Çin virüsü neticesinde evde kaldığım her gün, eski anılarımı tekrar hatırlamak için fırsat tanıdı bana. Malum insan zihni, en ufak bağlantılardan inanılmaz noktalara sürükler zihnimizi. Kimi zaman çaydanlığı izlerim. Bana annemi hatırlatır. Yıllar yılı görmediğim annemi. Oturduğum rutubetli eve girerken zeminden iki kat aşağı inmek gerekir. 6 numara hep ayakkabılarını kapıda bırakır. Bana ilk maaşımla aldığım ayakkabıların çalınışını hatırlatır her seferinde. Bu ve benzeri bir çok anı, hepsi ayrı yerlerden beni alır, yaşadığım hayatın içinde başka bir zamana gönderir.

Ankara’da kırk ikindi yağmurları başladı, bu bitmez 40 ikindi bana hep rahmetlik Salih Ağa’yı hatırlatır. Salih Ağa, tam emin olunmasa da miladi takvime göre 1906 yılında, İstanbul’da doğmuştu. Feleğin bizim köyümüze sürüklediği tek insan Salih Ağa. Herkes ona Ağa derdi çünkü dedelerimizden bile büyüktü, ayrıca yaşı sayesinde çok şey bilir ve sözünü dinletirdi. Ben gördüğümde tahmini olarak 100 yaşını geçkin olan Ağa, çatık kaşlı ama yufka yürekli adamdı. Babam elini öp dediğinde ne kadar kuvvetli olduğunu elimi kavrayışından anlamıştım. Yaşlılıktan buruşan elleri, kuru ve yorgun olsa da güçsüz değildi. Aynı kendisi gibi. Çakır gözlü, beyaz tenli, nereden baksan bu adam buralı değil diyebileceğim biriydi Salih Ağa. Yolunun sonunda Çankırı’ya nasıl geldiği ayrı hikaye, İstanbul’un işgali sırasında kimi var kimi yoksa kaybettikten sonra Darüşşafaka kol kanat germiş kendisine. İstiklal harbi zafere erince bir şekilde memur olup Ankara’ya, oradan da talihin görünmez eliyle Çankırı’ya gelmiş. Çankırı’da da huzurla rahmete erdi.

Oğlunun cenazesi için yıllar önce gittiğimiz bir cenazede gördüm kendisini. İlk ve son görüşümdü. Daha yeni ortaokula başlamıştım. Neyin nerede sorulacağını tam oturtamadığım çağlardı. Taziye evine girip duamızı ettikten sonra Salih Ağa’nın boynunda, şimdi gözümün önüne geldiğinde gömleğinin yakasıyla kapatmaya çalıştığı besbelli bir yara izi dikkatimi çekti. Biraz yarasını izledikten sonra kararımı verdim. Bu yaranın sebebini soracaktım. Herkesin susacağı o anı kollamaya çalıştım fakat bir türlü söz sırası bana gelmedi, hoş o evde bana asla gelmemeliydi de. Selim Amcam konuşurken bir anda bağırarak sözünü kestim. Salih Ağa’ya “Amca senin boynunu kim kesti” diyerek sorumu sordum. Amacım bağırmak değildi, heyecandan ne yaptığımı bilememiştim sadece. Babamla göz göze gelmediğimiz bir yerde oturuyordum fakat gözlerini bana diktiğini ensemde bir nefes gibi hissettim. Üzerine Selim Amca ile göz göze geldim, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Herhalde o da anlamamıştı neden bağırdığımı, derken sessizlik bozuldu. Salih Ağa kısık ama güçlü bir sesle “Namus Damgası” dedi. Ağa’nın yeni dul kalmış gelini, büyük ihtimalle bir ömür bu hikayeyi dinlediği için of çekerek mutfağa yöneldi. Anlatamayacağım kadar ilgi çekiciydi Ağa’nın yarası, herhangi biri böyle bir yara ile yaşayamazdı. Büyük ihtimalle benim gibi her fark eden çocuk yaranın nasıl olduğunu soruyor olmalıydı.

Tok sesli Salih Ağa, çıkarken fark ettiğim, duvara çerçeveli tüfek süngüsünü izleyerek konuşmaya başladı.

“Namus Damgası bu. Benim namus damgam. Benim yaşım harbe gitmeye yetmedi, ne kimse adam yerine koydu ne de madalya verdi. Benim de kendi madalyam boynumda gezdi. Borç yiğidin namusudur. Ben borcumu ödedim. Namus damgasıdır bu.”

Ağa’nın dediğinden tek kelime anlamamıştım. Daha çok anlatmaya karar vermediği takdirde anlamam imkansızdı zaten. Bu gizem ve duygu seli ilgimi daha da çekti. Tam “nasıl yani” diyecekken Selim Amcamın bana bakarak kaşlarını “sakın” dercesine indirip kaldırdığını gördüm. Tam o sırada, Selim Amcamı da delip tekrar soracaktım ki, Salih Ağa birden konuşmaya başladı.

“İstanbul’un işgal edildiği yıllarda ben de senin kadar, belki biraz daha büyüktüm. O yıllarda İstanbul bizim milletimizin kalbi, devletimizin başkentiydi.. Cihan harbinde Türkler yenilince İngilizler İşgal etti memleketi. Benim babam da Hicaz şehidi. Medine’yi savunurken şehit olmuş.”

Kendi kendime bunların benim sorduğum soruyla ne alakası olduğunu düşünmeye başladım. Hoş alakası olmasa da yaşlıları dinlemeyi severdim. Kimin ne zaman getirdiğini hatırlamadığım helvamı kaşıklamaya başlarken Ağa devam etti.

“Dört ağabeyim vardı benim. Bir tane de Fadime’m vardı, kız kardeşim. Kendisi kundaktayken göçtü gitti. Ağabeylerimin üçünün akıbetinden haber alamadım bir ömür. Herhalde onlar benim kadar yaşamamıştır. O kara günler askere alınmayan tek ağabeyim Selim ile eve götürebileceğimiz bir iki lokma aramaktan ibaretti. Kafir İngiliz’in soğuk bayrağı tüm İstanbul’a asılmıştı. Cebimizde ekmek alacak para, Kapalıçarşı’da bize iş verecek dükkan bulamadık. Bir gün, ağabeyimin bir arkadaşı bize Beyazıt Meydanında babasının yaptığı çarıkları satarsak bana 10 abime 40 para vereceğini söyledi. Gittik Beyazıt’ta çarık sattık.”

Helvam bitmişti. Ağa’nın tok sesi bana güven veriyordu fakat hala yara hakkında bir fikrim yoktu. Tam yarasını tekrar soracakken kendisi devam etti.

“Recep 1337. Ayın başlarındayız. Mübarek üç aylar başladı, Nuruosmaniye’de namaza gidip saatlerce kurtulmak için dua etmek dışında Beyazıt’tan hiç ayrılmazdık. Kırk ikindi yağmurları yeni başlıyordu, biz de aldığımız günlüklerle üç tane çarık alıp kendi cebimizden satma derdindeydik. Sabah namazından sonra Selim Ağabey’imle beraber Beyazıt’a geldik. Meydan olabildiğince sessizdi. Ortada bir sürü insan toplanmış, idama gidecek bir adamı izliyorlar. İdam’a gidenin üzerinde beyaz kefeni, önünde İngiliz Askerleri bekliyor. Halk sinirli. Biz çarık satmaya gelmişiz. Kimse bizim durduğumuz tarafa gelmeyince biz de kalabalığın içine gitmeye karar verdik. Bağırsam da kimse bana bakmıyordu. O sırada farkettim ki Selim ağabey Nuruosmaniye’nin sağ köşesinde beni aralarına almadığı arkadaşlarıyla konuşuyor. Sinirlice arkadaşlarıyla beraber İngiliz’in üzerine yürümeye başladılar. Bu sırada idamlık garip, bizlere bağırıyordu. “Çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum.Eminim bu kahraman millet gereğini yapacaktır.” Güzel bir Türkçe ile, gür bir sesle haykırmıştı bunu bize idamlık garip. Öğrendim ki o garip, Şehit Kaymakam Kemal Bey diye bilinirmiş. Buraya yakın, Boğazlıyan kazası kaymakamı. Bunu duyduktan sonra içimde bir nefret hissettim. Gözlerim dopdolu, çarığı ekmeği boşverdim ben de idamı izlemeye gelen ahali ile birlikte Asker’in üzerine yürümeye başladım. Biz kafir İngiliz’in üzerine çullandıkça onlar daha geri, idamlığa doğru itiliyordu. Gelen emir üzerine cellat sehpaya tekmeledi. Kısa sürede garip can verdi, gözlerimin önünde şehit oldu. Bu sırada Ahali o kadar sinirlendi ki artık askerin üzerine gider olduk. Artan uğultuya bir tabancanın çığlığı son verdi. Çıkan sesten irkildim, gözlerim Selim’i aradı. Selim’i göremedim, gözümü hareketin olduğu yöne çevirdim. İnsanlar İngiliz Askerlerine saldırıyordu. O sırada gözüm Ağabeyim Selim’i seçti. Çelimsiz bir asker’e önce yumruk attığını gördüm, sonra da askerin elinde tüfeğini alıp Nuruosmaniye’ye koşuşunu. Onu da son görüşüm bu oldu. O sırada ağabeyimi yakalamasınlar diye atladım süngülerin önüne, koşan askerlerden biri hızını alamadı. Tüfeğinin ucundaki süngüsü boğazımı sıyırdı geçti. Oldu mu yavrum?” dedi acı bir tebessümle.

Olmadığını Salih Ağa’ya diyemesem de önemli bir hikaye anlattığını anladım. Kötü bir şeyler olmuştu ve Ağa kötü şeyler yaşamıştı. Önemli biri olmalıydı. Ağa’nın küçük oğlu, Enver Amca dönüp babasına “Baba neden şeref madalyası olduğunu da anlatsana” dedi. Salih Ağa tam anlatmaya başlıyordu ki, karşı köyün muhtarı başsağlığına geldi. Fırsat bu ya, babam beni de tutup bir anda Salih Ağa’nın dibine getirdi. Daha ne olduğunu anlayamamışken hadi öp elini Salih Amca’nın, artık gidiyoruz dedi. Babamın dediği Salih Ağa’nın elini öptüm. Arkamı döndüğümde ben de Ağa’nın göz hizasına gelmiştim, duvarda çerçeveli o süngüyü gördüm, tebessüm ettim ve yürümeye devam ettim.

Maalesef hikayenin sonunu Ağa’dan dinleyemedim. Köye yıllar sonra hayatımdan kaçarcasına geldiğimde ilk işim kalanını dinlemekti fakat Salih Ağa artık hayatta değildi. Yıllar önce dinlediğim bu hikaye, her kırk ikindi vakti aklıma gelir, bir iki gece içimi kemirir ve gider. Evvelce gidenlere rahmetle…

 

-Bayram Köroğlu

 

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

One thought on “Recep 1337

  1. Hikayenin devamını merak ettim. Devamını bekliyorum. Lütfen yükleyin hemen.

Comments are closed.