“Kırklar”

 

29 Nisan 1951, Urumçi

Boynunda işlediği “suçların” yazıldığı bir levhayla sokaklarda gezdiriliyordu. Önünde, yanında, ardında her tarafta Çinli askerler vardı. Hepsi başını önüne eğmesini söylüyorlardı. Kısık gözleriyle bu talimatı kimin verdiğine baktığında, bakışlarını çevirdiği yerdeki tüm kafaların eğildiğini görüyordu. Fakat O, başını eğmedi. Hakikaten de başını eğecek bir şey yapmamıştı. İstiklal uğruna çarpışmış, esir düşmüştü.

İdam edileceği alana doğru götürülüyordu. 1.85 boyunda, iri kıyım bir adamdı. Kısa ve kalın boynu secde haricinde hiç eğilmemişti. Heybetinden zerre taviz vermeden yürüyordu.

Bir aralık, kentin yüksek yamaçlarının arasından Tanrı Dağları‘nı gördü. İşte o an, adına Tarih denilen ihtiyar göründü. Ve bu Kazak yiğidini konuşmaması şartıyla yanına alarak gitti. Çinliler şaşkındı.

639, Vey Irmağı Kenarı

41 kişiden müteşekkil bir ordu, yüzlerce başıbozukla çarpışıyordu. İhtiyarın yanında çarpışmayı izleyen Kazak yiğidi bir şeyler diyecek oldu. Sonra kendini tuttu.

Konuşacak olsa “Ne kadar da bana benziyor” diyecekti.

Vey Irmağı şiddetli yağmurla taşıyordu. 40 yiğidin başında bulunan Kür Şad adamlarına son bir saldırının emrini verdi.

Kahramanca ölüme yürüdüler. “Öldüler fakat yenilmediler“.

İhtiyar, esmer Kazak yiğidinin kısık bakışlarının canlandığını fark etti. Kazak yiğidi sormadan ihtiyar konuştu: “Bu, senin deden Kür Şad’dır. Milletinin bağımsızlığı uğruna Çin sarayını bastı ve Tanrı Dağları’na yükseldi.” dedi.

Kazak yiğidi huşu içerisinde dedesinin ruhunu selamladı.

4 Ağustos 1922, Çegan Tepesi

Kazak yiğidi ne olduğunu anlamadan kendisini Pamir Dağları’nın eteğindeki bu tepede buldu.

Topluca kılınan namazdan, hazır bekletilen hayvanlardan Kurban Bayramı olduğunu anladı.

Az sayıdaki Türk, kumandanlarıyla bayramlaşırken yaylım ateşi başladı. İhtiyar: “Ateş edenler, Rus askerleridir.” dedi.

Ruslar mitralyöz mermileriyle, bayramlaşan insanları dağıttı. Herkes bir tarafa kaçarken, birisinin yalın kılıç atına bindiği görüldü. Atının üzerinde mitralyöz mermilerine karşı yürüyen bu yiğid, Enver Paşa‘ydı. Mermilerden bazılarının O’na isabet etmesi fazla zaman almadı. Şehadet, Enver Paşa’ya mertçe gelmişti. Enver, şehadeti kucakladı.

Tarih isimli ihtiyar yine konuştu: “Bu, hikayelerini duyduğun Enver Paşa’dır. Milletinin bağımsızlığı uğruna Ruslarla savaştı ve Tanrı Dağları’na yükseldi“.

29 Nisan 1951, Urumçi

Çinliler şaşkındı. Az sonra kurşuna dizilecek olan Osman Batur, tebessüm ederek yürüyordu. Sanki idam edilmeye değil, milleti selamlamaya gelmişti.

İdam mangası dizildiğinde Osman Batur heybetinden zerre taviz vermiyor, fakat tebessüm etmeyi sürdürüyordu. Tetiğe basacak askerler tedirgindi. Halbuki “bu iş” için özel olarak yetiştirilmişlerdi.

Osman Batur ise yamaçların arasından gördüğü Tanrı Dağları‘na bakıyordu. Tarih isimli ihtiyar, konuşmaması kaydıyla, O’na mahsus kayıtlar açmıştı. İhtiyar ortada yoktu. Fakat Kür Şad ve Enver Paşa olanca azametleriyle Tanrı Dağları‘nın tepesinde duruyorlardı. Osman Batur, kırklara karışacak olmanın zevkiyle tebessüm ediyordu.

Kırklara karışanların her şeyi gördüğünü ama konuşamadıklarını hatırladı. Son sözü gelecekten haber vermeliydi.

Heybetli Osman Batur, Tanrı Dağları‘nda çınlayan sesiyle haykırdı: “Ben ölebilirim ama milletim mutlaka vatanını geri alacaktır.

Osman Batur kırklara karıştı.

O an meydanda olanları izleyen bir çocuk, omzunda hissettiği bir elle irkildi. Arkasını döndüğünde ihtiyar bir adam gördü.

İhtiyar ağlamaklı ama gururlu bir edayla çocuğa şunu söyledi: “Bu gördüğün adam, Osman Batur’dur. Milletinin bağımsızlığı uğruna Çinlilerle savaştı ve Tanrı Dağları’na yükseldi”.

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Fırat Kazganoğlu

Meçhul bir zamanda doğdu. Muammaya müptela. Türkçü. Yazar.