Karanlığın ötesine karıştım
Hayallerle başlayan adımların
Sokağın ötesindeki güzel kadınların
Tükendiğini gördüm yavaş yavaş
Kırık bir aynanın önünde
Küçüldü ayna ben küçüldüm böylece
Aciz kaldı neyi büyüttüysem gözümde
Oysa rind idim çilehanede, kıskanırdı beni sokaktaki ayyaş
Yoksa ben mi onu kıskanırdım
İçimde hiç bitmeyen bir savaş
Gördüm inkâr etme anlat,
Ne yaşandı bu yalnız ömürde
Kendine de anlatmayacaksan eğer şiir niye?
Mürekkep akıtmayacaksan yarım kalmışlığına ruhların
Güneşin doğduğu yere dönelim
Dönelim, dönelim biz yine de
Ya da, canına okuyalım bu çarpışık nizamın
Zira ruh yok olmak üzere
Can ile camın arasında bir yerde
Çatlakları batıyor yüreğime kırkdört santim camın
Şükür ki ruhumun örtüsü hala kalın
Gerçeği istiyordunuz Albert
Alın size gerçek, hiç görmedik ayın karanlık yüzünü
Koca bir yalandı düzen bağını sormadık şarap yaptık üzümü
Şaşalı bir hikâyeye meze yaptık, nehirleri kurutan çocukların hüznünü
Dünya düz mü, ne zaman doğacak güneş, gece mi gündüz mü?
Yoksa bütün çocuklar ölünce mi?
Siyonizm Diclenin kıyısında hunharca gülünce mi?
Sorularım var cevapları olmayan
Ben, yirmi sekiz yaşında şair ne yazacağımı şaşırdım
Aşardım belki de bütün bunları yalnız olmasaydım
Dün kedisi ölen bir çocuğa taziyeye gittim
Deli değildim, Nebiydim
Bugün binlerce çocuk öldü, ben öylece izledim
Ne oldu bana böyle hani zulme karşı gelendim
Yaşıyorum dünya için, ya da ölüyorum farketmeden için için
Ne yapmalı öyleyse bu divane çağdan kurtulmak için?
Hiç bilemedim…
Önceleri insanlar ölüme içermiş tavernalarda
Şimdi ise kadeh kaldırıyorlar bitecek bir yaşama
Leş kokulu barlarda
Hangisi daha anlamlı?
Parfait Amour menekşenin ölümüyle doğan aşk
Ya da Viski Manattan; kırmızı vermut, portakal yahut kiraz
Ya da secdeye uzanan alın niyaz
Tükenmez bilmez arada kalmışlığım
Nilgünden mirasım aynalarla kaplı başım
Oysa ben sarı kâğıttan bir tuvale aşığım
Alışığım alıştığım için olanca hışmım
Hasmımı bekliyorum Gogol’ün Portresi önünde
Zihnim taşları özleyen su misali, betonla kaplanmış nehirde
Akamıyorum, üstelik betona da basamıyorum ayaklarım çarpışık
Ne yazık, öncesine de dönemiyorum ellerimi çırpıp
Işık, olabildiğince karmaşık
Fark ediyorum hemen bir gariplik var renginde
Güneşten gelmiyorsa şayet, aydınlık demek değil bu sahte renk
Bir anlamı yok enginde
Delirmek hakkı elbet benim elimde
Elimde olmayan ıstıraplarımın kaynağı zaman
Gitmek yok kalmak yok ‘an’ koca bir yalan
Nerede sabah nerede akşam hani nerede Alaram
Bilmiyorum
Bilmemek lütuf bilmemek ceza
Bilmek gibi hakeza
Camıma vuran sinek kuşu öttü uzunca
Canfeza makamında
Geçti ruhumun ortasından
Güne karışmadan geceye ilişmeden
Medcezirlerimin sahile vurduğu yerden
Mısralarıma karışan meltem
Esti karışarak zamana geçtiğinde deminden
Sevmeden, bilmezdim ne içindi yaşamak
Ne zaman doğmuştu yeşil yaprak
Tanrı bilir bir de yalnız Bombadil
Çok daha haşmetli akıyorken İdil
Dağları aşıp gelmiş büyük atam Balamir
Düşünürdüm önceleri bunca çaba niyedir
Ot, aş ve gurur, Türk atına bindi mi derya bile kudurur
Budur, ruha can veren ilmek
Ya başarabilseydi İrnek
Elde değil düşünüp delirmemek
Sormak yok cevap almak yok
Oturmaktan kork ya yürü ya da koş
Taşa inanmıyorsan işte kanıt
Müsveddeye değdi mürekkep
Yeter ki,
İlişme ruhuma merkep
Ruhum, kayıp cümlelerle dolu girdap
22 Nisan 1711 gidiyor daima içine girdiğim gardolap
Tekrar edilebilir an, öyle söylemişti Zweig
Yanılmış olabilir miydi metafizikte Aristo?
Zira tükenmekten ibaretti insan, ruh mavi renkli ispirto
Zamana değdiğinde etleri tutuşturan
Spritus, hayatın özü değil miydi yoksa
Azizeye olan bu muydu Beyrutta
Sorularım var cevapları olmayan
Karanlığın ötesine karıştım
Işığı unuttum gölgeyle tanıştım
Atinalı bir güreşciydi hocam
Öyle ya ışığı görsem dahi çıkamıyorum bu mağardan
Muhammet Cihat Dizdaroğlu
Latest posts by Muhammet Cihat Dizdaroğlu (see all)
- MAĞARADA - 14 Şubat 2025
- SİSİFOS - 10 Aralık 2024
- RUHUMUN LAHİYASI - 5 Eylül 2024
- YALNUK KUŞLARI - 7 Ağustos 2024
- ARTEMİS - 12 Eylül 2023