi takdirde bu süreç baharın getireceği sevinçten çok kışın getireceği soğukluğu vermiştir .

Arap dünyası Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı Şerif Hüseyin’in isyanlarını ve sonrasında  İbn’i Suud  ile mücadelesini izlemiştir . Savaş sonrası dönemde bölgede hakim olan Fransa ve İngiltere bölge halklarının kendi geleceklerini tayin etmelerine izin vermemiş ve manda yönetimleri kurmuşlar , bağımsızlık mücadelesine girişen halkları da baskı altına almışlardır (Abdullah, 2017)  .

Bu yüzden Batı karşıtı bir dönüşüm izleyen Arap dünyası 2.Dünya Savaşı dönemi ve sonrası bir başka dönüşüm geçirmek zorunda kalmıştır . Sovyet Sosyalizmi ve ABD kapitalizmi arasında bir bocalama yaşayan Arap dünyası sosyalizmin etkinliğini artıracak şekilde belki de modern Arap tarihinin en büyük siyasi örgütlenmelerinden birine imza atmıştır  .  Resmi anlamda olmasından ziyade birçok Arap ülkesinde düşünce ve siyasi yönelimleri etkileyen bu hareket ;  ” Baas ” hareketiydi. 1947’de kurulan bu hareket Arap devletlerinin tek bir sosyalist devlet altında toplamak amacını güdüyordu. “Birlik – Özgürlük – Sosyalizm ” sloganını kendilerini rehber edinen “Baas” hareketi Arap dünyasında büyük bir destek görmüştür    . Birlik ile kastedilen Arap Milliyetçiliği ‘nin temelde bölgesel hale gelmesidir.

Temelde Baas sosyalizmi toplumsal eşitsizliğin azaltılması, özel mülkiyetin sınırlandırılması, yerli ve yabancı büyük özel firmaların kamulaştırılmasını öngörüyordu. Özel teşebbüs ve miras hakkının ise korunacağı belirtiliyordu. Baas’ın sosyalizm anlayışında Avrupa’nın proletarya diktatörlüğünü reddeden demokratik sosyalizminin, yani İkinci Enternasyonal’den Sosyalist Enternasyonal’e uzanan çizginin etkisi görülüyordu. Baas öncesi Arap hareketlerinde İslami nitelik daha ağır basıyordu ancak Baas , sosyalizm ve sekülarizmin yanında laiklik olgusunu temel ilke olarak sayıyorlardı  .

Baas Liderleri ( Soldan Sağa; Enver Sedat , Muammer Kaddafi ve Hafız Esad )

Daha önce Arap dünyasında güçlü ve örgütlü bir hareket olan Mısır merkezli İhvan-ı Müslim yani Müslüman Kardeşler hareketi daha İslami eksenli olmasının yanında sol bir kavram benimsemiyordu . Ancak  “Soğuk Savaş” dönemindeki nüfuz çatışması da Arap dünyasının siyasal ve sosyal eğilim ve beklentileri üzerinde etkili olmuştu . Mısır’da 1956’da  “Süveyş’in Millileştirilmesi ” üzerine patlak veren  Fransa ve İngiltere ile Mısır arasındaki kriz ve İsrail ile Arap dünyası arasında süre giden kriz şüphesiz Batı karşıtlığını oluşturan temel durumlardı. Birinci Dünya Savaşı sonrası Arap toplumlarının özgürlüklerinin İngiltere ve Fransa tarafından engellenmesi de normal olarak Batı karşıtlığını körüklemişti . Bu Batı karşıtlığı tabi ki Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmaya yol açacaktı .

Sovyet-Mısır işbirliği ( Nasır ve Kruşçev )

Irak’ta Saddam , Suriye ‘ de Hafız Esad ve Mısır’da Cemal Abdünnasır ve Libya’da Muammer Kaddafi , Baas ideolojisinin bilindik temsilcileridir . Bu liderler ile beraber Baas ideolojisi siyasi olarak doruğa ulaşmıştır . Baas ideolojisinin gelişimine baktığımızda 1947’de Suriye’de kurulmuş olmasına rağmen tüm Araplara yönelik reformist ve milliyetçi bir çizgi izlediğini görmekteyiz . Baas bu anlamda öncelikle sözlük anlamı itibariyle “diriliş” olması nedeniyle Araplar tarafından da yeniden görkemli günlere dönüş hayali olarak görülmüştür .

Ancak Baas ideolojisinin hiçte hayal edildiği bir şey olmadığı Baas liderlerinin önce iç çatışmalar ve sonra saldırganlıklarıyla halklarına ve diğer ülkelere yaptığı baskılar  Baas ideolojisinin faşizan bir ideolojiye dönüşmesini göstermektedir . Baas’ın kuruluşu , arka planı ve sosyolojik yorumunu ortaya koydum . Baas Partisi’nin 1980 sonrası yürüyüşünün bir sonraki yazımda okumanıza sunmayı düşündüm . Birlik – Özgürlük – Sosyalizm…

 

 

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

You may also like