Şirketokrasi, devasal sermayeleri olan şirketlerin devlet yönetiminde söz haklarının bulunması,bir şeyi yaptırabilme güçlerinin bulunması demektir. Şirketokrasinin yönetimine nüksettiği ülkelerde, ülke menfaati şirket menfaatiyle eş tutulur. Bünyesinde şirketokrasi bulunan devletlerde, şirketokrasi devlete çok büyük faydalar sağlarken, şirketokrasinin kurbanları yine başka devletler olarak karşımıza çıkar.
”Bugün borç alan,yarın emir alır” mantığı şirketokrasinin temelini oluşturur.
Şirketokrasilerde, kapitalist sistem gereği insanlara bir şeyler satın almanın, bir şeyler üretmenin ve bir şeyler harcamanın iyi olduğu izlenimi verilir.
Şirketler, resmiyette devletten kesinlikle bağımsızdır, devletlerin her hareketi ‘ulus çıkarını koruma'(!) adı altında yapılır. Ancak detaylı bir inceleme yaptığınızda şirketlerin masumluktan çok uzak olduklarını görebilirsiniz.
Günümüzde ise şirketokrasinin en gelişmiş olduğu ve bir silah gibi kullanıldığı ülke olarak karşımıza ABD çıkar. Amerika’daki çoğu devlet adamı göreve gelmeden önce devasa boyutlardaki şirket/firmalarda görev yapmıştır.
Şirketokrasi üç aşamadan oluşur
Birinci evre, şirketokrasinin kan dökülmeden uygulandığı tek evredir. Hedef ülke, doğal kaynakları bulunan, ekonomisi ve imkanları gelişmemiş ya da jeopolitik konumundan dolayı boyunduruk altına alınmak istenen bir ülkedir. Ekonomik tetikçiler, hedef ülkeye okullar, hastaneler, köprüler, hava limanları yapmak gibi çeşitli vaatler ile gelirler. Öncelikle bu vaatlerin maliyeti hesaplanır, daha sonra bu vaatlerin hedef ülkenin ekonomisinde gerçekleşecek olan büyüme oranı hesaplanır. Örneğin hedef ülkede Gayri Safi Milli Hasıla’nın bu projeler bittikten sonra 2000$’dan 4200$’a çıkacağını söylerler fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmez. ”İmkansız!” diyenleri ise rüşvet yoluyla veya prestijli şirketlerin arkasına sığınarak sustururlar. Daha sonra bu gelişmelerin sağlanması halinde hedef ülkenin ortaya çıkacak olan borçları ödeyebileceğini rapor ederler. Tabii ki bu borçlar şirketokrasinin elinde bulundurduğu dünya bankası, IMF gibi küresel sermayeler tarafından verilir. Üzücü gerçek ise bu borçların hiçbir zaman ödenemeyecek olmasıdır, zaten bu borçların ödenilmesi de istenmez. Şirketokrasi, dolayısıyla ABD için bu bir sorun değildir. Çünkü diğer devletlerin aksine ABD karşılıksız dolar basma hakkına sahiptir.
Peki ödenemeyeceği bilinen bu borçlar devletlere neden verilir ? Borçlanan devlet emir de alır, ne zaman devlet şirketokrasinin tersine doğru hareket ederse, o zaman bu borçlar istenir ve döviz kurları tavan yapar.
Bu, şirketokrasinin birinci aşamasıdır. Bu aşamanın örneğini birçok ülkede görebilirsiniz.
İkinci aşama,suikast
Omar Torrijos ‘yaşadığı’ dönemde Panamanın bağımsızlık ve özgürlük hakkını savunan politikalarıyla ünlenen bir lider. Hatta kendisi yıllık cirosu 1.500.000.000$ olan Panama Kanalı’nı, Panama devletine kazandırmıştır. Panama kanalı için 1977 yılında ABD hükumetiyle çok şiddetli gerginlikler oluşur ancak ABD o zamanlar dünyada çok tepki çektiği için anlaşma ile bu kanalı Panama hükumetine bırakır. Kanalın panamaya bırakıldığı anlaşma, ABD Temsilciler Konseyinden bir oy farkla geçer, bu olayın sonucunda milliyetçi kesim intikam için yeminler eder.
İntikam planı ise çok basittir, ekonomik tetikçiler ortaya salınacak ve ilk aşama uygulanacaktı, fakat planlar bazen istenildiği gibi gitmez nitekim öyle de oldu. Şirketokrasinin ilk aşaması işe yaramamıştı, sonrasında ikinci aşamaya geçildi ve Omar Torrijos’un uçağı düştü.(!)
Üçüncü aşama,savaş ve ordu gücü
Borçlarla boyunduruk altına alınmaya çalışılan hedef ülkenin lideri suikasttan bile kurtulmuş ise bu aşamaya geçilir.
Bu aşamada işler biraz daha farklı diyebiliriz. Öncelikle üçüncü kısımın uygulanması için hedef ülke üzerinde kötü bir imaj yaratılması gerekir. Irak’ı ele alalım, ABD tarafından bu imajın yaratılması hiç de zor olmadı, çünkü Saddam Hüseyin gerçekten de bir diktatördü. Amerika 2003 yılında Irak’a girdikten bir ay sonra haberler şu şekilde.”Irak ülkeyi yeniden biçimlendirmek
amacıyla dünya bankası ve IMF ile çalışacak” Bu konuya birinci aşamadan zaten hakimiz. Peki borç nasıl ödenecek ? Tabii ki petrol. Aslında olan şey şu, Amerika altın karşılı dahi olmadan bastığı parayı Irak’a borç veriyor, Irak ise bunu ödemek için petrollerini satıyor.
Şimdi aşağıdaki tabloyu inceleyelim;
George Bush (Başkan) – Bush Petrol ve Gaz Şirketi.
Dick Cheney (Başkan Yardımcısı) – Halliburton Enerji Şirketi CEO’su.
Colin Powell (Dışişleri Bakanı) – Carlyle Group (Savunma Sanayi).
Riley Bechtel ( İhracat Konseyi Başkanı) – Bechtel İnşaat Firması.
Başkan Bush’un firması Irak’tan petrol çıkaran firmalardan biri.
Riley Bechtel’in sahibi olduğu Bechtel İnşaat, savaşın yarattığı yıkımı düzeltmek amacıyla yüklü bir ihale alıyor.
Dick Cheney’in CEO’su olduğu Halliburton Enerji Şirketi Irak’tan petrol çıkaran başka bir firma.
Colin Powell’ın yöneticisi olduğu Carlyle Group’tan savaş esnasında askeri araç gereç alınıyor.
Sonuç olarak ; hepimizin sızlandığı sistemin en büyük çarklısı olan şirketokrasi, aşamalarıyla nice ülkeleri yola getiriyor, bazen üçüncü yola başvurduğunda ise kendi ordusunu dahi
sürmüyor(ışid,ypg,pyd,vb). O devasa şirketler kaosla beslenirken, kalanların hali ise ortada.
Doğukan Çakmak
Latest posts by Doğukan Çakmak (see all)
- Puşkin’e Şiir Yazdıran Çeşme - 3 Eylül 2020
- The Life of Çaka Bey - 23 Ağustos 2020
- The Life of Chieftain Temur - 9 Nisan 2020
- Poverty - 27 Ekim 2019
- Breakpoint of a war, Cavalries. - 5 Eylül 2019
You may also like
-
Türkiye’nin Suriye Politikası: Güvenli Bölgeler ve Stratejik Öncelikler
-
TÜRK DİASPORASININ YURT DIŞINDAKİ ÇALIŞMALARI
-
Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler: AK Parti Dönemi
-
Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler: 1990-2001 Dönemi
-
Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler: Soğuk Savaş Dönemi