Osmanlı İmparatorluğu 16. Yüzyılda Bir ‘Hegemon’ Olarak Nitelendirilebilir Mi?

 

Hegemonya sözcüğünün kökeni Latinceye dayanmakta olup tahakküm anlamına gelmektedir ki günümüzde bir devletin diğer tüm devletlere olan siyasal üstünlüğünü ifade eder. Sistemi kontrol altında tutan ve diğer devletler üzerinde tahakküm sahibi olan bir devlet ‘hegemon güç’ olarak nitelendirilir.

Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmed ile imparatorluğa geçiş yapmış ve yükselme dönemine girmiştir. II. Mehmed Konstantinopel’i fethedip Batı’ya yönelerek Osmanlı İmparatorluğu’nun hegemon güç tohumlarını ekmiştir. Ancak İmparatorluğun bu seviyeye ulaşıp ulaşmadığı aşağıda tartışılıp sonuca bağlanmıştır.

16. yüzyılın başlarında II. Bayezid (1481 – 1512) babası kadar etkili olmasa da batıya doğru genişlemeye devam etmiştir. Bu dönemde Avrupa kıtasında önemli bir güç haline gelen Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz üzerinde de hakimiyetini hissettirmiştir. Bayezid döneminde kimi İtalyan devletleri Fransa ile savaş halindeyken II. Bayezid ile yakınlaşıp olası başka bir savaşı engellemek istemişlerdir. Papalık, Milano, Ferrera, Mantua, Floransa, Napoli Krallığı ve Venedik Krallığı Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak arayışına giriştiklerinden bu dönem imparatorlukla ittifak kurmanın zaruri olduğunu işaret etmiştir. Kuruluş döneminde, Doğu Avrupa ve Balkanların iç siyasi mücadelelerine taraf olup sonra da bir kısmını fetheden Osmanlı Devleti, Bayezid döneminde de Floransa’ya elçilik hakkı tanıyarak Batı Avrupa iç siyasetine müdahil olmuştur. 1499’la 1502 arasında Venedik Savaşı’ndan zaferle çıkan Osmanlı, Akdeniz’deki donanmasının hem sayı olarak hem de güç olarak üstünlüğünü ispatlamıştır.

1492’de İspanya’dan defedilen Yahudileri Osmanlı Devleti kabul etmiştir zira bu hamleyle bir kazan kazan durumu oluşmuştur. Yahudilerin canları güvende olmuş, Osmanlı Devleti ise tacir noksanlığını gidermiştir.

Tüm bu gelişmeler ışığında Osmanlı İmparatorluğu’nda bir güçlü devlet emaresi gözlemlenmektedir ki İmparatorluk Avrupa güç dengesinde hesaba katılması gereken bir faktör durumuna gelmekle birlikte belirli yerlerde hangi kralın tahta oturacağına da ciddi bir etkisi olmuştur.

Bir başka değinilmesi gereken olay, Endülüs Emevi Devleti’dir çünkü bu devlet İspanya baskısına direnirken Osmanlı’dan medet ummuştur. Osmanlı, Müslümanların Kuzey Afrika’ya sevkine destek olmuştur fakat beklenilen yardım Hristiyan devletlerini kışkırtmamak için sağlanmamıştır. Son Endülüs Emevi kalesi Gırnata’nın yıkılmasıyla Kuzey Afrika coğrafyası da tehdit altına girmiştir.

Bu döneme Endülüs Müslümanlarının durumu göz önünde bulundurularak bakıldığında ise Osmanlı devletinin henüz tam anlamıyla egemen bir güç konumunda olmadığı kanaatine varılabilir.

Yavuz Sultan Selim (1512 – 1520) yönünü ilk kez doğuya çevirmiştir ve politikasını Arap coğrafyasındaki devletlere karşı olacak şekilde geliştirmiştir. Bunun esas sebebi Doğu’da Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını ihlal etmiş Şii Safevi tehlikesidir. I. Selim 1514 Çaldıran Muharebesi’ni Safevi Devleti’ne karşı kazanarak Sünni-Şii çatışmasını bertaraf etmiş ve devletin bütünlüğünü korumuştur. Aynı zamanda Osmanlı Devleti bu zaferle Doğu’da da en güçlü devlet konumuna doğru emin adımlarla ilerlemiştir. Öyle ki Sultan I. Selim Safavilerin ekonomisine yönelik bir hamle yaparak bu devletin zenginliğini borçlu olduğu Batı’ya ipek ihracatını durdurmuştur. Bu hamleden görüldüğü üzere Osmanlı İmparatorluğu Doğu ile Batı arasında stratejik bakımdan çok önemli bir devlet pozisyonundadır.

1515-1519 yılları arasında genişleme Kuzey Afrika istikametinde devam etmiştir. Sünni Memlükler Osmanlı’nın Safevilere karşı elde ettiği zaferden hiç hoşnut kalmamıştı zira artık kendi sınırları tehlike altına girmiştir. 1517 Mısır Seferi ile II. Mehmed’in kullandığı ‘Kayzer’ unvanının üstüne bir de ‘Halife’ unvanı eklenmiştir ve Osmanlı artık bir Levant İmparatorluğu’na dönüşürken İslam dünyasındaki hâkimiyetini de ilan etmiştir. Mısır, Hicaz, Filistin ve Suriye bölgelerini hâkimiyeti altına alan Osmanlı, artık stratejik bakımdan çok önemli bir bölgeyi elinde bulundurmaktaydı. Üstelik Osmanlı ciddi sorunlara yol açan bir problemi daha gidermişti: İki cepheli savaş. İmparatorluk artık batıya doğru genişlerken doğudan gelen bir saldırıya maruz kalması pek olası değildi çünkü Doğu’da Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açacak bir devlet bulunmamaktaydı.

Padişah I. Selim’in bu başarılarına ve devletin geldiği durumu bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu sekiz sene gibi kısa bir dönemde yaklaşık 3 kat genişlemiş ve hem Avrupa hem de Asya kıtasında güçlü devlet olmuştur.

Osmanlı’nın Doğu’da ele geçirdiği toprakların değeri ticaret bakımından hayli değerlidir çünkü Doğu-Batı ticaretini denetimi altına almıştır. Lakin bu durum Avrupalıları başka bir yol aramaya itmiştir. Nitekim İspanya ve Portekiz devletleri coğrafi keşiflerle Hint Okyanusu’nu keşfedecekler ve Osmanlıların tüm gayretlerine rağmen burada kalmayı başarmışlardır. Böylelikle Osmanlı Devleti Hint Okyanus’unu zorunlu olarak Batı Avrupa devletlerinin hakimiyetine bırakmıştır.

Bu bağlam dikkate alındığında Osmanlı Devleti kısa süreli bir kazanç sağlamış, bu vaziyet devleti egemen güç olmaktan alıkoymuştur.

1520 yılına gelindiğinde Batı’da değişim çanları çalmaktaydı: Feodalizmin yerine artık Rönesans’ın yenilikleri gelmiş ve Reformasyon Avrupalı devletlerin politikasını karıştırmıştı. Bundan sonra din kavgalarının hakim olduğu Avrupa devletleri Osmanlı’ya karşı askeri ve diplomatik olmak üzere daha iyi kenetlenmeyi amaçlamıştır ki bu politikasını gizli ittifaklarla da desteklemiştir.

I. Süleyman’ın siyasi, ekonomik, jeopolitik ve askeri başarısının zeminini babası II. Selim hazırlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın 46 sene (1520 – 1566) yönettiği Osmanlı İmparatorluğu her hususta had safhaya ulaşmıştır ve bu başarısını Avrupa’daki kudretli hükümdarlara rağmen gerçekleştirmiştir. Sultan’ın izlediği iç ve dış politika Batı’yı hayran bırakmış olmalı ki ona ‘muhteşem’ unvanını vermişlerdir.

Sultan I. Süleyman çeşitli sebeplerden ötürü ortaya çıkan toplumsal değişimlere hukuki hamlelerle cevap vermekten geri durmamıştır ki bundan dolayı da ‘kanuni’ unvanını elde etmiştir. Örneğin devleti örgütleme ve askeri bakımdan modernleşmeye gitmiş ve bunları kanunlarla düzenlemiştir. Sultan Süleyman’ın ordu ve donanması dönemin en iyileri olarak kabul edilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Avrupa’nın denetleyicisi rolünü üstlenerek hem askeri hem de diplomatik anlamda Avrupa’da itibarını yükseltmiştir ve en güçlü devlet konumuna gelmiştir.

Ortodoksları himayesi altına alan İmparator Süleyman, İslami bir devlet yöneticisi olmasına rağmen Ortodoks nüfusa egemen olmak için Rusları karşısına almaktan geri durmamıştır. Bundan ziyade Osmanlı devleti Macaristan’daki Kalvinistlerin de korumasını üstlenmiştir. Bu politikalara ithafen Osmanlı İmparatorluğu, Batı karşısında diplomasisiyle bir hayli güçlü durumda olmuştur.

I. Süleyman Osmanlı’nın Avrupa’da egemenliğini sağlamlaştırmak için Katoliklere karşı Protestanları desteklemiştir. Alman prensliklerine bu konuda tam destek veren Sultan, Protestanlığın gelişiminde önemli katkısı olmuştur. Böylelikle Kanuni Sultan Süleyman Katolik Kilisesi’ni parçalamaya göz dikmiş ve Kutsal Roma İmparatorluğu’nun tepkisinin hedefi olmuştur.

Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanus’un bir kısmına egemen olan Osmanlı vazgeçilmez bir devlet olmuştur. Başlarda Osmanlı’da sadece Venedik’in elçiliği varken sonradan bunlara Macarlar, Hırvatlar ve Kutsal Roma İmparatorluğu gibi devletler de dahil olmuştur.

16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ile yarışabilecek bir devlet vardır ki o da Papa ile yakın ilişkiler içerisinde olan ve sınırları İspanya ve Fransa hariç neredeyse tüm Batı Avrupa’yı kapsamakta olan Şarlken’in Kutsal Roma İmparatorluğu’dur. Kutsal Roma İmparatorluğu sınırlarını daha da genişletmiş tüm Hristiyanları bir devlette toplamayı amaçlamıştır. Müslüman bir devletin genişlemesini istemediğinden, Osmanlı Devleti ve imparatorluğa katılmak istemeyen Fransa ile düşman olmuştur. Bu sebepten dolayı Sultan Süleyman Fransa ile açık müttefiklik yürütmüştür.

Şarlken Müslümanları durdurmak için devasa büyüklükte bir ordu hazırlanmıştır. Öyle ki bunu yaparken Protestanları da kendi tarafına çekmek istemiş bir takım ödünler vermek durumunda kalmıştır.

Pavia savaşında esir düşen Fransa Kralı I. François’yı kurtarması için annesi Sultan Süleyman’dan yardım istemiş ve nitekim François esaretten Osmanlı Sultanı tarafından kurtarılmıştır.

Sultan Süleyman Batı seferleri ile ilgilenirken Doğu’da Safeviler Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu uzun süredir dış politikada iki cephede aynı anda savaşmama ilkesini benimsediğinden böyle bir durumda bir taraf ile barış yapmak mecburiyetinde kalmıştır. Kısacası Osmanlı İmparatorluğu bu vesile ile Doğu’da da başarı elde etmiş, Bağdat, Tebriz ve Basra Osmanlı topraklarına katılmış, Hindistan-Ortadoğu ticaretinin denetimine de egemen olunmuştur.

Osmanlı Devleti açısından olumlu gelişmelerin yanına eklenmesi gereken olumsuz birkaç olay da mevcuttur ki bunlardan biri Osmanlı’nın Viyana Kuşatmasındaki başarısızlığıdır. Kanuni Sultan Süleyman Viyana ötesine ilerlemenin faydadan çok zarar getireceği kanaatine varmış, bu bakımdan o yönde genişlemeyi durdurmuştur.

Diğer bir olay da Hint Okyanusu’nda hâkimiyetin bir türlü sağlanamamış olmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu bu bağlamda Portekiz ile önemli bir mücadeleye girmiş Basra’da gemi inşaları için tersaneler yaptırmıştır. Katif ve Bahreyn’i alınabilmiş fakat Hürmüz fethedilememiş ve Portekizlere karşı başarılı olunamamıştır. Ayrıca Batı’da Viyana’nın yanında Akdeniz’de de Cebelitarık’tan öte gidilememiştir.

Coğrafi keşifler hasebiyle dünya ticaretinde kara yolu yerini denizlere bırakmıştır ki bunlara hâkimiyet sağlayan devlet bu dönemde ve ileride dünyada önemli bir güce sahip olacaktı. Sultan Süleyman karadaki başarı dolu saltanatını Hint Okyanusu hâkimiyetiyle taçlandıramamış uluslararası deniz ticaretine bundan dolayı da egemen olamamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı’sını Avrupa ve Asya’daki egemenliğinden dolayı bir hegemon güç olarak değerlendirmek mümkündür fakat diğer taraftan bakıldığında önemli olan Osmanlı Devleti’nin bu gücü ne kadar süre elinde tutabileceğidir ki Okyanus’un önemi arttıkça bu sürenin kısa olduğu aşikardır.

Sultan II. Selim (1566-1574) babası Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra hükümdarlık anlamında eksik kalmışsa da Osmanlı Devleti bu dönemde de etkisini az da olsa hissettirmiştir. Bu dönem bazı devletler Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım istemiştir fakat Osmanlı bu yardımlara sadece kısmen el uzatabilmiştir.

1567’de Portekiz’in baskısına karşı Hindistan bölgesindeki Müslümanlar Osmanlı’dan yardım beklemiştir. Ancak Portekiz’in bu coğrafyadaki ilerlemesinin önü alınamadı ve yardım başarısız oldu.

Bir başka yardım talebi yine Portekiz baskısından dolayı 1567’de Sumatra’dan (Endonezya) gelmiştir. Bu yardım talebine o dönem Osmanlı’da çıkan Yemen İsyanı sebebiyle kısıtlı sayıda gemi ve mürettebat gönderilebilmiş Açe Seferi ancak 1569’da gerçekleşmiştir.

1571 yılında Kıbrıs Adası’nın fethedilmesi Sultan II. Selim’in ilk muvaffak olduğu sefer olmuş lakin bundan sonra İnebahtı’daki ağır yenilgi bu başarısını gölgede bırakmıştır. Osmanlı’nın İnebahtı mağlubiyetinde donanmasının neredeyse tamamı yok edilmiş Osmanlı’nın Kıbrıs Adası’ndaki hakimiyeti kaybolmak üzereydi. Hızlı bir şekilde toparlanan Osmanlı Devleti buna izin vermemişse de Akdeniz’deki hâkimiyetini yitirmiştir.

Osmanlı ile ittifak halinde olan Semarkant, Buhara ve Horasan hanlıkları Rusların toprak tecavüzlerinden dolayı destek istemişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti’nin teknolojik geliştirmelere ayak uyduramaması gerekçesiyle bu bölgede de etkisini yitirmeye başlamıştır. Ruslar bu coğrafyadaki etkinliğinin artırmış Osmanlı’yı da uzun bir dönem baskı altında tutmayı başarmışlardır.

Osmanlı Cebelitarık’ın ötesine gidememiş, üstelik Akdeniz’deki hâkimiyeti neredeyse tamamen kaybolmuş ve Doğu’da Basra Körfezi’nde varlık gösterememiştir. 1585 yılında Doğu Afrika’da Altın sahilini Portekizlerden devralmış fakat bu hâkimiyet sadece 4 sene kadar sürmüştür. Tüm bu olumsuzlukların en belirgini İnebahtı yenilgisidir ki Osmanlı donanmasının Avrupalı devletlerinin gemileri karşısındaki yetersizliği ortaya çıkmış ve bu nedenle de Akdeniz’deki üstünlüğünü 17. yüzyılın başlarına doğru yitirmiştir.

Fatih Sultan Mehmed, 15. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin hegemon güç olması için gerekli adımları atmıştır. Ancak 15. yüzyılın sonunda halefi Sultan II. Bayezid onun kadar etkili olamamış ve Doğu’daki Safevi tehlikesini sezememiştir. Osmanlı Devleti bu sorunları çözümünü zamanında üretmiş olsa idi 16. yüzyılın başında Hint Okyanusu’nda daha etkili bir varlık gösterebilirdi. Nitekim Yavuz Sultan Selim 8 senelik hükümranlığında Doğu’daki sorunu uzun bir süreliğine ortadan kaldırmış Osmanlı’yı belirli bir seviyeye getirmeye başarmıştır. Bundan dolayı Kanuni Sultan Süleyman bu başarının üstüne koyarak hem Avrupa hem de Asya’da gerek askeri gerekse diplomasi alanlarında etkili bir genişleme gerçekleştirmiştir. Ancak az önce de bahsedildiği üzere bu dönemde odak noktası Hint Okyanus’u olması gerekiyordu. Sultan I. Süleyman Osmanlı İmparatorluğu’nu had safhaya ulaştırmış olsa da Sultan II. Selim etkisiz kalmış, Osmanlı Devleti çoğu alanda etkisini yitirmeye başlamıştır.

Özetle Osmanlı Sultanları Kayser unvanından Halife unvanına kadar güçlerini gösteren çeşitli lakaplarla anılmış, devletlerini geniş bir coğrafyaya yaymayı başarmış ve üç kıtada askeri ve siyasi bakımdan etkili olmuştur. Nihayetinde Osmanlı Devleti’nin eksikleri başarılarından daha ağrı basmıştır ki bunlar ekonomisinin fetihte elde edilen ganimet ve Tımar sistemine dayalı olması, coğrafi keşif ve bilim alanlarında eksik kalması, eğitimde gerekli gelişmenin sağlanamaması ve tüm bu eksiklikleri kapsayan hataları erken fark edip bunları düzeltmeye yönelik hamlelerin zamanında yapılmamasıdır. Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyılda çok önemli bir güç olmuştur ancak hegemon güç olamamıştır.

 

Kaynakça

Heywood, A. (2013). Küresel Siyaset. Ankara: Adres Yayınları.

İnalcık, H. (2016). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Sander, O. (1987). Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü. Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Basın – Yayın Yüksekokulu Basımevi .

Sander, O. (2013). Siyasi Tarih, 1918-1994. Ankara: İmge Kitabevi.

 

Kodaman, T. (2010). Kuruluştan Yıkılışa Kadar Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Türkiye’ye Bıraktığı Miras. Sosyal Bilimler Dergisi, 75-92.

 

Türk Dil Kurumu. (2022, Nisan 4).: https://sozluk.gov.tr adresinden alındı

Milli Savunma Bakanlığı. (2022, Nisan 4).: https://www.harita.gov.tr/urun/osmanli-devleti-haritasi-egitim-amacli/236 adresinden alındı

Türk Tarih Kurumu. (2022, Nisan 4). Osmanlı Padişahları: https://www.ttk.gov.tr/belgelerle-tarih/osmanli-padisahlari/ adresinden alındı

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Zübeyir Muminoğlu

Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.