Geçtiğimiz günlerde 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı ve 3 Mayıs Türkçülük Günü’nü kutladık. Şimdi bu günleri normal bir vatandaşa sorsak “iki karşıt görüşün birbirinin ardı sıra gelen önemli günleri” diye cevaplayacaktır. Peki öyle midir? 1 Mayıs İşçi Bayramı cidden milliyetçilerin uzak olduğu ve savunmayacağı bir gün müdür? Sorunun biraz daha derinine inersek milliyetçiler işçi haklarını ve işçi değerlerini savunmaz mı? İlk başta işçi sınıfını ve sonrasında da Türk milliyetçilerinin cumhuriyet tarihi boyunca işçi hareketlerine bakışını incelemekte fayda var.
Her toplumda, özellikle bizim gibi ulus devlet içinde yaşayan toplumlarda, belirli toplumsal sınıflaşmaların oluşması kaçınılmazdır. Bu toplumsal sınıflardan genellikle sayıca en fazla olanı işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı fiziksel bir emek harcayarak bu emek karşılığı belirli bir ücret alan kişilerin oluşturduğu toplumsal sınıftır. Her canlının kendini savunması ve hayatını devam ettirmeye çalışması gibi(ki sınıflar canlı varlıklardır) işçi sınıfı da kendini savunma içgüdüsü ile belirli eylemler içerisinde bulunur. Bu eylemlere örnek olarak sendika çalışmalarını ve fabrika grevlerini örnek gösterebiliriz.
Bu eylemler gayet doğal olmakla beraber bu çatışmayı Marksistlerin söylediği gibi bir “sınıf mücadelesi” kalıbına sokmak yanlıştır. Çünkü özellikle bizim gibi toplumlarda bu “sınıf mücadelesini” önleyecek bir milliyet duygusu yatmaktadır. Fakat bu milliyet duygusundan asla işçi sınıfı ezilmeyecek gibi romantik bir anlam çıkarılmamalıdır. Kapitalizmin her geçen gün güçlenmesiyle işçi sınıfını ezilmekte ve medya yoluyla (Buradaki kastım Tiktok’tan, TV kanallarına kadar her yere çekilebilir) bu sınıfın kendini savunma içgüdüsü devre dışı bırakılarak hantallaştırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde bu çıkmazı bozabilecek tek siyasi güç ise Türk milliyetçiliğidir. İşçi sınıfını içten bir şekilde hem hakkını savunacak hem de bu sınıftan en büyük verimi alacak olan eylemler milliyetçi görüş ayrılamaz bir bütünlük içindedir. Bunun farkına varmış Kapitalist kurumlar sırf bu yüzden çalışanlarına ve dışarıya karşı milliyetçi bir duruşa sahipmiş gibi davranmalarının sebebi de bundandır.
Türkiye’deki işçi hareketine değinmemiz için ise ilk başta Osmanlı’nın son dönemlerini incelemek lazımdır. Osmanlı’daki ilk işçi hareketleri İstanbul’da bulunan fabrikalardaki işçilere dayanır. Buradaki işçilere dönemin Avrupa’daki işçi isyanları gibi Sosyalist bir örgütlenme mantığına sahip değildir. Buradaki eylemlerde çalışmayı durduran işçiler bu eyleme de dönem ağzıyla “tatil-i eşgal” demişlerdir. Bu dönem içerisinde belirli işçi örgütleri kurulmuş fakat genel olarak Jön Türklere bağlı hareket etmişlerdir.
Cumhuriyetin kurulduğu dönemde ise Türkiye’de yaklaşık 110 bin civarı işçi bulunmaktadır. 1924 Anayasası ile birlikte bu işçilere sendika kurma, grev, sosyal güvenlik ve sağlık gibi konularda haklar verilmiştir. Bu haklara rağmen dönem içerisinde beklenilenin aksine büyük bir örgütlenme hareketi olmamıştır. Bu dönem içerisinde kurulan bazı sosyalist görüşü benimsemiş örgütler ise Şeyh Sait İsyanında gösterdikleri devlet karşıtı tutum sebebiyle kapatılmıştır. 1924 Anayasası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na kadar ki sürede 40’a yakın grev yapılmıştır.
1950 ile 1960 arasındaki dönemde ise sendikalaşmalar artmasına rağmen grev sayısında aksine bir düşüş yaşanmıştır. Bu dönem için en önemli hamle ise 1952 yılında kurulan Türk-İş olmuştur.
1960 ile 1980 arasındaki dönemde ise işçi hareketleri özellikle 1961 Anayasası’nın verdiği ivme ile büyük bir eylem imkanı kazanmıştır. Bu dönem içerisinde birçok grev gerçekleşmiştir. Bu dönem içerisinde işçi hareketleri içerisinde güçlü bir sol kanat bulunmuştur fakat bu sol kanatın eylemleri işçi hakları savunuculuğundan çıkıp ideoloji tutuculuğuna dönüşmüştür. İşçi hakları savunuculuğu iddia eden Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu adlı örgüt Ümraniye Bir Mayıs Mahallesinde beş taşocağı işçisini sırf Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na üye olduğu için katletmiştir. Sözde işçi hakları savunucusu bir örgütün beş işçiyi sırf kendi öz iradeleri ile seçtiği sendikanın örgütün fikirlerine uymuyor diye katletmesi aslında işçi sınıfının bu gibi kuruluşlar için sadece masum gözükme aracı olduğunun da kanıtı niteliğindedir.
Bu dönem içerisinde bir üzücü olay ise 1 Mayıs 1977’de gerçekleşen olaylardır. İlk resmi Bir Mayıs kutlamalarının yapıldığı bu dönemde gerek sol örgütlerin kendi içerisindeki çatışmaları gerekse bu sol örgüt çatışmalarını iyi değerlendirip bir arbede yaratan CIA’ya bağlı Özel Harp Dairesi, bu önemli günde 34 vatandaşımız hayatını kaybetmesine sebep olmuşlardır.
1980 sonrası dönemde ise darbe sonrası tüm siyasi kuruluşlar gibi işçi kuruluşları da zarar görmüştür. Burada önemli olan nokta ise sol elinde tuttuğu işçi kitleleri kaybetmiştir. Eskiden hitap ettiği bir kısım işçi kitleleri yerini kendi siyasetçilerinin de dediği sosyete almıştır. 2000’lerin başında işçi sınıfın güçlü olduğu kesimlerde örgütlenmelerini sağa kaptıran sol gruplar Kürtçü gruplar içine karışmış ve sol liberal söylemlerin dışına çıkamamıştır.
Cumhuriyet döneminden beri fikir olarak hep işçi sınıfıyla aynı sözleri söylese de işçi grev hareketleri içerisinde hep belirli seviyede olan Türk milliyetçileri ise 1990’ların sonlarından itibaren çok büyük bir ivme kazanmıştır. 2010’larda zirveyi bulan bu grafik şimdiki yıllarda düşmeye başlamıştır. Bu düşüş sonrasında işçi sınıfı yazının başlarında da belirttiğim gibi kendini savunma içgüdüsünü yitirip hantallaşmaya başlamıştır.
Bir memleketin gelişme aşamasındaki her evrede ve memleketin ruhunu oluşturan kültüründe en önemli yapı taşlarından biri olan işçi sınıfının bilincini yitirmesinde muhakkak ki en zararlı çıkacak siyasi grup Türk milliyetçileridir. Hem kültür kaybı hem de ülke gelişiminde düşüş yaratacak bu duruma karşı Türk milliyetçileri işçisinin arkasında durması gereken en önemli zamanlar bu zamanlardır. Bu yüzdendir ki Türk milliyetçisi 1 Mayıs’ta birilerinin ellerinde kukla olmuş sosyalist örgütlere inat meydanları, söylemleri ve sloganları hınca hınç doldurmalıdır.
Gelişimin ve kültürün yapı taşı olan Türk işçisinin 1 Mayıs İşçi Bayramı ve 3 Mayıs Türkçülük Günü kutlu olsun!
Abdullah Barış Yılmaz
Latest posts by Abdullah Barış Yılmaz (see all)
- Türk Milliyetçiliği ve İşci Hareketi - 10 Mayıs 2021
- The Life of Hasan Şimşek - 12 Aralık 2020
- The Exile of the Karachay-Balkar Turks - 7 Kasım 2020
- Karaçay-Balkar Türkleri Sürgünü - 2 Kasım 2020
- Kırım’ın Günümüzdeki İdari Yapısı - 5 Eylül 2020
You may also like
-
Türkiye’nin Suriye Politikası: Güvenli Bölgeler ve Stratejik Öncelikler
-
TÜRK DİASPORASININ YURT DIŞINDAKİ ÇALIŞMALARI
-
Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler: AK Parti Dönemi
-
Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler: 1990-2001 Dönemi
-
Türkiye ve İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkiler: Soğuk Savaş Dönemi