Ürdün Haşimi Krallığı’nın Aksa Tufanı Sonrası Stratejik Manevraları: İç ve Bölgesel Politikada Denge

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu, Ortadoğu’da önemli jeopolitik değişimlere yol açarak bölgesel denklemlerin yeniden şekilleneceği bir dönemin başlangıcını işaret etti. Bu durum, özellikle nüfusunun yarısından fazlası Filistinli olan Ürdün’ün iç ve dış politikasını yeniden gözden geçirmesine neden oldu. Ürdün, 1994’ten bu yana imzaladığı Barış Anlaşması çerçevesinde İsrail ile çatışmadan kaçınırken, topraklarında yaşayan Filistinlilerin hassasiyetlerine duyarlı bir iç güvenlik stratejisi izlemeye özen göstermiştir.
Bölgeyi incelerken Orta Doğu halklarında yadsınamaz derecede etkisi olan en önemli siyasi grup olan İhvan-ı Müslimin’i yani bilinen ismiyle Müslüman Kardeşler’i iyi tanımak gerekmektedir. İhvan Hareketi, 1928’de Mısır’da Hasan el-Benna tarafından kurulan, İslam’ı toplumsal ve siyasal hayatın merkezine yerleştirmeyi hedefleyen bir harekettir. Başlangıçta bir sosyal ve dini reform hareketi olarak ortaya çıkmış, zamanla siyasi faaliyetlere yönelmiştir. 1950’lerden itibaren başta Mısır olmak üzere bölge devletleri tarafından baskı altına alınmış, birçok üyesi tutuklanmış veya sürgüne gönderilmiştir. Hareket, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da geniş bir etki alanına sahip olmuş, özellikle Ürdün, Filistin, Tunus ve Suriye gibi ülkelerde farklı şubeleri oluşmuştur. İhvan’ın yöneticilerinin bir kısmının İstanbulda yaşadığı da söylentiler arasındadır.
Arap Baharı sonrasında Biladü’ş Şam ve Körfez ülkelerinde (Katar dışında) İhvan hareketine yönelik baskılar artmışken, İhvan’ın Ürdündeki siyasi kanadı olan İslami Eylem Cephesi Partisi (İEC), 2024 yılı seçimlerinde Ürdün Temsilciler Meclisinde 31 sandalye kazanarak rekor başarıya imza atmıştır. Bu zafer, Kral II. Abdullah’ın seçim kanununu değiştirerek İhvan Hareketi için alan açmasıyla gerçekleşmiş ve bölgedeki diğer aktör devletlerde rahatsızlık yaratmıştır. Bu gelişme, Ürdün’ün iç siyasetindeki dengeyi değiştirirken, bölgesel ittifaklar üzerinde de önemli etkiler oluşturmuştur.

7 Ekim sonrasında Ürdün toplumu, Filistin davasına duyduğu bağlılığı ve desteği sokak gösterileri ve yardım kampanyalarıyla gösterdi. Sivil toplum kuruluşları ve halk, İsrail’i protesto ederken, rejime sadık aşiretler de Gazze ile dayanışma göstererek ve İsrail’e yönelik bireysel saldırılara katılarak rejimi yeni tedbirler almaya zorlamıştır. Özellikle Ürdün sınırından İsrail’e yönelik saldırılar, rejim için ciddi bir güvenlik endişesi yaratmıştır. Bu tür olaylar, Ürdün’ün tarihte pek çok kez karşı karşıya geldiği ve 238 km kara sınırı bulunan komşusu İsrail ile ilişkilerini zora sokma riski taşımaktadır. Saldırılara bir örnek olarak, Ürdün ordusunda görev almış, rejime sadık bir aşiretin ferdi olan emekli bir askerin kamyonunda sakladığı silahla İsrail sınırını geçip İsrailli askerleri vurması, rejimin tedirginliğini zirveye taşımıştır. Bu tür saldırılar, Ürdün’ün güvenlik stratejilerini gözden geçirmesine ve yeni önlemler almasına yol açmıştır.

Ürdün’ün sınır ötesi saldırılar karşısındaki tutumu, tarihi tecrübelerle şekillenmiştir. 1970’lerdeki “Kara Eylül” olayları, Ürdün’ün İsrail ile doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmasının temel nedenidir. 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında Ürdün’e sığınan Filistinli mülteciler ve silahlı gruplar, özellikle Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Ürdün topraklarını İsrail’e karşı direniş üssü olarak kullanmaya başlamıştır. Bu durum, Ürdün devletinin otoritesine tehdit oluşturmuş, Kral Hüseyin yönetimini rahatsız etmiştir. Sonuç olarak, Eylül 1970’te Ürdün ordusu, FKÖ ve diğer Filistinli gruplara karşı büyük bir operasyon başlatmış ve çatışmalar on binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açmıştır. Bu olaylar, Filistinliler için büyük bir travma yaratmış ve bölgedeki dengeleri derinden etkilemiştir. FKÖ lideri Yaser Arafat ve militanları Ürdün’den Lübnan’a sürgün edilmiştir.

Ürdün Haşimi Krallığı, bu süreçte hem iç hem de dış politikada yeni stratejiler geliştirmiştir. İç politikada, İhvan’ın siyasi kanadına alan açarak başta Körfez ülkelerine ve diğer Arap ülkelerine mesaj vermiştir. Küresel ölçekte İhvan’a duyulan ilgi arttıkça, Ürdün halkına demokratik bir imaj sunmayı amaçlamıştır. Bu durumu, Arapça bir deyimle, “iki tarafı keskin kılıç” (‏سيف ذو حدين) olarak değerlendirebiliriz. Dış politikada ise, Türkiye, Pakistan ve İran gibi İsrail’e mesafeli ülkelerle ilişkilerini güçlendirmeyi tercih etmiştir. Bu stratejik hamleler, Ürdün’ün bölgedeki kırılgan dengeleri koruma ve ulusal güvenliğini sağlama çabalarının bir parçası olarak görülmektedir. Özellikle Türkiye ve İran ile artan diplomatik ilişkiler, Ürdün’ün bölgesel izolasyonunu kırma amacını taşımaktadır. Son dönemde Orta Doğu’daki çatışmaların ve siyasi hareketliliklerin artmasıyla birlikte, Ürdün, uluslararası görüşmelerin ve istihbari faaliyetlerin yoğunlaştığı bir merkez haline gelmiş ve bölgedeki stratejik önemi giderek artmıştır.
İsrail-Filistin savaşı’nın oluşturduğu yeni şartlar, Ürdün’ü geleneksel politikalarını gözden geçirmeye zorlamış, rejimin varlığını güçlendirmek için yeni manevralar yapmasını gerektirmiştir. Ürdün nüfusunun büyük bir kısmının Filistinli olması ve bu kesimin Hamas’a verdiği destek, rejim için iç politikada önemli bir meşruiyet sorunu yaratmıştır. Bu durum, Ürdün’ün hem iç hem de dış politikada denge arayışını zorunlu kılmıştır. Sonuç olarak, Ürdün rejimi, Aksa Tufanı’nın yarattığı yeni jeopolitik gerçekliklere karşı hem iç hem de dış politikada denge politikası izlemek zorunda kalmıştır. İhvan’a alan açarak Hamas’ı destekleyen çoğunluğun desteğiyle iç politikada meşruiyetini korumaya çalışırken, Türkiye ve İran gibi bölge aktörleriyle ilişkilerini güçlendirerek bölgesel izolasyonunu kırmayı hedeflemiştir. Bu stratejiler, Ürdün’ün hem iç istikrarını hem de bölgesel konumunu koruma çabalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ürdün Kralı II. Abdullah, daha önceki açıklamalarında Filistin topraklarının ilhakını kabul etmeyeceklerini ve Gazze ve Batı Şeria’dan Filistinlilerin göçe zorlanmasına yönelik her türlü girişimi şiddetle reddettiğini defalarca vurgulamıştır. Bu tutum, Ürdün’ün Filistin meselesine yönelik geleneksel politikasının bir yansıması olarak kabul edilmektedir. Ancak, ABD’nin yeni başkanı Donald Trump ile yapılan görüşmelerin ardından, Kral Abdullah’ın izleyeceği strateji, bölgesel ve uluslararası kamuoyunda merak uyandırmıştır. Kral Abdullah’ın iç politikada Filistinli nüfusun hassasiyetlerini gözetmesi ve uluslararası arenada ABD ile ilişkilerini sürdürme çabası, bu süreçteki kararlarını şekillendiren kritik faktörler olarak öne çıkmaktadır.

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Mustafa Talha Cabadak