Kadim Türklerin İslamiyet’e Geçiş Süreci -1

Türklerin İslamiyet’e geçiş süreci sadece dini bir değişim değil; aynı zamanda askeri ilişkilerle başlayıp zamanla siyasi birliktelikler ve benzer inanç, kültür, aile yapısıyla uzun soluklu bir süreç olduğu görülmektedir. Bu geçiş, VII. yüzyılda başlayan ilk temaslardan itibaren birkaç yüzyıllık bir zaman dilimi içinde gerçekleşmiş ve Türk-İslam sentezi adı verilen yeni bir medeniyet anlayışının doğmasına zemin hazırlamıştır. Türklerin İslamiyet’e yönelmesinde; siyasi çıkarlar, ticari ilişkiler, tasavvuf akımları, ve göçebe yaşamın dönüşümü gibi pek çok faktör etkili olmuştur. İlk temas, Hz. Ömer döneminde Arap ordularının İran üzerinden Orta Asya’ya ulaşmasıyla gerçekleşti (642 Nihâvend Savaşı). Türkler bu dönemde çoğunlukla Göktürk ve Türgiş gibi bağımsız bozkır devletleri çatısı altındaydı. İslam orduları ile yapılan ilk karşılaşmalar daha çok askerî çatışmalar şeklindeydi. Bu temaslar sonrasında, özellikle sınır boylarında ticaret, evlilik ve sosyal ilişkiler yoluyla İslam’a ilgi artmaya başladı. Karahanlılar, İslamiyet’i resmî din olarak kabul eden ilk Türk devleti olarak bu dönüşümde öncü rol oynamış; ardından Gazneliler, Selçuklular ve Anadolu beylikleri ile bu süreç geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Böylece Türkler hem İslam medeniyetine özgün eserler de bulunmuş hem de dini, siyasi ve kültürel açılardan Türk-İslam kimliğinin teşekkülünde belirleyici bir rol oynamıştır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hz. Ömer zamanın da İslamiyet Türkler tarafından askeri açıdan duyulmuş hatta Cahiliye dönemi Arap şairlerinin Türklerle alakalı çeşitli şiirler yazdıkları, bu şiirlerin dizelerinde Türklerin kahramanlıklarından bahsetmeleri, yine her ne kadar tartışmalı olsa da Türklerle ilgili hadislerde Türklerin askeri özeliklerine işaret etmesi, Araplarla ilk temasın askeri yönde olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Cahiliye dönemi Arap şairlerinden Hasan b. Hanzala, Şemmah b. Dırar ve Nâbiga ez-Zübyânî’nin eserleri bu durumu kanıtlar niteliktedir. [1]

Türkler, tarih boyunca çeşitli güçlü devletler kurmuşlardır. İslam’ın ulaşmasından önce Türklerin yayıldığı Orta Asya coğrafyasında ve yaşadığı Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde Türk hakanlarının hâkimiyeti bulunmaktadır. [2] Çin ve diğer Orta Asya halklarının benimsediği Şamanizm, Budizm, Taoizm, Maniheizm, Mazdeizm (Zerdüştlük) ve Konfüçyüsçülük gibi dinler coğrafi şartlar ve Türklerin göçleriyle birlikte dinsel çeşitlilik görülmekteydi. Fakat Türkler, zamanla etrafındaki ülkelerin benimsemiş olduğu dinleri kendi hayatlarına uygulamaya çalıştıklarında, her alanda çatışma içerisinde oldular. Mesela Maniheizm’in, Türk yaşantısına uygun olmadığı anlaşılmaktadır; bir kitabede “Evvelce et yiyen kavim bundan sonra pirinç yiyecek” yazılmıştır. [3] Benzer şekilde Bilge Kağan, Budist mabedi yaptırmak istediğinde vezir Tonyukuk’un Budizm’in göçebe Türklerin askeri özelliklerine zarar vereceğini söyleyerek onu bu fikrinden vazgeçirdiği de bilinmektedir.[4]

Böylelikle İslamiyet öncesinde tanışmış oldukları bu dinleri benimsemek noktasında fikir çatışmalar, kültürel uyuşmazlıklar neticesinde hep bir arayış içerisinde olduklarını söylemek mümkündür. Türklerin yaşamı boyunca etkilendikleri çeşitli dinlerin başında bilinen en eski Türk dini Gök-Tengri diniydi. İslamiyet ile benzeyen Gök-Tengri inancı tek tanrılı bir inanç sistemidir. Gök (sema)-Tengri(Allah) her şeyin yaratıcısı, kaderi belirleyen, doğaya ve insanlara hükmeden bir güçtür. Tengri inancındaki tek tanrı fikri, İslam’daki tevhid inancıyla benzerlik gösterdiğinden bu geçiş daha kolay gerçekleşmiştir. Türklerde Tanrı anlayışı, manevi tefekkürün en üst seviyesinde idi. Göktürk kitabelerinde Tanrı “Tanrı gibi Tanrı” olarak tasvir edilmektedir. İslamiyet’te de Tanrı’nın biçimi tarif edilemez. İslam felsefesinde ise bu düşünce Tanrı “Vacib’ül Vücud” olarak ifade edilir.[5] Tengri dinin özelliklerine baktığımız da ise İslamiyet’in özellikleriyle benzerlik olması Türklerin yabancılık çekmeyeceği bir dine adımlarını attığını göstermektedir.

Türklerde farklı versiyonlarda da olsa ruh inancı, ahiret kavramı, cennet ve cehennem anlayışı, Tanrıya ve ataya kurban adanması, Türklerin askeri özelliklerinin cihat anlayışıyla uyuşması gibi olguların İslamiyet dininde de olması Türklerin bu yeni dini kabul etmelerinde önemli bir etken olmuştur. Eskiden beri süre gelmiş olan eski Türk kültür ve geleneklerinin de İslam “ahlakına” uygunluğu, eski Türk inanç sistemleri, doğa merkezli, mistik ve maneviyatı güçlü yapılarıyla tasavvufi düşünceye zemin hazırlamış ve bu bağlamda Türk devletleri ve halkı arasında diğer devlet adamlarının ve halkının da katkılarıyla “tasavvuf” kültürü güçlenmiştir. Türklerin İslamiyet’i kabulünde tasavvufla tanışmasıyla birlikte Türklerde ki keramet sahibi olan ve gaipten haber veren kamlar ile İslam’ın evliya ve mürşitlerinin birbirlerine benzemesi de önemli bir faktör olarak önümüze çıkmaktadır. Türklerin İslam’a yönelimi böylelikle bir zorlama değil, büyük ölçüde inanç, siyasi ve kültürel anlayışlarının benzeşmesinden doğan doğal bir geçiş şeklinde gerçekleştiği söylenebilir.

Tasavvufun özünde yer alan tevhid, aşk, sabır, hizmet, tevekkül, ahlak ve insan-ı kâmil anlayışları, eski Türk toplumunun alp-eren, bilge kişi, kam ve ozan gibi figürleriyle büyük ölçüde örtüşmektedir. Bu örtüşme, Horasan erenleri, Ahmed Yesevi, Abdal Musa, Hacı Bektaş-ı Velî, Yunus Emre gibi Sufiler, dini salt şekilcilikten kurtararak sevgi, hoşgörü, birlik ve insan merkezli bir inanç anlayışıyla halka ulaşmıştır. Özellikle Yesevilik gibi ilk Türk tasavvufi hareketlerinin ortaya çıkışında da belirleyici olmuştur.

12.yüzyılda Ahmed Yesevi tarafından kurulan Yesevilik tarikatı, Orta Asya’daki Türkler arasında İslam’ın yayılmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Ahmed Yesevi’nin sade Türkçe ile yazdığı hikmetler, hem İslami bilgileri halk diliyle yaygınlaştırmış hem de İslam’ın gönül temelli yorumunu sunarak, katı kurallardan uzak bir din algısını beslemiştir. Bu anlayış, kırsal ve göçebe Türk topluluklarında İslam’a karşı doğabilecek dirençleri ortadan kaldırmıştır.

Tasavvufun bu dönemdeki bir diğer önemli işlevi de, Ahilik teşkilatı üzerinden toplumsal düzeni kurumsallaştırmasıdır. Ahilik, hem bir meslek örgütü hem de ahlaki eğitim kurumu olarak, bireyleri İslami ve tasavvufî değerlerle donatmış, ekonomik hayat ile manevi hayat arasında bir denge kurmuştur.

Türklerin İslamiyet’ten etkilendiği gibi o dönemin Sufi kesimi de Türklerle olan iletişimlerini yazılarına, söz ve şiirlerine de yansıtmıştır. Türk tasavvuf şiirinin temel amacı olarak tasavvufi düşünceleri halka ulaştırmak ve onları doğru yola sevk etmek olduğu belirtilmiştir. Şairler, şiirlerinde Türk halkının değerlerini ve yaşam tarzını yansıtarak, tasavvufi mesajlarını daha etkili bir şekilde iletmeyi hedeflemişlerdir.

Örneğin;

Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet adlı eserinde hem sade Türkçeyi hem de bozkır kültürünü yaşatmıştır.

Türkistan içinde atlanıp gezdim,
Her türlü milletle yoldaşlık düzdüm.
Nice yıllar geçip ömrüm tükettim,
Yol azıttım nefsin adın bilmedim.

Ahmet Yesevi bu şiirin de Türklüğün coğrafî ve etnik yönüyle bir ifadesini izah etmiş aynı zaman da tasavvuf ahlakını ve kavramlarını da vurgulayarak halka bir nebze de olsa maneviyat aşılmaya çalıştığını görüyoruz.

Sonuç olarak, Türklerin İslamiyet ile tanışması kendi kültürlerinin, aile yapısının yanı sıra dönem içerisinde ki halkı etkileyen şairlerin, Sufilerin manevi halleri, tasavvuf usullerini, İslamiyet’i vb. konuları şiirlerin de işleyerek bazen açık bazen ise kapalı irşad ve tebliğ faaliyetinde bulunduklarını söyleyebiliriz.

Bu yazı kadim Türklerin İslamiyet’e geçiş sürecinin giriş mahiyetindedir. Bu giriş mahiyetindeki yazı çalışması özellikle tasavvuf hususunda seri haline getirilecektir. Bu seri de içerik olarak Türklerin İslamiyet’e geçiş sürecini seçmemizde ki temel neden ise zihinlerin Türklerin Tasavvufla olan tanışması ve hayatlarına, siyasetine, askeri, sosyal yapılarına olan etkisiyle ilgili bir ön bakış ve zihinlerde bir düşünce oluşturmaktır.

 

KAYNAKÇA

* BİLGİN, A. Azmi, Türk Tasavvuf Edebiyatının Mahiyeti, Türkiyat Mecmuası, C. 24/Bahar, 2014

*Tenik, Ali. “Tasavvufî Şiir Poetikası”. ilted: İlahiyat Tetkikleri Dergisi sy. 48 (Aralık 2017): 141-160.

*Mert, Rabia. “İslam Öncesi Türkler Ve Türklerin İslamlaşma Süreci”. Tokat İlmiyat Dergisi 9/2 (Aralık 2021), 655-678. https://doi.org/10.51450/ilmiyat.1005393.

*Sarıoğlu, A. (2023). Türklerin İslamiyete Geçiş Süreci ve Etkili Olan Faktörler. Dünya İnsan Bilimleri Dergisi, 2023(1), 87-110. https://doi.org/10.55543/insan.1179330

[1]Sarıoğlu, A. (2023). Türklerin İslamiyete Geçiş Süreci ve Etkili Olan Faktörler. Dünya İnsan Bilimleri Dergisi. 2023 (1), 87-110.

[2] Mert, Rabia. “İslam Öncesi Türkler Ve Türklerin İslamlaşma Süreci”. Tokat İlmiyat Dergisi 9/2 (Aralık 2021), 655-678. https://doi.org/10.51450/ilmiyat.1005393.

[3] Mert, Rabia. “İslam Öncesi Türkler Ve Türklerin İslamlaşma Süreci”. Tokat İlmiyat Dergisi 9/2 (Aralık 2021), 655-678. https://doi.org/10.51450/ilmiyat.1005393.

[4] Mert, Rabia. “İslam Öncesi Türkler Ve Türklerin İslamlaşma Süreci”. Tokat İlmiyat Dergisi 9/2 (Aralık 2021), 655-678. https://doi.org/10.51450/ilmiyat.1005393.

[5] Sarıoğlu, A. (2023). Türklerin İslamiyete Geçiş Süreci ve Etkili Olan Faktörler. Dünya İnsan Bilimleri Dergisi. 2023 (1), 87-110.

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Büşra Yıldız

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir