“Dörtler’in Cumhuriyet Halk Partisi’nden Ayrılışı”
Tarih 2 Eylül 1945’i gösterdiğinde II. Dünya Savaşı son bulmuştu. Savaşın son bulması ile beraber yayınlanan Birleşmiş Milletler Anayasası1, dünyada bulunan otoriter sistemlere son vermiştir. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti için çok partili sisteme geçişin ilk adımı olarak nitelendirilmektedir.2
Birleşmiş Milletler Anayasası global bir etki yaratırken Demokrat Parti’nin doğmasında ki bir diğer etki ulusal bir durum sonucunda gerçekleşmiştir. 1945 Yılında yapılan bütçe görüşmeleri ve Toprak Reformu Kanunu tasarısı, TBMM içinde bir tartışma yaratmıştır. Bu tartışma CHP içerisinde bulunan vekillerin de şikayetleri üzerine artmıştır. Başta Refik Koraltan, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes gibi Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri söz alarak bütçe aleyhinde görüşlerini belirtmiş ve bu yönde oy vermişlerdir.3 19 Mayıs 1945 Tarihli açıklamasında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün demokrasi prensiplerinin ilerleyen süreçlerde daha etkili olacağını söylemiştir. Bu durum neticesinde parti içerisinde bulunan muhalifler daha da cesaret kazanmışlardır.4 İsmet İnönü’nün demokratikleşme yönündeki söylemleri yalnızca parti içi değil dışarda bulunan vatandaşları da etkilemiştir. Öyle ki bu dönemde yaşayan Nuri Demirağ 18 Temmuz 1945’de Milli Kalkınma Partisi’ni kurma amacıyla girişimlerde bulunmuştur. Bu girişim için izin verilmiş ve parti kurulmuştur. Ancak kurulduktan kısa süre sonra parti içerisindeki problemler dolayısıyla siyasi arenada etkili olamamıştır fakat kurulmasına izin verilmesi dahi iktidarın muhalif partileri de kabul etmesi ve çok partili siyasi hayata geçişinin mümkün olduğunun bir göstergesi olmuştur.5 17 Haziran 1945 tarihinde bu dört Milletvekili Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu’na muhtıra vermiş ve olayların seyrini değiştirecek ilk hareketi başlatmışlardır. Celal Bayar ve arkadaşlarının Cumhuriyet Halk Partisi’ne sundukları “Dörtlü Takrir”6 olarak adlandırılan bir önergeyle TBMM içerisinde adeta zelzele etkisi yaratmışlardır. Dörtlü Takrir’in içeriği; Tek partili
1 Enis Şahin, “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi”, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, C.1, S.2, (2015): s.33
2 Şahin, “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi”, s.33
3 Şahin, “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi”, s.33
4 Abdullah Yarar, “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Yaşama Geçiş: Demokrat Parti Örneği ve Demokratikleşme Sürecine Etkileri”, (Gaziantep: Yüksek Lisans Tezi, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021), s.32
5 Abdullah Yarar, “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Yaşama Geçiş: Demokrat Parti Örneği ve Demokratikleşme Sürecine Etkileri”, s.41
6 Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, (Ankara, imge Yayınları, 1990) s.3
düzenin özgürlükleri kısıtladığını, çok partili düzene geçilmesinin bir gerekli olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hükümeti denetlemesinin zorunlu hale geldiğini belirten taleplerden oluşmaktadır. Bu önerge reddedilmesine karşın kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmış ve olumlu karşılanmıştır. Bu sürecin devamında Dörtlü Takrir’i yayınlayan Milletvekillerinden Adnan Menderes ve Fuat Köprülü muhalif konuşmalarına ve yazılarına devam etmişlerdir. 7 Vatan gazetesinde yazan Köprülü ve Menderes; insan hak ve hürriyetlerinin güvencesi, baskının son bulması, millet denetiminin varlığının inşaası gibi demokratik ve liberal boyutlarda muhalif yazılar yayınlamışlardır. Parti üyelerinin muhalefetten rahatsız olması üzerine 21 Eylül 1945 Yılında yapılan divan toplantısında Fuat Köprülü ve Adnan Menderes oybirliği ile kesin ihraç istemiyle yargılanmış ve parti dışı kalmışlardır. Uzun süre sessizliğini koruyan Refik Koraltan tarihler 2 Ekim 1945’i gösterdiğinde Vatan gazetesinde yayınladığı yazısında ihraçların parti tüzüğüne aykırı olduğunu belirtince kendisi de Köprülü ve Menderes gibi ihraç edilmek suretiyle parti üyeliğinden çıkartıldı. Eylül ayının sonlarına gelindiğinde milletvekilliği görevinden istifa eden Celal Bayar, Aralık ayında Cumhuriyet Halk Partisi’ne istifasını sunarak partiden tamamen ayrıldı.8
“Demokrat Parti’nin Kuruluşu”
Celal Bayar’ın 1 Aralık 1945 Tarihinde yaptığı basın toplantısında yeni bir parti oluşturma yolunda ilerlediklerini açıklamıştır. Celal Bayar ve ekibi vakit kaybetmeden 7 Ocak 1946 Tarihinde Demokrat Parti’yi hayata geçirmişlerdir. Bu olay basında büyük yankı uyandırdı ve partinin demeçleri, programı, amaçları açıklayıcı bir şekilde yayınlandı. Demokrat Parti kurulduğu gün tüzüğü, programı ve merkez idaresi yayınlandı. Partinin kurucuları kendi aralarında toplanarak partinin başkanlığı için Celal Bayar’ı uygun gördüler. İki yılda bir
toplanmasına karar verilen kongre’de ise Parti Başkanı, Merkez Haysiyet Divanı, Genel İdare Kurulu seçilecekti. Bu üç ana organ içerisindeki en yetkilisi genel idare kuruluydu. On kişiden oluşan bu kurul, partinin bütün idaresinden sorumlu olacak ve milletvekilleri adaylarını tespit etme görevini yerine getireceklerdi. Partinin taşra yönetimi ise İl, ilçe, bucak ve ocak örgütlerinden oluşmaktadır. Tüm örgütlerin yılda bir kere kongre yapması gerekmektedir ve bu kongrede sayıları üç ile yedi üye arasında değişen bir yönetim kurulu vardı. Bununla beraber her ilde bir haysiyet divanı bulunmaktaydı. 27 sene boyunca tek partili sistemde yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’nde artık çok partili dönem resmen başlamıştır.9
7 Şahin, “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi” s.34
8 Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, s.11
9 Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, s.12
Demokrat Parti kurulduktan sonra teşkilatlanmaya ağırlık vermiş ve kısa süre içerisinde Ankara ve İstanbul’a öncelik vererek teşkilatlanmıştır. Bu illerden sonra en hızlı teşkilatlanan şehir ise Samsun olmuştur. Aydın’da Ethem Menderes, İstanbul’da ise Kemal Öner teşkilatlanmaya yardımcı olmuşlardır. Anadolu’nun birçok yerinde de Demokrat Parti’nin il başkanlıkları açılmış ve örgütlenmeler yapılmıştır. Demokrat Parti’nin kurucu üyeleri ise bu süre zarfında bölgeler kapsamında çalışmalar yapmıştır. Celal Bayar Samsun’da, Refik Koraltan Adana, Konya, Trabzon ve Erzurum’da, Fuat Köprülü Ege’de, Adnan Menderes ise Aydın ve civar şehirlerde çalışmalara katılmışlardır.10
“İkinci Dünya Savaşı’nın Türk Siyasetine Etkisi”
1930’lu yılların başlarında Almanya ve İtalya’nın Avrupa’daki saldırgan tutumu ve yayılmacı politikası tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bu iki devletin ortak özelliği ise bir Diktatör tarafından yönetilmeleridir. Almanya’da Irkçı propaganda güden Adolf Hitler, İtalya’da ise Faşist ideolojiyi benimseyen Benito Mussolini yönetimde söz sahibidir. Bu saldırgan tutum karşısında dünya devletleri ittifak oluşturmayı hedeflemişlerdir. İçerisinde İngiltere ve Fransa’nın da bulunduğu müttefik devletler bloğuna, savaşın ilerleyen yıllarında Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmuştur. Demokratik devletlerden oluşan Müttefik Devletler Bloğu, savaşı kazanmıştır. 1945 Yılında biten savaş sonrasında dünya demokratik devletlerin; kontrol ve teftiş edilemeyen, tek bir güce bağlı ve tek adam rejimine sahip devletlerden daha iyi durumda olduğunu fark etmiştir. O dönemde Türkiye Cumhuriyeti ise tek partili sistemle yönetilmektedir. Daha önce Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduysa da o dönemdeki iç karışıklıklara destek verdikleri gerekçesiyle kapatılmışlardır. Nuri Demirağ’ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi ilk muhalefet parti olurken, Demokrat Parti ise ikinci muhalefet parti olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde çok partili hayata destek verdiğini belirtmiştir. Cumhuriyet Halk Fırkası içerisinde bulunan Ahmet Barutçu: “Çankaya’da verilen bir davette İnönü’nün her ne pahasına olursa olsun bir muhalefet partisi kurma ve onu koruma taraftarı olduğunu, demokratik yönetimi yerleştirme amacından açıkça söz ettiğini.” İfade etmiştir.11
10 Şahin, “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi” s.34
11 Afşar, “Türk Politik Tarihinde Demokrat Parti ve 1946 Programı” s.276-277
“21 Temmuz 1946 Genel Seçimi”
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1947 yılında yapılması gereken seçimler Cumhuriyet Halk Partisi’nin çabalarıyla 1946 yılına çekilmiştir. Henüz siyasi yönden kendisini geliştirmekte olan Demokrat Parti bu duruma her ne kadar itiraz etse de istediği sonu alamamıştır ve seçimin 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Demokrat Parti bu durumu boykot ve protesto etmek konusunda ne kadar tereddüte düşmüş olsa da uzun görüşmeler sonucunda seçime girme kararı almıştır. Seçime girme kararı alan Demokrat Parti ilerleyen süreçte milletvekili adaylarını hazırlayarak seçim kuruluna teslim etmiştir. Demokrat Parti içinde bulunduğu durum dolayısıyla hızlıca seçim çalışmalarına başlamıştır. Hararetli tartışmalar, suçlamalar ve tartışmaların olduğu bu süreçte Demokrat Parti yetkilileri, iktidarın DP bürokratlarını yıldırma amacıyla tehdit ve korkutma girişiminde bulunduklarını beyan etmiş ve sıkça şikayetlerde bulunmuşlardır. Türk halkı 1946 yılında ilk kez bir heyecana sahip olmuştur. Bu heyecan daha önceki yıllarda geçen sessiz seçimlerin yerini vaadlerin ve mitinglerin almasıyla oluşmuştur. Su getirmek, yol yapmak gibi vaadleri olan politikacılar halkın ayağına kadar gitmiş, dertlerini dinlemiş ve seçilmeleri durumunda yapacakları çalışmalardan bahsetmişlerdir. 1946 Seçimi “Açık oy, gizli sayım.” İlkesiyle yapılmıştır. Bu ilke antidemokratik temellere dayanmaktadır ve bugün dahi eleştirilmektedir. Bu seçimin bir diğer demokratik olmayan tutumu ise çoğunluk sistemidir. Çoğunluk sistemine göre; bir vilayette çoğunluk oyu alan siyasi parti o vilayetteki tüm milletvekillerinin tamamına sahip olmaktadır. Bu sisteme Demokrat Parti ne kadar itiraz etmişse de Cumhuriyet Halk Fırkası karşı çıkmıştır.
21 Temmuz 1946 Seçimlerinin bir diğer önemi ise yine Demokrat Parti’nin öne sürdüğü Cumhuriyet Halk Fırkası’na tabii olan devlet görevlilerinin özellikle kent merkezlerinde yapılan seçimlerde halkı baskı altına aldığı yönündedir. Muğla ve Kayseri’de yapılan seçimlerde şaibe olduğu, seçimlere hile karıştırıldığı öne sürülmüştür. Bu sebeple bugün bile 1946 seçimleri tartışmalı olarak anılmaktadır. Seçim sonucunda CHP 395, DP 66, Bağımsızlar ise 4 vekil çıkartmıştır.12
“1950 Seçimleri ve Demokrat Parti’nin İktidar Oluşu”
Cumhuriyet Halk Fırkası her ne kadar Demokrat Parti’yi etkisi altında tuttuğu ana muhalefet parti olarak görmek istese de Demokrat Parti hızlı bir şekilde örgütlenmiş ve adım adım iktidara giden yolu yarılamıştır. DP’nin birinci büyük kongresi olan Hürriyet Misakı kongresi yapıldıktan sona parti içi ayrılıklar başlamış olsa da 20 Haziran 1949 Tarihinde yapılan ikinci
12 Şahin, “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi” s.45-48
kongreden parti bütünlüğünü sağlayarak çıkmayı başarmışlardır. Bununla beraber kendilerine yöneltilen suçlamaları alaşağı etme gayreti ile daha sert ve etkin bir muhalefet hareketini benimsemişlerdir. İkinci kongrede onaylanan “Milli Teminat Andı” İsimli belgede bu ifade korunmuştur. Cumhuriyet Halk Fırkası ise o dönemde bu belgeyi “Milli Husumet Andı” olarak isimlendirmişlerdir. Milli Teminat Andı’na bağlı kalan Demokrat Parti’li yetkililer her ne kadar Cumhuriyet Halk Fırkası yöneticilerini kızdıracak sertliğe ulaşsa da, DP içerisinde bir bölünme olmaması ve seçim kanunu sorununun gerekli kişilerce kabul edilmiş olması Halk Fırkasını harekete geçirmiş ve 1950 seçimlerinden yaklaşık üç ay evvel Demokrat Parti’yi tatmin edecek bir seçim yasasını yürürlüğe sokmuşlardır. 5545 Sayılı seçim kanunu ile birlikte; Diğer siyasi partilerin de radyodaki yayını iktidar partisi kadar sürebilmiş ve seçimin yargı denetimi muhalefet tarafından sağlanabilmiştir. Böylelikle; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk şüpheye yer bırakmayan seçimi 14 Mayıs 1950 Milletvekili seçimleri olarak tarihe geçmiştir.
14 Mayıs 1950 seçimleri baştan aşağı demokratik bir süreç olarak işlenebilmiştir. Hiçbir itiraza mahal vermemiştir. Bu seçime halkın %80’inden fazlası katılmıştır. Bu seçim sonucunda Demokrat Parti oyların %53.5’ini almış ve Meclis’teki 487 sandalyenin 408’ini elde etmeyi başarmıştır. Tek partili sistemin iktidarı olan Halk Fırkası ise yalnızca 69 Milletvekili çıkarabilmiştir.13
“Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi”
Demokrat Parti, ekonomik alanda da tıpkı siyasi alanda olduğu gibi liberal temellere dayanmaktaydı. Yabancı sermayeden faydalanırken aynı zamanda özel sektörü emniyet altına almayı hedeflemişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sırasında zenginleşen kişi ve kurumların yanı sıra savaş sırasında iktisadi kayıplar veren kitleler için de söz hakkını kendinde bulmaktaydı. Cihan Harbi sırasında uygulanan mali politikalar halkın ve kurulacak olan siyasi partilerin hedefindeydi. Bu durum Demokrat Parti’nin de gündemi için önemliydi ve iktisadi temellerini bu konjönktür üzerine kurgulamışlardır.
Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyeti ekonomisini devletçilik bağlamından uzaklaştırmayı hedeflemiştir. DP’ye göre Halk Fırkası’nın bıraktığı mali durum olumsuzdu ve bir çırpıda düzeltilmesi mümkün değildi. Bununla beraber Demokrat Parti’nin eleştirdiği bir diğer durum ise CHP’nin üretimi arttırıcı alanlara yeteri kadar destekte bulunmaması, ödenek sağlamamasıydı. Demokrat Parti, sanayi alanında başarılı olan Avrupa devletleri ve A.B.D’yi referans olarak göstermekteydi. DP’nin koyduğu hedefler de yine kalkınma stratejileri sanayiye
13 Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, (İstanbul, İletişim Yayınları, 1991) s.88-93
dayanan bu devletler hakkında yaptıkları gözlemlere dayanmaktadır. Kredi’nin bir ülkenin gelişimi için son derece önemli olduğu ve gelişim için kesinlikle gerekli olduğu üzerinde durulmuştur. Bununla beraber DP, Marshall Planı çerçevesinde aldığı krediler ile tarımda makineleşme ve karayolları yapımını da hızlandırmıştır. Kuzey Kore ve Güney Kore arasında meydana gelen savaş ise bir canlanma ortamı sağlamış ve bu sayede ihracat hızla artmıştır. İthalat ise serbest bir modele alınmıştır böylelikle ekonomi hızlı bir büyüme sürecine adım atmıştır. Dünya ekonomisine endeksli olarak süregelen hızlı büyüme süreci tersine döndüğünde ise hükümet devalüasyon ve benzeri önerileri reddetmiştir. Hızla büyüme ile beraber farklı fabrikalar kurulmuş, Haydarpaşa silosu, Kızılırmak barajı gibi projelerin temelleri atılmış fakat nasıl finanse edileceği konusunda bir çalışma girişiminde bulunulmamıştır. Bir sonraki seçim olan 1954 seçimlerine bir yıl kala liberal ekonominin, sorunlar ile başa çıkamayacağını anlayan Demokrat Parti, umudunu yabancı sermayeye bağladı. 1954 Yılında çıkartılan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu bağlamında yabancı sermaye teşvik edilmiştir. Ancak bu gibi gelişmeler de yabancı sermayenin ana kaynak olmasını sağlayamadı. Demokrat Parti, liberal yabancı sermaye alanında çığır açacak çalışmalar yapsa da o dönemde Türkiye’ye giren yabancı sermaye sınırlı kaldı. Bu bağlamda en önemli olarak gördüğü kaynaktan fayda göremeyen Demokrat Parti, yüzünü Merkez Bankası Kaynaklarına çevirdi14
Demokrat Parti hükümetine göre Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) arttığı süreç boyunca Merkez Bankası Kaynaklarının kullanılmasında bir sakınca yoktu. Böylelikle hükümet ilk döneminde yabancı kaynaklardan istediğini elde edemeyince Merkez Bankası kaynaklarına yönelmiş oldu. 1950 yılında tedavüldeki para 900 milyon lira iken 1959’a gelindiğinde bu miktar 3052 milyon lira olmuştur. 10 yıl içerisinde tedavülde bulunan para miktarı 4 kata kadar artış göstermiştir. 1951 yılında DP faizleri indirdi, böylece kredi talebi artmış bulundu. İthalat talebi de bu duruma bağlı olarak atış gösterdi fakat dış kaynakların yetersiz olması sebebiyle ithalat azaldı. Demokrat Parti bu durumda kredi hacmini azaltmak yerine arttırmayı tercih etti.
Demokrat Parti’nin en önemli özelliklerinden biri kredi arzının arttırılmasının ekonomik kalkınmayı destekleyeceğini düşünmesiydi. Sürecin sonuna kadar destekçisi oldular. Fakat baskılar arttıkça çözüm yolunun bu olmadığı anladılar. 1956 itibariyle tarım kredilerine zam getirdiler. Merkez Bankası faiz oranlarını arttırarak kredilere sınırlama getirdi. Bankaların verebileceği kredi miktarına tavan fiyat uygulaması getirildi. Milli Korunma Kanunu devreye sokulara 1957 yılında Ticaret Bakanlığı tarafından fiyat tespit işlemleri başladı. Haksız kazancı
14 Nevin Coşar, “Demokrat Parti Dönemi Maliye Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C.60, S.1, (2005): s.31-34
önlemeye yönelik zamlar yapıldıysa da alınan bu önlemler yeterli olmadı ve hükümet, Uluslar arası Para Fonu’nun şartlarına uymak zorunda kaldı. 1950-1959 yılları arasında DP, izlediği bu politika sebebiyle yalnızca 1951 yılında bütçe fazlası verebilmiştir. Konsolide bütçe ise 1954 yılına kadar fazla verirken bu yıl itibariyle açık ermiştir. DP, bütçe açıklarının cari giderden değil, yatırım harcamalarından kaynaklandığını ileri sürmüştür. Açıkların ana sebebi ise etkili bir vergi sistemi oluşturulamamış olmasıdır. Vergi kapasitesi artmış olmasına karşın DP vergi artırma adımını siyasi sebeplerden dolayı atmadı. Genel hatlarıyla Demokrat Parti, ekonomi politikasını iktisadi istiklal olarak adlandırarak halka sanayi alanında zenginleşme, işsizliğin azaltılması, grev hakkı, vergilerin bazı kısımlarında düzenleme ve gerekirse kaldırılması, boş devlet topraklarını dağıtmak gibi vaadler bulundu. Bu amaç doğrultusunda şartlar elverişli olmadığında dahi hızlı büyümeyi kendilerine misyon edindiler. Dış politika ve iktisadi büyüme arasında yakın ilişkiler kurarak dış borca yöneldiler. Ancak gelişmeler aksi yönde istikamet aldı. 1958 yılına gelindiğinde Demokrat Parti’nin iktisadi politikası iflas etti. Bu durum bize Demokrat Parti özelinde büyümenin her zaman gelişme olmadığını göstermiştir.15
“Demokrat Parti Dönemi İç Politika”
Demokrat Parti, iktidara geldiği ilk günden itibaren devr-i sabık yaratmama planını yürürlüğe başarıyla koymuştur. Bu durum tek partili dönemin izlerinin silinmesi amacı güdülerek yapılmıştır. Demokrat Parti bürokratları, daha öncesinde yani CHP iktidarında halkın ihaleye girmek için dahi iktidar ile yakın olması gerektiğini belirtirken, aynı zamanda devlet ve hükümet kavramlarının iç içe girdiğinden söz etmiştir. 1950 seçimlerinde halk ayağına kadar gelerek oy isteyen bürokratları görünce devleti yönetmenin ne olduğunu daha iyi anlamıştır. Halkın sorunlarını dinleyen DP, bu şekilde devletin baskıcı tutumundan ziyade Adem-i merkeziyetçi bir düstur izlemeyi prensip edinmiştir. Özellikle gelecek hedefi yapan DP, özellikle İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yeni mezunu mühendis gençleri partide farklı noktalarda konumlandırarak kadrolaşma ağını arttırmıştır. Tek merkezli yönetimin elinde bulundurduğun katı yönetim anlayışı bu dönemde gevşemiştir. Fakat her ne kadar halk ile iç içe ve sınıf farkının olmadığı bir toplum yapısının oluşturulması öngörülse dahi, bürokratlar girişimci sınıfı kendilerine rakip olarak görerek önlerin engel koymaktan çekinmezler. Bu durum özelleştirme politikasına rağmen özel yatırımcıları olay dışı bırakarak devlet
15 Coşar, “Demokrat Parti Dönemi Maliye Politikası”, s.34-56
yatırımlarının daha da artmasına sebebiyet verir. Bu durum ekonomik açıdan da Demokrat Parti’nin yerine getiremediği vaatlerin oluşmasına sebebiyet vermektedir.16
Demokrat Parti, demokrasi konusunda da adem-i merkeziyetçi düşünce sistemini ele alır. Cumhuriyet mefhumunda bulunan kayıtsız-şartsız ibaresi Demokrat Parti için vazgeçilmez bir nüanstır. Çoğunluğun yanılamayacağı düşüncesi demokratik tavır sergilemek adını DP’yi tetikler. Adnan Menderes’in “Milletimizin kabul ettiği bizim için de makbuldür.” Cümlesi bu tutumu destekler niteliktedir. 1945 sonrasında ortaya çıkan çok partili siyasi hayat, iktidar ve muhalefet arasındaki farkların belirginleşmesine destek olsa da, tam olarak demokratik bir muhalefet-iktidar anlayışı oturmamıştı. 1950’li yıllara gelindiğinde hala daha iktidar mensupları muhalefete “hıyanet, düşmanlık” gibi sözcükler ile saldırmaktaydı. Bu dönemde etki gören bir diğer mekanizma ideolojilerdi. 19. Yüzyılın sonlarında Anadolu’da etkisini göstermeye başlayan milliyetçilik, kavram olarak tek devlet-tek ulus olarak süregelse de, demokrat parti döneminde muhafazakar değerler ve dini değerler de boy göstermiştir. Anadolulu olmak ve yerli sayılmak kavramı milliyetçiliğin kısmen de olsa yerini almıştır. Bu durumu destekler değerindeki bir örnek ise 1950 Yılında, Demokrat Parti yönetime geldiği ilk senesinde ezanı Arapça’ya çevirmiştir. Demokrat Parti döneminin bir diğer sansasyonel olaylarından biri de öteki kavramı ve 6-7 Eylül olaylarıdır. Gayrimüslimler, o dönemde dahi ülkemizde yaşamaya devam etmekteydi. Demokrat Parti, popüler olan öteki kavramını yıkmak için Ermeni ve Rum bir vatandaşları da milletvekili adayı yapmıştır ve 1950-1960 yılları arasında görev almıştır. Buna rağmen 6-7 Eylül 1955 Tarihinde yaşanan Rum azınlıklara saldırı olayları yaşanmıştır. Bu olaylar provokasyon olarak görülmektedir ve fatura Demokrat Parti’ye kesilmeden önce o dönemde gündemde olan Kıbrıs meselesi ve Rumlar ile yaşanan olumsuz bürokratik görüşmeler de göz önünde bulundurulmalıdır.17 Demokrat Parti, her ne kadar özgürlükçü ve liberal bir tavır sergileme vaadinde bulunarak iktidara gelmişse de, parti kurucularının uzun süre tek partili sistem içerisinde görev almış olması, yargı bağımsızlığının tartışmalı olaylara sebebiyet vermesi ve sosyal yapının henüz kökten bir değişime elverişli olmaması DP’nin uygulamaya koymayı hedefledi sosyal hayatı engellemiştir.18
16 Süleyman İnan, “Demokrat Parti Dönemi (1950-1960) Siyasi Kültür”, Muhafazakar Düşünce Dergisi, C.11, S.41, (2014): s. 248-252
17 İnan, “Demokrat Parti Dönemi (1950-1960) Siyasi Kültür”, s.252-254
18 İnan, “Demokrat Parti Dönemi (1950-1960) Siyasi Kültür”, s.254-256
“Demokrat Parti Dönemi Dış Politika”
Demokrat Parti, iktidarda bulunduğu süre zarfında sürekli Atatürk dönemine atıflarda bulunarak bu dönemin devamı niteliğinde bir iktidar anlayışına sahip olduklarını vurgulamıştır. Atatürk, hayatta olduğu süre zarfında dış politika için daha kesin ve keskin çözüm önerileri üretirken İsmet İnönü daha ılıman bir tavır sergilemiştir. Örneğin Hatay meselesinde Atatürk gerekirse asker harekat bile yapılabileceği düşüncesini savunurken İnönü daha tedbirli yaklaşmıştır. Bir başka örnekte ise İtalya’nın saldırgan politikası sırasında Atatürk, Akdeniz’de ortak savunma sistemi oluşturulmasını tasarlarken İnönü bu fikrin taraftarları arasında bulunmamıştır. Bu gibi fikir ayrılıkları sonrasında Atatürk, İnönü’nün dinlenmesi için Başbakanlıktan ayrılmasını uygun görmüştür. Boşalan bu yeri dolduran kişi ise Demokrat Parti’nin kurucularından Celal Bayar olmuştur. İnönü daha sonra DP kurulurken Bayar’a partilerinin çizgisini sorduğunda, Celal Bayar Atatürk dönemi dış politikasının çizgilerinin aşılmayarak bağlı kalınacağının garantisini vermiştir.19 2. Dünya Savaşı sonrasında bloklara ayrılan dünya soğuk savaşı tetiklemiştir. Sovyetler Birliğinin güç kazanması ve özellikle 1948 Çekoslavakya darbesi Avrupalı devletleri birleşmeye itmiştir. A.B.D, dış politikası sebebiyle bu ittifaka katılmak istemese de 2. Dünya Savaşına dahil olması sebebiyle bu ittifaka katılmaya mecbur kalmıştır. Böylece A.B.D ve İngiltere, Belçika, Danimarka gibi Atlantik ülkelerinin iştirakıyla NATO (North Atlantic Treaty Organisation) yani Kuzey Atlantik Anlaşması kurulmuştur. Türkiye iki defa NATO üyesi olmak için başvursa da reddedilmiştir. İlk etapta Hollanda, Belçika ve Danimarka gibi ülkeler Türkiye’nin NATO’ya girişi ile kendilerinin sorumluluk alanlarının artacağını ve Akdeniz’de bulunan bir ülkenin olası savaş durumunda desteklenmesinin zor olacağını düşünmekteydiler. İngiltere ise Türkiye’yi Batı uygarlığının bir parçası olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Bu süreç boyunca Celal Bayar ve Adnan Menderes sık sık NATO’nun Türkiye için önem arz ettiğinden söz etmişlerdir. 1950 Yılında meydana gelen Kore savaşı ise işleri tersine çevirmiştir. Her ne kadar savaş Kuzey Kore ve Güney Kore arasında olsa da, Sovyetler birliği Kuzey Kore’yi, Atlantik ülkeleri ise Güney Kore’yi destekleyerek taraf olmuşlardır. Türkiye bu savaşa 5090 kişilik askeri kuvvet göndererek NATO’nun kapısını aralamayı başarmıştır. Sonrasında Türkiye, konumunun önemli olması, Asya, Avrupa ve Ortadoğu’ya direkt etki edebilmesi gibi sebepler de göz önünde bulundurularak NATO’ya davet edilmiştir.20
19 Şerif Demir, “Demokrat Parti İktidarında Türkiye’nin Bölgesel Sorunlara Yaklaşımı”, C.9, S.2, (2021) s.376-377
20 Demir, “Demokrat Parti İktidarında Türkiye’nin Bölgesel Sorunlara Yaklaşımı”, s.378-380
Bir diğer dış antlaşma ise Yunanistan ve Yugoslavya ile imzalanmıştır. Balkan ülkelerinin Sovyet baskısı altında ve Komünizm etkisinde olması Türkiye’yi telaşlandırmıştır. Buna binaen DP hükümeti 2. Dünya savaşı öncesinde imzalanan Balkan Antantı’na benzer bir antlaşma imzalamak istemiştir. 1948 yılına kadar Stalin ve Sovyetlerin etkisinde olan Yugoslavya, bu yıl sonrasında Sovyet isteklerine karşı gelerek ayrılmıştır. Batı sınırları için önemli olan bu antlaşma 1953 yılında imzalanmıştır. Sonrasında Kıbrıs meselesinin Rumlar ve Türkler arasındaki problemleri ortaya çıkartması ve 6-7 Eylül olaylarının yaşanması bu antlaşmaya zarar vermiştir. 1958 yılında durumların yatışmasıyla tekrar canlandırma girişimleri olsa da Yunanistan ve Yugoslavya yanaşmamış ve 1960 yılında bu antlaşma tamamen tarihe gömülmüştür.21
Ortadoğu, Batı’ya öfkeli ve sömürülmüş olmanın verdiği kızgınlığı taşımaktaydı. Ortadoğu’da bulunan ülkelerin Sovyetlere bağlılığının önlenmesi için ilk etapta A.B.D ve İngiltere’nin de destekleri ile ittifak antlaşmaları götürülmüştür. Mısır bu durumu reddetmiş asıl amacın Süveyş Kanalı olduğunu iddia etmiştir. Daha sonrasında Mısır gazeteleri Türkiye hakkında karalayıcı yazılar yazmışlardır. Menderes, ittifak tasarladığı Arap ülkelerine geziler düzenlemiştir fakat Türkiye’nin NATO’ya girişi ile İsrail’i tanıması sebebiyle Arap devletleri Türkiye’ye karşı sıcak davranmamıştır. O dönemde Sovyetleri bir tehdit olarak görmeyen Araplar, yüzlerini daha çok İsrail’e çevirmişlerdir. Türkiye ve Irak arasında 1955 yılında Bağdat Paktı imzalanmıştır. Bu pakta göre Ortadoğu’da barış isteyen tüm Arap devletleri katılabilirdi. Bu durum İran ve Pakistan’a kapı aralamaktaydı. İsrail’in girişi ise 5. Madde ile yasaklanmıştı. Mısır, kendisini Arap devletlerinin lideri konumunda gördüğü için bu pakta saldırılarda bulunarak imaj karalama çalışmaları yapmaktaydı. Nitekim Başarılı da olmuştu. Yemen dışında hiçbir devlet katılmamıştı. 1958 yılında Irak hükümetinin darbe ile devrilmesiyle Türkiye, konumu önemli olan müttefikinin düşüşünü engellemek amacıyla askeri harekatı dahi düşünse de A.B.D’nin de etkisiyle vazgeçmiştir. Daha sonra yeni hükümetin Türkiye tarafından tanınması büyük yankı uyandırmıştır. Ülke içerisinde ise Cumhuriyet Halk Parti ve Demokrat Parti karşılıklı atışmalar ile olayı alevlendirmişlerdir. DP, CHP’nin halkı kışkırttığını ve böylece halk hareketiyle hükümeti devirmek istediklerini belirtirken, CHP ise DP’yi Irak’ın iç işlerine karışmak ve Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atmakla suçlamıştır.22
Bir diğer dış unsur ise Kıbrıs Meselesi ve Londra konferansı olmuştur. EOKA, Kıbrıs’taki terör faaliyetlerini arttırınca İngiltere, 1955 yılında Yunanistan ve Türkiye’yi Londra’ya davet
21 Demir, “Demokrat Parti İktidarında Türkiye’nin Bölgesel Sorunlara Yaklaşımı”, s.380-382
22 Demir, “Demokrat Parti İktidarında Türkiye’nin Bölgesel Sorunlara Yaklaşımı”, s.382-387
etmiştir. Türkiye’nin konferansa davet edilmesi Yunanistan’ı kızdırmıştır. Çünkü bu konferans ile beraber Türkiye, Kıbrıs meselesinin resmi olarak başrollerinden birisi olmuştur. Muhalefet bu dönemde iktidarı desteklemiş ve Kıbrıs meselesi hakkında verdiği kararları desteklemiştir. Hükümet, artan tahrik ve kışkırtmalara cevap olarak nota vermiş ve durum olumsuz yönde ilerlerse sürece dahil olmaktan çekinmeyeceğini belirtmiştir. Hükümet, adanın Rumlardan ziyade İngiltere’ye bırakılması taraftarıydı. İngiltere’nin adadan çıkmaması gerektiği, Kıbrıs’ta bir değişiklik olması durumunda Lozan’ın değişeceği ve 12 Adalar ile Batı Trakya’nın tekrar ele alınacağı kanısına varmıştır. Türkiye, NATO ve Bağdat Paktı için Kıbrıs’ın stratejik konumuna ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. İngiltere istediği sürece Askeri üslerinin de bu bölgede bulunabileceğini sorun etmeyeceklerini dile getirmişlerdir. Sonrasında ise devletlerin çıkarları çatıştığı için görüşmeler durdurulmuştur. Her ne kadar ülkemizde meydana gelen 6-7 Eylül olayları ile aynı güne denk gelse de bu durum rastlantıdan ibarettir.23
Bir başka dış ilişki ise SSCB ve Türkiye arasında yaşanan boğazlar ve topraklar sorunudur. Türkiye’nin NATO’ya dahil olması, 1950’de Kore Savaşı’na asker yollaması, Kendi topraklarında Amerikan üsleri açılmasına müsaade etmesi, Eisenhower Doktrini’ni kabul ederek Amerika ve İngiltere’nin Ürdün ve Lübnan’a çıkmasına destek vermesi, İran, Suriye ve Irak krizlerinde Batı Avrupa ve ABD yanlısı bir politika izlemesi, Çevresele Pakta katılması son olarak da 1959 yılında ABD’nin isteği doğrultusunda topraklarına 15 adet Jüpiter füzesi alması SSCB’yi etkilemiş ve Türkiye’yi Batı’nın kendisine karşı kullandığı bir güç olarak görmesini sağlamıştır. Bu gibi olaylar ile SSCB Montreux’un eski bir antlaşma olduğunu ve yenilemek istediğini belirtmiştir. Sonrasında ise 1953 yılından itibaren nota vererek ve adeta bir zeytin dalı uzatarak Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Fakat hükümet bu duruma soğuk yaklaşmış, SSCB ile ilişkilerin Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına zarar vereceğini düşünmüştür. Böylece Türkiye Doğu-Batı arasındaki savaşta Batı yanlısı bir politika izlemiştir.24
23 Demir, “Demokrat Parti İktidarında Türkiye’nin Bölgesel Sorunlara Yaklaşımı”, s.387-288
24 Caner Sancaktar, “Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Marksist Yaklaşım”, Bilge Strateji Dergisi, C.3, S.5, (2011) s.48-55
KAYNAKÇA
Afşar, Erkan. “Türk Politik Tarihinde Demokrat Parti ve 1946 Programı”. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.4, S.8, (2019): 273-292
Ağaoğlu, Samet. Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu. İstanbul: İletişim Yayınları, 1992
Coşar, Nevin. “Demokrat Parti Dönemi Maliye Politikası”. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, C.60, S.1, (2005): 30-56
Demir, Şerif. “Demokrat Parti İktidarında Türkiye’nin Bölgesel Sorunlara Yaklaşımı”. Siirt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.9, S.2, (2021): 375-392
Eroğul, Cem. Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi. Ankara: İmge Yayınları, 1990
İnan, Süleyman. “Demokrat Parti Dönemi Siyasi Kültür”. Muhafazakar Düşünce Dergisi, C.11 S.41, (2014): 248:256
Sancaktar, Caner. “Demokrat Parti dönemi Türk Dış Politikasına Marksist Yaklaşım”. Bilgi Strateji Dergisi, C.3, S.5, (2015): 25-92
Şahin, Enis. “Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP-CHP Siyasi Mücadelesi (1945- 1947)”. Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, C.1, S.2, (2015): 31-69
Timur, Taner. Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş. İstanbul. İletişim Yayınları, 1991
Yarar, Abdullah. “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Yaşama Geçiş: Demokrat Parti Örneği ve Demokratikleşme Sürecine Etkileri”. Yüksek Lisans Tezi. Hasan Kalyoncu Üniversitesi. Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021
Cengiz Atay
Latest posts by Cengiz Atay (see all)
- VELHASIL - 12 Ekim 2023
- EMRİHAK - 2 Haziran 2023
- Bin Ahın Bir Yiğidin Adı: ATEŞ - 19 Nisan 2023
- KIRIM-TATAR SÜRGÜNÜ VE KIRIM’IN İLHAKI SIRASINDA RUSYA’NIN TUTUMU - 3 Kasım 2022
- DEMOKRAT PARTİ - 11 Ekim 2022
You may also like
-
Popülizm ve Türk Milliyetçiliği: Siyasi Strateji ile İdeolojik Kimlik Arasında
-
Ziya Gökalp’in Türklerde Ahlak Makalesi Üzerine İnceleme
-
TANZİMATTAN CUMHURİYETE: AYDINLANMADA TÜRK KADINININ ROLÜ
-
İŞTEŞ EYLEM:TÜRKLEŞMEK – İSLAMLAŞMAK-MUASIRLAŞMAK
-
Yabancılar Hukuku Kapsamında Önemli Kavramların Değerlendirilmesi