Yaklaşık bir ay önce, her zamankinden farksız bir sabaha uyandım, kahvaltı kültürü edinemediğim için birkaç sigara yakıp yarıda söndürdüm ve Cuma Selasını duyunca bir şeyler yer de namaza geçerim diye giyinmeye koyuldum. Yüzümü yıkadığım gibi birileri kapıya korkakça denilebilecek kadar hafif bir şekilde iki kere tıklattı. Sormak adettendir ne de olsa o kapı açılır, sordum yine de “Kimsin” diye, “Dostuz” dediler; kapıyı açtım. Kapıyı çalan o korkak ruhlar dost değil düşmanın ta kendisiydi, dar günde yere gömülüp bol günde sırtımızı sıvazlayan o kimine göre münafık kimine göre hainlerden de beterdi… “Hayrola birader” dedim, “Yoğun şikayet var, ifadeye!” dedi arkadaşlardan biri, korkuturcasına elini beline götürerek. Adettir çağırılan yere gidilir, karakol‘a gittik. İçeri girerken duvarlarda birçok devlet büyüğünün resminin önünden geçerek bir çok memurun önünden dar bir koridora girdik. Başlarda beyaz olduğu belli olan iki duvarın arasından geçerken bir anda elektrikler kesildi. Karanlığın ortasında kalınca beni karakola getiren arkadaşlar bir anda tedirginlikten ne yapacaklarını şaşırdı, arkamdan yürüyen arkadaş bir anda sırtını dönüp içeri doğru koşmaya başlayınca önümdeki memur da peşinden koşma gayretinde bulundu. Ne olduğunu anlamasam da kendi başıma beni götürmeyi düşündükleri odaya doğru devam ettim.
Zifiri karanlığa gözlerim tam alışmışken bir anda elektrikler geri geldi. Yolun sonuna gelmiş, olmamam gerektiği besbelli bir odayla aramda sadece bir kapı olduğunu farkettim, gittiğim yolun yol olmadığını anladım ama o kadar da gitmiştim zaten, kapıdan içeri girmek de çok fark yaratmayacaktı elbet. O arkasından bela dışında bir şey çıkmayacağını düşündüğüm kapıyı açma gayretinde bulundum; bir anda kendimi boşluğa elimi uzatırken buldum. Meğer orada o kapı hiç olmamış, benim zihnimin içinde bir sınırdan ibaretmiş. Neredeyse başımın değeceği o alçak odadaki cemaate “Selamun Aleyküm!” dedim. Bir anda hepsi sanki sözleşip de gelmişçesine “Aleyküm Selam Reis!” dediler. Ortada duran neredeyse hurda denilecek bir masanın başındaki arkadaşa “Yola çıktığımız arkadaşların işi çıktı galiba.” dedim. Yüzüme dahi bakmadı, yanından gözlüklü bir memur kalkıp bilgilerimin eksik olduğunu, burada çok işim olmadığını ve mahkemeden önce nezarette misafir olacağımı söyledi. “Benim parmak izim de fiziksel bilgilerim de sizde mevcut, dert ne?” dedim. Koluma girip beni yandaki odaya götürdü.
Yandaki odaya girdiğimde girmenin amaçsız olduğunu anladım, kafatasımı ölçmek için yan odaya alınmıştım. Önce biraz zıtlaştık, ardından diğer arkadaşların da gelmesiyle birlikte zorlamaya gerek olmadığı kanaatiyle bıraktım kendimi. Kafamın arkasındaki yumruyu kontrol ettikten sonra beni içeride 2 adım atılmayacak bir odaya kapattılar. Tek başıma kalmıştım. İçeride tanımadığım bir şahsın ses kayıtlarını duymaya başladım, ilk dinlediğim iki konuşma sonunda kendisine hak verdiğimi hissettim ve odanın genişlediğini gördüm. Ardından alkış tutanlarla birlikte ben de alkış tutmaya başladığımı farkettim. Sanki her alkış içinde bulunduğum odayı ferahlatıyor ve beni daha da rahatlatıyordu. Dinlediğim ses kayıtlarının bir döngüye alınmış konuşmalar olduğunu anladım, 2. sefer dinlerken konuşmaların aslında çelişkili olduğunu farkettim ama o ferahlık beni benden alıyor, hiç yaşamadığım rahatlığı yaşatıyordu. Konuşmaların mesajları zıtlaştıkça alkışlar şiddetleniyor, ben de daha şiddetli alkışlayarak kendimi evimdekinden dahi rahat, hiç olmadığım kadar güçlü hissediyordum.
En sonunda alkışlarım beni ödüllendirdi, beni buraya getiren iki dost kapıdan içeri girip benimle fotoğraf çekindiler. Ardından kafamı ölçen arkadaş gelip bana yemek ve sigara getirdi. Bu esaretin sağladığı iktidarın büyüsü beni de içine çekti.
Karnım tok zihnim açılmıştı, ses kayıtlarını bir daha dinlediğimde bu sefer rahatsız olmaya başladım. Rahatsız olduğum gibi oda daralmaya, hava basıklaşmaya başladı. Biraz daha dinledikten sonra alkışlar beynimi acıtmaya, o sığ üslup ise kaşlarımı çatmaya başladı. Burnumdan her nefes alıp verişimle oda daha da üstüme geldi. En sonunda kapıya doğru eğildim ve “Çıkarın lan beni buradan!” diye bağırdım, oda bir anda daraldı ve adım atılmayacak hale geldi. “Bu mu lan en delikanlınız!” diye bir kere daha bağırdım, içinde bulunduğum bu karanlık oda beni iyice boğmaya başladı. Konuşmalar iyice kanıma dokunuyor, alkışlar bedenimde bir ateş dolaşırcasına beni yakıyordu. Bu çelişki, ahmak ordusunun alkışları, yalakaların sözleri ve övgüleri beni delirtmişti. Bir anda kapı açıldı, karanlıkta benden korkup kaçan görevliler beni bu sefer dövmeye yeltenince karşılık verdim. O alçak odadaki tüm yancıları da peşlerine girdi ve beni alıp sorgu odasına götürdüler.
Sorgu odasında uzun boylu esmer bir çocuk, yanında dört arkadaşı ile beni süzüp durdu. Uzun süren bir sessizliğin ardından önüme bir kağıt getirdiler, önüme gelen kağıtta yazılı olan suçlarım düşünmek, eleştirmek, abilerime itaat etmemek, konuşmalardan feyz almamak, boyun eğmemek ve yapıya sövmek olarak maddelenmişti. “Ee, sonuç ne olacak?” dedim, yine cevap verecek kadar yüreği olan kimse belirmedi.
Biraz daha bekledikten sonra koluma iki tane lise öğrencisi girdi, beni müdürün çağırdığını ve kendilerini beni götürmek üzere görevlendirdiğini belirterek yürümeye başladık. Kendi kendime sorgulamaya başladım, ben karakola geldiğimi sanıyordum lakin karakolda değildim, peki ben gerçekten nerdeydim?
Müdürün odasına girdik, odada iki tane hemşire ve müdürle birlikte oturup uzun süre sessizce birbirimizi izledik. Başka bir kağıt geldi, bu saçma olay ve ortamlar silsilesi canımı sıkmaya başladı ve sonunda “N’oluyor lan burada!” diye bağırarak ayağa kalktım. Müdür benim öğrencilerin aklını zehirlediğimi, bu okulda işim olmadığını ve benim tehlikeli olduğumu ima eden ama asla gözümün içine bakarak demeye cesaret edemeyeceği sözler sarfetti. Sonunda biryerde beklemiyordum. Tek başıma okulun bahçesinden çıktım ve eve geri geldim, eve geldiğim gibi aklımda belirdi, ben liseyi çoktan bitirmiştim ki…
Karnımın acıktığını hissettim, fakat evde yiyecek bir şeyim yoktu. O karanlık ve dar odada getirilen yemek aklıma geldi; sigaramı almaya odama gittim. Sigaram da bitmişti…
En sonunda kendime geldim, sirenleri çığlık gibi sokakları inleten bir ambulansın içinde hastaneye yetiştirilmeye çalışıyordum, gaz kaçağından zehirlenmişim…
-Bayram Köroğlu
Zafere Doğru
Latest posts by Zafere Doğru (see all)
- Kadınlar Seçme ve Seçilme Hakkını Nasıl Kazandı? (Afet İnan) - 24 Şubat 2021
- Ağız Sütü veya Kolostrum - 10 Şubat 2021
- Bir Sosyalistin Gözünden Tiflis’te Ermenilerin Mezalimi - 29 Ocak 2021
- 2021 Yılında Misak-ı Zafer - 1 Ocak 2021
- “Türklerin Babası” (Soyadı Kanunu) - 17 Aralık 2020