Hukuk, bir ülkenin vatandaşlarının gündelik hayatta karşılaştığı olaylar ve yaptığı işler sonucunda kendisine uygulanacak kuralları gösteren açık, genel, tutarlı ve uygulanması için meşru otorite tarafından geçerlilik atfedilen kurallar bütünüdür. Bir sorunla karşılaştığımız zaman hakkımızı aramak için hukuk bilgimizin olması gerekir nitekim kanunu bilmemek geçeli bir sebep sayılamaz. Hukuk kurallarının uygulanabilmesi de anayasa tarafından teminat altına alınmış bağımsız ve tarafsız mahkemeler aracılığıyla yapılmaktadır. Mahkemelerde üç taraf vardır: İddia makamı, yargıç, savunma makamı. Hukuk kurallarının uygulayıcısı konumunda olan hâkim ve savcılar bağımsızlık ve tarafsızlık açısından anayasayla teminat altına alınmıştır. Görev dağılımı açısından baktığımızda devlet tarafından güvence altına alınmış hukuki bilgisi bakımından güçlü iddia makamı olan savcılık, aynı güvencelere sahip olan yargılama yapma ve hüküm verme açısından tek yetki sahibi yargıçlık, iddia makamının iddialarına karşı savunma pozisyonunda olan hukuki bilgiye sahip olmayan şüpheli veya sanık ve yanında hukuk bilgisine haiz müdafi. Görüleceği üzere bir yargılama süreci için güvence altına alınmış iddia makamı karşısında savunma için bilgisiz şüpheli veya sanık vardır. Kendisini savunamayacak durumda bulunan şüpheli veya sanığın gerektiğinden fazla ceza almasını önlemek, iddia makamı ve yargıç karşısında güçsüz durumda bulunan kişinin korunmasını sağlamak için hukuki bilgiye sahip müdafi olması gerekir. Çünkü her cezanın toplumsal bir karşılığı vardır. Eğer kişi işlediği suç karşılığında gerektiğinden fazla bir cezaya çarptırılırsa toplum buna bir refleks olarak karşılık gösterecek ve toplumdaki adalet olgusu tahrip edilecektir. “Adalet toplumun temelidir.” sözü de buradan kaynaklanmaktadır.18. yüzyılda yaşamış olan modern ceza hukukunun temellerini atan İtalyan hukukçu ve filozof Cesarre Beccaria “Suçlar ve Cezalar Hakkında” adlı kitabında bu konuya değinerek savunmanın kutsaliyetinden bahsetmiştir. Beccaria insan için en büyük ceza olan özgürlüğün kişinin elinden alınmasının etkili bir yargılama süreci sonuncuda olması gerektiğini savunmuştur. İşte tüm bu anlatılanlar çerçevesinde savunmanın kutsiyetini sağlamak için savunma makamında bulunan avukatlara çok iş düşmektedir.

Peki avukatlar bu durumunun sağlanabilmesi için bir güvenceye sahipler mi?

Bu durum için anayasayla kamu tüzel kişiliği tanınmış bir meslek kuruluşu olan ‘Baro’ ortaya çıkmıştır. Barolar avukatların kayıtlı olduğu insan hakları ve demokrasinin savunulması için çalışan, hukukun gelişimine yardımcı olan kurumsal bir örgüttür. Baroların başlıca görevleri: mesleğe yeni başlayan stajyer avukatların ruhsatlarını alana kadar eğitmek onların ihtiyaçlarını karşılamak, avukatlık ruhsatını almış avukatların haksızlığa uğramalarına engel olmak için birlik olmak, adli yardım taleplerine karşılık vermek, her zaman kendini güncellemek ve hukukun gelişimini sağlamak için çabalamaktır. Ülkemizde barolar, bütün baroların katılımıyla, üst merkez kuruluş olan Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından temsil edilirler. Her baro başkanı gibi TBB Başkanı’ da seçimle gelmektedir. Yani farklı gruplar arasından yapılan seçimle bir baro başkanı seçilmektedir. Seçilen baro başkanları tüm avukatlara eşit hizmet etmek ve eşit muamele bulunmak zorundadırlar.

Güncel durumda barolar ne halde? Çoğu sol gruplar tarafından yönetilen barolar belirtilen çerçeve içinde hareket ediyor mu ya da avukatların ihtiyaçlarına cevap veriyor mu?

Bu soruların cevapları bu konuda biraz araştırma yapan kişilerin önüne çok açık ve net bir şekilde çıkacaktır. Çünkü barolar kuruluş gayesinden kopmuş neye ve kime hizmet ettiği tespit dahi edilemeyen yapılar haline gelmiştir. Baktığımızda güncel durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin selameti için çalışan bir TBB bulunurken buna karşı duran terör gruplarını gizliden gizliye destekleyen, kendi içinde bile tutarlı olamayan barolar vardır. Bu barolar mesela stajyerlerin geçinmesi için ücret konusunda çalışma yapmak ya da stajyerlere etkin bir eğitim vermek yerine bowling turnuvaları düzenler, erişimi güç olan lüks yerlerde şov amaçlı program yaparlar, terörden mağdur olan vatandaşların haklarını aramak ve suçluların gereken cezayı almasını sağlamak yerine terör suçlarından mahkûm olanların yanlarında olurlar. Bu bahsettiklerim gerçeğin ta kendisidir. Bunlara birkaç örnek verecek olursak şu an Milliyetçi Hareket Partisi Tokat Milletvekili olan Avukat Yücel BULUT hakkında, Fetullahçı terör örgütü mensubu olduğu kanıtlanmış bir hâkime ‘Fetöcü’ dediği için Ankara Barosu tarafından disiplin cezası verilmesi. Aynı Ankara Barosu’nun soyguncu ve katil olan Deniz GEZMİŞ’i anması. Hele İzmir Barosu’nun nasıl sistemli olarak bir gruba çalıştığını görmek için birkaç aylık sosyal medya paylaşımlarını görmek yeterli olacaktır. Bunlardan bazıları DHKP-C üyeliğinden dolayı hapse mahkûm edilmiş olan Av. Aytaç ÜNSAL ve Av. Ebru TİMTİK’in ölüm orucu tuttukları için talepte bulunmaları, Savcı Mehmet Selim KİRAZ’ı şehit eden DHKP-C üyelerine silah temininde bulunan Mustafa KOÇAK için infazının ertelenmesi talebinde bulunmaları. Yeni infaz düzenlemesinde düzenleme dışında bulunan terör suçluları için eşit infaz düzeni istemeleri.18 Mart’ta Mustafa Kemal’i anıp, 23 Nisanda bebek katili bölücü terör örgütü PKK’nın propagandasını yapan HDP ile ortak program düzenlemeleri bütün söylediklerimizin açık kanıtlarıdır. Bu yüzden Türkiye’de barolar içerisinde köhne bir yapı vardır. Bu viraneyi yıkıp yeniden inşa etmek tüm vatanperver Türk avukatlarının görevidir.

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.