Karantinadan Notlar serisinin sonuna geldik. Hayır, notlar bitmedi karantina bitti. Muhtemelen önümüzdeki süreçte “Yeni Normalden Notlar” adıyla devam edeceğim. Eski fetvalardan sıkı bir alıntıyla: “Doğrusunu Allah bilir.”
1
Türkiye teorik olarak isyan edilemeyecek, pratik olarak daima isyana teşvik eden bir ülke. Fakat teori adamı olan münevver isyan peşinde koşuyor, pratik insanı olan avam ise itaat ediyor.
Sosyologlar göreve! Pardon, sosyal psikologlar göreve!
2
J.B.S. Haldane’a göre M.Ö. 3000 ila M.S. 1400 arasındaki en önemli dört buluştan birisi “fanatikliktir”.
3
İnsan bir işe uzun müddet fayda sağlıyorsa o işin ustası, üstadı, pîri kabul edilir. Yoksa hiçbir şey yapmadan, kendisine ve yaptığı işe bir katkı sağlamadan bir yerde uzun süre durmak “üstad, usta, pîr” olmaya yeterli değildir. Hatta bazen insanı komik durumlara da düşürür.
Bunun en net görüldüğü yerlerden birisi de Sovyetler Birliği’ydi. Bu konuyla ilgili Amerikalıların uydurduğu bir hikâye vardır. Şöyle:
Sovyet yönetimi sistemi gevşetmeye karar vermiş. Bu uğurda bir striptiz kulübü açmışlar.
İlk gece ayak basacak yer yok, müthiş kalabalık…
Fakat ikinci gece ve sonrasında mekân bomboş, kimse yok…
Brejnev “halkın” bu tutarsızlığına çok şaşırmış. KGB Başkanı’nı çağırarak sormuş: “Kızlar mı çirkin?”
KGB başkanı cevap vermiş: “Ne münasebet yoldaş! En değerli elemanlarımız… Hepsi de 1917’den beri parti üyesidirler!”
4
Meşhur Alef dizisini izledim. Kenan İmirzalıoğlu bir zamanlar oynaması gündemde olan “İngiliz Kemal” karakterini burada modern zamanlarda oynama fırsatı bulmuş. Ama iki oyuncu çok önde. Ahmet Mümtaz Taylan, Settar komiseri tam anlamıyla canlandırmış. Ufak şakalar, lüzumsuz sinir ve ters bakışlarla tam emekliliği gelmiş Türk polisi.
Esas büyük oyuncu ise İstanbul. Şehir son bin yıllık tarihinin her kesitini kullanmalarına müsaade etmiş, yönetmen Emin Alper elinden geldiğince kullanmış. Daha fazla da yer verilebilirmiş.
Karanlık çekim Türk standartlarının üzerinde kullanılmış, zorlama durmuyor. Hatta bunu biraz daha zorlasalar, iyi olabilirmiş.
Hikâyeden çok nasıl anlatıldığının mühim olduğu bir dünyada, hikâye fazla pazarlanmış gibi. Fazla büyük bir girişten sonra, hikâye gittikçe küçülüyor.
Polisiye klişelerinin önemli bir kısmını içinde barındırıyor. Fakat hakikaten gerekmeyenleri almamış. Bu da lüzumsuz uzatarak insanın canının sıkılmasını engelliyor.
Finalini “doyurucu” bulmasam da, rahat izlenebilir bir dizi olarak tavsiye ederim. Zaten dizilerin amacı rahat izlenmesi değil mi?
5
Türkiye’de bir sektör olarak “inşaatçılık” Batıcılık tartışmalarıyla başlar. Türkler nihai yerlerini tespit edene kadar da süreceğe benzer.
6
HDP’nin tek kelimeyle “ilginç” olarak tarif edilecek bir demokrasi anlayışı var. Hayır, demokrasiyi kurmak, korumak, yaşatmak falan istemiyorlar. Demokrasiyi yıkmak da istemiyorlar.
Demokrasiye “yıkılmak” istiyorlar.
Çözüm Süreci’nde kendilerini zora sokacak hiçbir atılım göstermediler. Sorumluluğun önemli bir kısmını iktidara, kalanını da terör örgütüne yüklediler.
Çözüm Süreci bittiğinde de aynısını yaptılar. Süreç, muhakkak iktidar yüzünden bitmişti. Belki “gerillanın da” ufak bir sorumluluğu olabilirdi. HDP’nin? Asla!
Cumhur İttifakı’yla beraber HDP baskıya uğradığını düşünüyor. Olabilir. İnsanlar ve siyaset kuruluşları baskıya uğradığında çok da bir alternatifleri yoktur. Temelde iki ihtimal belirir: İlki baskıya uğradıkları sebepten, yani savundukları “şeyden” vazgeçmeleri, ikincisi ise inatla savunmaları. HDP hangisini tercih ediyor?
Hiçbirini.
Bunu nasıl başarıyor? Diğer aktörlerin üzerine yıkılarak. Baskı yaptığını söylediği iktidar cephesini eleştiriyor fakat aynı zamanda potansiyel ittifak ortağı CHP’yi suçluyor. İyi Parti’yi de boş geçmiyor, yeni kurulan partilere de çekişiyor. Daha doğrusu tüm bu aktörleri “çekiştiriyor.”
Bu kadar mı? Hayır. Kendi “bileşenlerine” de çakmaktan imtina etmiyor. Bazen sol Kemalistlere, bazen “Türkiye soluna”, bazen “Kürt sağına”… O ara kimi yakalarsa, üzerine tükürüyor. Ayrı ayrı suçladığı bu unsurlara toptan “HDP seçmeni” deniliyor. HDP seçmenini de topluca suçluyor.
Suçlamadıkları tek kesim, parti üst yönetimi.
HDP’nin demokrasi iddiası aslında başka birçok noktadan sakat ama bu yazıda gündeme en uygun olanını yazmak istedim. Belki, devam ederiz.
7
Üç sene önce şöyle yazmışım. Halen arkasındayım:
Şahit yalancıya, müttefik güçsüze gerektir. Biz ne yalancıyız ne de güçsüz.
8
Muhsin Kızılkaya geçenlerde Habertürk’te yazdı. Orhan Erkanlı’nın kovulma hikâyesi.
27 Mayıs’ın atak subayı Erkanlı, 14’lerdendi. Yurda döndükten sonra CHP’den bir dönem vekillik yaptı. Sonra siyasetten emekli olup gazeteciliğe merak sardı. Güneş gazetesinde yazmaya başladı.
Güneş, Asil Nadir tarafından satın alınınca Genel Yayın Yönetmenliği’ne Metin Münir getirilir. Metin Münir, köhnemiş yapıyı değiştirmeye kararlıdır. İşe “ihtiyarları” kovarak başlar. Erkanlı, kovulacaklar listesinin başındadır.
Sonrasını Kızılkaya’nın, 27 Mayıs’ın “sivil ayağı”, (31.5.2020- Habertürk) başlıklı yazısından aynen okuyalım:
“Özer Çiller gibi Orhan Erkanlı da gazetede “kontenjandan” yazıyordu o sırada. Özer Bey dışarıdan yazı gönderiyordu ama Orhan Erkanlı’nın odası vardı yazı işlerinin üstündeki katta. Rahmetli Altan Aşar’la odaları yan yanaydı.
Belli ki Metin Münir onu da kovmayı kafasına koymuş. Kovduklarına kara haberi vermeye Altan Aşar’ı memur etmiş. Dünyanın en zor görevi her halde, tıpkı Mabeyn Başkatibi Atıf Bey’in işi kadar zor bir iş.
O gün gelen kovulacaklar listesinde 27 Mayıs’ın şanlı darbecilerinden birisi olan Orhan Erkanlı da var ama ona haberi vermek cesaret ister! Zira hala darbeci havası var rahmetlinin üzerinde.
Altan Aşar muzip, şakacı bir abimizdi, Allah rahmet eylesin. Bu kötü haberi verse verse, pantolonun içinde en az bir darbecininki kadar birkaç okka testis gezdiren rahmetli Halit Çapın abimiz verebilir. Altan Abi durumu Halit Abi’ye bildirir, Halit Abi “hay hay” der, kalkar gider Orhan Erkanlı’nın odasına ve yekten:
“Komutanım terhis oldun,” der.
Yılların deneyimli darbecisi “terhisin” anlamına bilmez mi? Hiçbir şey sormaz, masasını toplamaya başlar.
İşin ilginç yanı, o sırada Halit Çapın da kovulmuştur ve hiç kimse Halit Abi’ye “terhis” haberini veremez.”
9
Dostoyevski Suç ve Ceza’da şöyle yazmıştı:
“Yüz tavşandan bir at oluşturulamayacağı gibi, yüz kuşkudan da hiçbir zaman bir delil oluşturulamaz.”
10
Murat Yetkin’in Meraklısı İçin Casuslar Kitabı’nda şöyle bir bölüm var, “meraklısına” aktarayım:
“Aliyev’in, 24 Haziran 1993’te Elçibey’in davete mecbur kalması üzerine Bakü’ye geldiği güne dair, bugüne dek pek kimsenin bilmediği müthiş bir öykü var. Öyküyü aktaran, yıllarca zor koşullarda Bakü’de gazetecilik yapan, NTV’nin Bakü bürosuna Nuri Çolakoğlu’nun orkestra şefliğinde birlikte kurduğumuz İrfan Sapmaz.
Elçibey, Aliyev’i “Prezidentlik Aparatı” denilen devlet başkanlığı binasının kapısında karşılar. İçeri girerler. Aliyev, binaya Elçibey’den çok daha aşinadır.
“Bilirsen?” der; “bu binayı men inşa ettirdim. Gel seni içeride bir gezdirim.”
Elçibey teklife şaşırır ama artık zaten ipler Aliyev’in elindedir. Elçibey devir teslim için bir an önce makama girmek isterken, Aliyev onu katlarda dolaştırmakta, odalar hakkında bilgi vermekte, pek de konuşturmamaktadır.
Nihayet bir odaya geldiklerinde Aliyev’in tavrı değişir. Diğerlerini odadan çıkarır, Elçibey’e döner:
“Buraya mikrofon goydurmamışam” der; “temizdir. Kimse gulag asmaz.(duymaz.) İndi danış (konuş).”
Aliyev diğer makam odalarının hepsine gizlice dinlemek için mikrofon döşetmiştir. Hem KGB’de hem Komünist Parti’de yükselmek kolay olmamıştır.”
(s. 282)
11
Twitter kadar günümüzün “Türk düşünce sistemine” uygun başka bir vasat yok.
“Engellenen insanlar” (gettoya gönüllü hapis), “engellenen kelimeler”(yani duymak ve görmek istenmeyen sözcükler. Dikkat buyrun, insanlar değil sözcükler yani zihni karantinaya alma fırsatı), “aynı başlık altında şartsız birleşmeler”(kişiyi cemaatte eritme başarısı), “ötekine iş olmalar”(kısaca linç), “kısa kısa özlü sözler”(Skolastik düşüncenin özü)…
Jack Dorsey’in soyuna bir bakmak gerek (!)
12
Servet-i Fünûn dergisi edebiyatçılarla bir anket yapar. Ankete 5 şair-yazar katılır. 16 soruya cevap vermeleri istenir.
Geçenlerde yine gündeme gelen bu ankette şüphesiz en ilginç cevapları veren Tevfik Fikret’tir. Sorular ve verdiği ilginç cevaplardan birkaçına bakalım:
Servet-i Fünûn soruyor: “Benim için en büyük musibet”
Tevfik Fikret: “Servet-i Fünûn’da musahhihlik”
Servet-i Fünûn: “Yaşamak istediğim yer”
Fikret: “Burası değil”
Servet-i Funûn: “Ölmek istediğim yer”
Fikret: “Burası değil”
Servet-i Fünûn: “Sevdiğim hayvanlar”
Fikret: “Ben”
13
Bu sefer son sözü Süheyl Ünver’e bırakalım: “Herkesin bir mesleği, bir de meşgalesi olmalıdır; o meşgale bütün kültürümüzdür”.
Kitap Tavsiyesi: Talat Aydemir-Hatıratım
Semih Ayna
Latest posts by Semih Ayna (see all)
- Veda ve Teşekkür - 15 Aralık 2020
- İptal Kültürü-2 - 21 Eylül 2020
- İptal Kültürü - 20 Eylül 2020
- Gözlerimizi Kısarak Baktığımız Vatan: Kırım - 11 Eylül 2020
- Rusya’nın Kırım’ı Son İşgali - 6 Eylül 2020