TÜRK RUHU İNŞASI

“Azınlık milliyetçiliklerinin artık Osmanlı Meclis kürsüsünde ifade edilmeye başlandığı noktada, devletin resmi diline saldırmaya başladılar. Ve İttihat Terakki’yi “Anasır-ı muhtelifeyi” bu yoldan Türkleştirmeye çalışmakla suçladılar.”

Bahaeddin Ögel “Hunlar zamanında Türk kültür birliğinin kurulduğunu kabul edebiliriz” demiş. Türklerin modern milliyetçilik anlayışından önce de milletleşme kavramını sahiplendiğini söyler Kösoğlu Hocamız. Ziya Gökalp bize bir millet tanımı yaptı: aynı kültürü paylaşan topluluk.  Bu topluluğun milli kültürsüz yaşaması düşünülemez. Milli kültürü, insanların oluşturduğu bir yapboz gibi düşünelim. Bütünlük ve yekparelik. Ama bazı parçaları aykırı olursa, bütünlükten uzak versiyon görürüz. Dayanışma, beraberlik vb. olmaz. Bu yapbozun bütün parçaları için önemlidir. Hangisi ayrı hareket ederse hem aykırı olanın hem de diğerinin aleyhine durum oluşur. Galip Erdem ne demişti: “En büyük eksiğimiz, hâlâ birbirimizi yeterince sevmeyi öğrenememiş olmamızdır.” Durum böyle olunca önce geçmişteki Türkleri iyi tanımalıyız ve bugün ne yapabiliriz diye eklemeliyiz.

Türkler tarih boyunca yayılmacı olmuş, kültürünü yaymış ve ilerletmiştir. Bu ilerleyiş kimi zaman Türk’ün lehine olmuş kimi zaman aleyhine. Tanıştığımız farklı dinlere götürdüğümüz adetler var. Şamanizm’den kalma ritüelleri bugün Türkiye’de devam ettirdiğimizi görebiliyoruz. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bugün anneannelerden ya da babaannelerden bahsetmeye başlayınca bütün arkadaşlarımız eşik, bıçak, üzerlik vb. gibi pek çok eylemin adından bahsederler. Aynı şeyi yapmışız. Bir işe başlamadan önce bazı anneler bu el benim değil “Hz. Fatıma’nın eli” diyor, Kırgızistan’daki anneler “Umay’ın eli” diyor. Bu bir mitoloji yazısı değildir. Bunları önceki yazılarımda, Gökçe Medya ile çektiğimiz podcastlerde anlattık. Bu yazı, Türk ruhunun nasıl inşa edileceği üzerine yazılmıştır. Türkistan coğrafyasında yaşamanın diyeti diye tanımladığımız bu ruhun, nerede olduğu sorusu her gün yüzümüze çarpıyor. Özellikle “milli” hassasiyeti olan insanlar “ne yapabilirim” sorusunu kendine sormaktan bıkmış durumda.  1900 ‘lerde Türkleşmek, halka dönmek diyerek çabalayan o Tıbbiyeli ve Mülkiyeli gençlerin ruhu 2024’te yeniden zuhur etti. Türk Ocaklarının kurulmasına vesile olan o mektupta tam olarak şu cümleler de geçiyordu:

“Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız. Hayat ebedî bir mücadeledir ve bu mücadelede muvaffakiyetin en büyük şartı, maarif ve mekteplerin galebesidir. Bizler; kanun-ı tekâmüle riayet fikrinde musırr, ziraat, ticaret ve sanayi ile kazanılmış bir hâkimiyet-i içtimaiyeyi, kuru bir hâkimiyet-i siyasiyeye tercih etmekteyiz.”

Memleketin durumunu anlatan bu mektup bir an önce çalışmalara başlanması gerektiğini ortaya koymuştu. Üç Tarz-ı Siyasetin son vuruşu ile Türklerin artık Türkçülük yapma vakti gelmişti. Zamanla henüz yeni kurulan devletimiz yönünü batıya dönmüş ve gelişmeleri takip etmeyi memleket faydasına çalışmak olarak tanımlamıştır. Batıya yönlenmek hakkındaki düşüncelerim radikal gelebilir. Yönümüzü batıya dönerken “Batı” olalım denilmemiştir. Bu halen daha birbirimiz içinde anlaşılmayan bir unsurdur. Batıda gelişen teknolojiler, halkın refahı ve konforu, hak ve sorumluluklarını sahiplenmeleri, turizm, sanayi vb. pek çok konuda kendilerini geliştirmeleri ve liyakate ehemmiyet vererek yaklaşmaları o yöne dönmemizi gerektiren birtakım sebeplerdir. Batı’nın çok ünlü oyuncak bebek markası var.  Bu marka farklı ülkelere bu ürünü satarken o kültürün “yöresel” kıyafetlerine göre satıyor. Ünlü köfte ekmek markası ise farklı ülkelere o köfteyi satarken o ülkenin yeme biçimine göre uyarlıyor. Bize yok mu diyorlar. Sevmiyorlar Türkleri hep bunlar yüzünden diyorlar. Hayır. O köfte ekmekçinin Türklere özel serisi çıktığında “bu yenmez”, “zorlama” vb. gibi utanç içinde tercih etmeyenler olmuştu. Aynı 12 yaşına gelince ben ortaokula geçtim artık andımızı okumayacağım diye “havalı” olduğunu düşünenlerin, bugün andımız nerede çığırtkanlığı yapması gibi ikiyüzlülükten ibarettir.

Milliyetçilik ölü halkı diriltir, nefes aldırır. Bizler Türk ruhunu inşa ederken müspet bir milliyetçilik arzulamıyoruz. Bizim, ayakları yere basan, “Türk gibi yayılmacı”, gelişime açık milliyetçiliğe ihtiyacımız var. Bu inşa döneminde de yapıldığı gibi fikri aşılayarak insanları uyandırmalı ve tüm mücadelelere hazırlanmalıyız. Batılılaşmak değil uygar olma hedefinde olmalıyız. Uygar olmak denildiğinde Barış Manço’nun televizyon programındaki kesiti gelir aklıma. Özetle, batılılar negatif konuda bizden açık ara öndeler biz Batılılaşmayalım, uygarlaşalım. Teknolojinin, gelişmenin gelmesi bizi ilerletir ama bu demek değildir ki batı gibi olacağız, diyordu. Kemalist paranoya dediğimiz doğu tesirine, yozlaşmasına ne denli karşıysak batıya da olmak zorundayız ve olacağız da. Milli bağlılıklarımızın güçlendiği, milli kültürün merkeze alındığı noktaya gelmek gayesinde olan gençlerin çabasının önündeki engeller saymakla bitmez.

Filibeli Ahmet Hilmi’nin Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor? İsimli kitabında “Bir vakit Frenkler, çocuklarını korkutmak için, en korktukları Türk’ü düşünerek: “Türk geliyor” diyorlardı. Türk geliyor demek büyükler ve küçükler için “kaçın” demek idi… Sonra o Frenkler, Türkiye’nin adını “hasta adam” koydular.” Diyor.  Yine aynı kitapta “… Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar, çalışsın, çabalasın, fedakârlık etsin, mektepler açsın, hamiyetli vatandaşlar meydana getirsin, bunların her biri kazancını ve canını vatanı uğruna feda etsin, mükemmel ordular, güzel donanmalar peyda etlesin ve sonra gelsin senin vatanını elinden alsın, camilerini kilise yapsın, dindaşlarını diri diri yaksın! Sonra biz buna karşı:” Adam sen de! Dünya zaten biz müminlere haram ve zindandır. Hem de bu, ezelde yazılmış, kader böyle olmuş!” mu diyeceğiz?””

Türkler yayılmacı bir millet olması hasebiyle farklı coğrafyalara adım atmış, farklı dinlerle tanışmış ve adaptasyonunu güçlendirmiş diye girmiştik söze. Sözün başına ek olarak kimi zaman bu Türk halkını zor duruma sokmuş kimi zaman cihana hâkim olmasına vesile olmuş. Gökalp’in kültür vurgusunun sebeplerinden biri de bu olabilir. Biz kültürün, dilin gücüne inanan insanlarız. Bu durum Türk milletinin birbirine daha sıkı tutunmasını sağlayan yegâne unsurdur. Van Turizm ve Folklor Derneği’nin TRT Arşivinde bulunan “Heybeler Bellerde” gösterisi izlediğimizde gençlerin giydiği kıyafetler Türk işidir. Ardahan Daman’da Dadali Türklerinin kıyafetlerinde de aynı motifleri görürüz. Türkiye’nin batısına doğru halısından çantasına bu izler birbirini takip eder. Hatta Türk coğrafyasının neredeyse hepsinde bu motifleri görüyoruz.  Biz ne zaman ki bir markamızda bunu kullanır ve dünyaya yayarız o zaman Türklüğe büyük hizmet etmiş oluruz. Ne zaman dünya çapında ünlenmiş bir mimarımız yaptığı eserde ana unsuru Türk kültürü üzerine dayandırır o zaman ilerlemiş oluruz. Bir emperya kurmak gibi bu bahsettiğimiz. Belli dünya markalarının çıkardıkları kıyafet serilerindeki, logolarındaki kültürel yayılmacılığı görebiliriz. Kendilerine ait mitolojik ögeleri kullanıyor ve bunu tüm dünyanın tanımasını, kullanmasını sağlıyor. Film, müzik vb. pek çok örnek defalarca anlatıldı. Ben ise bunun daha mikro başlaması gerektiğini düşünüyorum. Biz içi Türklük aşkıyla yanan gençlere örnek vereceğim ama bu yıllardan değil, geçmişten. Ahmet Ferit Tek ve Müfide Tek, Türk ruhunu inşa eden isimler arasında önemli örneklerdir. Elbette anakronizm yapmadan işe koyulmak lazım ama bizim ruhumuzun açlığının örneği tam olarak şudur: Erkânıharp mülazımlarından Ferit Bey Trablusgarp’a gönderilince, eşi Müfide hanımla burada tanışmıştı çünkü hanımefendi de sürgün edilmişti. Türkçülüğün roman türündeki ilk temsilcilerinden olan Müfide Hanım ile Fransa’da evlendiler. Başını belaya sokmakta büyük zanaatkâr olan bu çift Türkçülük uğruna büyük çalışmalara imza attı.

1913’te Türk Gücü derneğini kurup alt yapı oluşturan Türk gençlerindeki milli bilinçten ne eksik bizde acaba? Arap milliyetçilerinin Ziya Gökalp’i olan Satı Bey ne diyordu: “Mademki Osmanlı bitti, şimdi Türk, Türk milliyetçiliği yapsın, Arap, Arap milliyetçiliği yapsın, herkes kendini ayağa kaldırsın.” Türk Gücü derneği hakkında yazımızda  okuduğumuz üzere bir ant içerek işe koyulan gençler o dönemde kısa sürede olsa güzel ve etkin işler yapıp tesir etmeyi becermişlerdi. Kendilerine yapılan taklittir gibi ithamlara ise milletim, zengin bir varlık sahibi, görmüş geçirmiş asil bir millettir. Türedi ve sonradan görme değildir. Milli Terbiye-i bedeniyede milli oyunlarımız da var. Ondan başka “yedisinden yetmişine kadar cenge girmek”, “eli tutan, milleti, yurdu uğrunda savaşmak da bizde!” demişlerdi.

Peki biz ne yapmalıyız? Çok şey. Bunun karar mercii değilim ben fikirlerimi söylüyorum. Altmış yaşına gelmiş, evini, arabasını almış ve emekli olup rahat alanında milliyetçilik öğretenlerden öğrenmektense bana kulak vermek kötü olmasa gerek. Altmış sene hiçbir katkısı olmadığını ağızlarından duyduğumuz bu kişilerin gençleri suçlayarak konuşmasını anlamsız bulan biri olarak söylemek isterim ki: bizi bu zamana getiren, onların kendi zamanlarında susmalarıdır. Susmayacağız! Türk geleneklerine göre Türkleşmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatacağız ve göstereceğiz!

Milli birliği korumak parçalamaktan daha da zordur. Zamanında Türk’ten gayrı olanların hepsi kendi derneklerini kurarken Türkler sessiz kalmıştı. Devletin asli sahiplerinin ben Türk’üm demesi son noktayı koymuştu. Zaman ben Türk’üm deme zamanıdır. Bugün bazı kimseler “sen Türk’üm dediğin, bunun milliyetçiliğini yaptığın için diğeri de yapıyor” diye konuşanların dedeleri bunu 1900lerin başında da demişti. Dün de olduğu gibi bu durum bugün de ranttır ve yalandır! Kürt Teali Cemiyeti, Arnavut Kulübü vs. kuruluş tarihleri ile Türk Ocakları’nın kuruluş tarihine bakalım. Bizim milliyetçilik yapmadan önce denediğimiz iki yol sonuç vermemiştir. Milli bayramlarda bu devletin kurucu iradesi olan Türkçülüğü taçlandıran unsurdur. Ruh yaratmak gibi kutsal bir hamledir. Milli ve dini bayramların önemi tam olarak budur. Bayramları bıraktığımızda mefkuremizden uzaklaşırız. Sürekli görüştüğünüz insanlarla artık görüşmemek gibi duruma dönüşür, bağın gücü yok olur. Milli bayramlar öğrencilerin maddi durumunu zorlamayacak şekilde, milli eyleme dönüşecek gösterilerle kutlanmalıdır. Bugün milli bayramların kutlanma şeklini eleştirecek bir ton adam buluruz ama ne yapılması gerektiğini söylemez. İzmir’de vals yapılsın bence ama İnce Mehmet Zeybeği de oynansın. Adana’da Cirit’imizi oynayalım ama yine bir Türk genci keman resitaliyle kulaklarımızın pasını silmek istiyorsa onu da yapsın.

Üniversite yıllarında yapmayı sevdiğim şeylerden biri Ziya Gökalp’in Türklerde Ahlak makalesinin çıktısını çantama koyup arkadaşlarıma “bunu okudun mu?” diye makaleyi vermek olurdu. Bunu çok fazla arkadaşıma verip okumalarına sebep oldum. Amacım dikkat çekmekti. Elbette çekti de. Çünkü milletleri ayakta tutan unsurlardan birisi de ahlaktır.  Biz gençlere dokunmalıyız. Okutmalıyız, okuması için teşvik etmeliyiz. Zamanında vurduğumuz ama açmadıkları kapıların ardına geçmeli ve o kapıları bu gençlere açmalıyız.

Türkiye’de vakıflar, partiler, derneklerin kurduğu enstitülerde yalnızca dergilerle değil, tiyatrolarla, piyeslerle, müziklerle bunu görsel olarak da anlattırmalıyız. Bundan 5-10 sene önce Türk mitolojisini anlatan kitap bulamazdık, özelliklerle çocuklar için. Boyama kitapları, küçükler için mitolojik hikayeler, Türk mitolojisindeki kutsal ruhların tanıtıldığı yayınlar çıktı. Buna eğilen yayınevlerimizin olması da Türk ruhunun inşası için büyük etkendi.

Türk milliyetçilerinin isteği milli asabiyenin bu memlekette etkin olmasıdır. Biz bu etkinliği baskıcı, zulüm edici şekilde istemiyoruz. Türk kültürünün bugün yalnızca ırk olmadığını, bunun ötesine geçtiğini, büyük bir çatı olduğunu söylüyoruz. Türkistan’ın doğusundan batısına büyük bağın çocukları olan Türkler asimile edilmeye çalışılsa da köyden öne atılan bir nene bize kim olduğumuzu yine hatırlatır; çünkü bu topraklar Türk’ün çığlıklarını duydu, gözyaşıyla ağladı ve kanıyla sulandı. Bu memleket toprağından bin yıldan fazladır Türk fışkırır.

 

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Senem Karabulut

Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık bölümünü 2018'de tamamladı. Aktif olarak İç mimarlık mesleğini icra etmektedir. Türk mitolojisi ve Türk mimarlığı üzerine araştırır, okur ve yazar. Erlik Han Tamgası isimli kitabın yazarıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir