Giriş
Güney Asya’nın siyasal ve stratejik tarihini şekillendiren en karmaşık ve süreklilik arz eden sorunlarından biri olan Keşmir meselesi, yalnızca bölgesel bir sınır ihtilafı değil; aynı zamanda uluslararası hukukun, insan haklarının ve kolektif güvenliğin sınandığı küresel bir kriz alanıdır. Sorunun temeli, 1947 yılında Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlıklarını kazanmalarının hemen ardından atılmış ve o tarihten bu yana iki ülke arasında üç büyük savaşın ve sayısız sınır çatışmasının ana kaynağı olmuştur. Bölgenin her iki tarafı da nükleer silahlara sahip olduğu için, bu kriz sadece Güney Asya için değil, küresel barış ve güvenlik açısından da yüksek risk barındırmaktadır.
Keşmir meselesinin yeniden alevlenmesine zemin hazırlayan temel dinamiklerden biri, Hindistan’ın 2019 yılında Anayasa’nın 370. maddesini yürürlükten kaldırarak Jammu ve Keşmir’in anayasal özerkliğini fiilen sona erdirmesidir. Bu düzenleme, hem bölge halkının siyasi iradesine yönelik doğrudan bir müdahale olmuş hem de Hindistan’ın Keşmir üzerindeki fiilî egemenlik kurma girişimini pekiştirmiştir. 2025 yılında patlak veren çatışmalar da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Hindistan’ın Keşmir bölgesinde askeri yığınaklarını artırması, iletişim kanallarını kısıtlaması ve sivil halka yönelik baskıcı uygulamaları, Pakistan’ın diplomatik tepkilerini tetiklemiş; buna karşılık Hindistan’ın statükoyu zorlayıcı ve agresif tutumu çatışmanın derinleşmesine yol açmıştır (Fair, 2023; Jamil et al., 2023; Mughal et al., 2025).
Pakistan, bu süreçte uluslararası hukuka uygun bir şekilde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 47 (1948) sayılı kararı başta olmak üzere, Keşmir halkına kendi kaderini tayin hakkı tanıyan tüm uluslararası normları referans alarak diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Bu karar, Keşmir’in geleceğinin adil ve özgür bir referandumla belirlenmesini öngörmesine rağmen, Hindistan tarafından yıllardır görmezden gelinmekte, buna karşın Pakistan söz konusu kararların uygulanması için sürekli diplomatik temaslarda bulunmaktadır (Munir, Khalid & Shahrukh, 2021; Yousuf, 2025). Bu durum, sadece bir hukuki yükümlülük ihlali değil; aynı zamanda halkların temel siyasi haklarına yönelik sistematik bir engelleme olarak da değerlendirilmelidir.
Keşmir’deki çatışmaların altında yalnızca dini ve etnik ayrımlar yatmamaktadır. Su kaynakları üzerindeki denetim mücadelesi, sınır güvenliği sorunları, bölgesel nüfuz yarışı ve Çin-Hindistan-Pakistan üçgeninde gelişen jeopolitik denklemler, 2025 çatışmasını daha da çok katmanlı ve karmaşık hale getirmiştir (Siyal & Dujanah, 2025). Bu yönüyle Keşmir meselesi, klasik bir iki devlet çatışmasından öte, jeopolitik strateji, hukuk ve etik sorumlulukların kesiştiği bir kriz alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu bağlamda hazırlanan bu çalışma, 2025 yılı itibarıyla tırmanan Pakistan-Hindistan geriliminde Pakistan’ın uluslararası hukuka dayalı haklı duruşunu, Keşmir halkının meşru taleplerini ve Türkiye’nin bu süreçteki diplomatik pozisyonunu bütünsel bir bakış açısıyla analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın nihai hedefi, bölgede kalıcı barışın tesisi için sadece askeri değil; siyasi, diplomatik ve insani yönleri içeren çok boyutlu bir çözüm vizyonu sunmaktır.
2025 Çatışmasının Arka Planı
2025’te yeniden alevlenen Pakistan-Hindistan çatışması, Keşmir’in belirsiz ve tartışmalı statüsünden kaynaklanan, derin tarihi köklere ve çok katmanlı jeopolitik dinamiklere dayanan yapısal bir krizdir. Her ne kadar Keşmir sorunu, 1947’de Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından başlayan bir ihtilaf olarak süreklilik arz etse de, 2019 yılında Hindistan’ın Anayasa’nın 370. maddesini yürürlükten kaldırması, bölgeyi yeni bir kriz evresine sokmuştur. Bu adım, Cammu ve Keşmir’in özerkliğini fiilen sona erdirirken, Müslüman çoğunluk nüfusun siyasi, ekonomik ve kültürel haklarını sistematik biçimde sınırlandırmıştır (Siyal & Dujanah, 2025). Pakistan, bu düzenlemeyi hem uluslararası hukuka hem de insan haklarına aykırı olarak değerlendirmiş ve sorunun diplomatik kanallarla çözülmesi yönündeki çağrılarını sürekli yinelemiştir.
2025 yılının başlarında yaşanan gelişmeler, Hindistan’ın Keşmir Vadisi’nde sivil yerleşim alanlarına askeri üsler kurması ve bu süreçte demografik yapıyı değiştirmeye yönelik adımlar atmasıyla kritik bir eşik atlamıştır. Bu uygulamalar, Pakistan tarafından 4. Cenevre Sözleşmesi’nin açık bir ihlali olarak değerlendirilmiş ve Hindistan’ın Keşmir’i bir “fiili ilhak” sürecine tabi tuttuğu yönünde uluslararası düzeyde uyarılar yapılmıştır (Naseer, 2024). Mart ayında LoC hattında meydana gelen sınır ihlalleri sonucu yaşanan sivil ve askerî can kayıpları, Pakistan kamuoyunda büyük tepki yaratmış; hükümet, saldırılara “meşru müdafaa” hakkı kapsamında sınırlı fakat kararlı bir şekilde karşılık vermiştir (Wahid & Jan, 2023).
2025 çatışmasını diğerlerinden ayıran en kritik unsurlardan biri, bu krizin temelinde yalnızca etnik ve politik meselelerin değil, aynı zamanda su kaynakları üzerindeki kontrol mücadelesinin yer almasıdır. Hindistan’ın özellikle Çenab ve Jhelum nehirleri üzerindeki baraj inşaatlarını hızlandırması ve Pakistan’a akan suyun yönünü tek taraflı olarak etkilemeye başlaması, 1960 tarihli Indus Waters Treaty’nin ihlali anlamına gelmiş ve Pakistan tarafından açıkça bir “hidro-stratejik tehdit” olarak yorumlanmıştır. Su güvenliği, tarım ve enerji açısından hayati önem taşıyan bu nehirler, Pakistan’ın ulusal güvenliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla, çatışmanın özünde bir kaynak temelli egemenlik krizi olduğu da belirtilmelidir (Hayat & Bacha, 2025).
Bu gerilimli ortamda, Hindistan ve Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olmaları, geleneksel savaşın doğrudan tırmanmasının önünde ciddi bir caydırıcılık mekanizması oluşturmuş; tarafları hibrit çatışma yöntemlerine yönlendirmiştir. Uluslararası gözlemciler bu süreci, “soğuk sıcak çatışma” (cold-hot conflict) olarak tanımlamış; doğrudan savaş yaşanmasa da hava sahası ihlalleri, siber saldırılar, propaganda kampanyaları ve sınırlı topçu atışları gibi düşük yoğunluklu çatışmaların kalıcı hâle geldiğini vurgulamışlardır (Butt, Salman & Hayat, 2025).
Bu gelişmeler ışığında, Türkiye, Çin ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi bazı aktörlerin diplomatik girişimleriyle taraflar arasındaki gerilimin tam ölçekli savaşa dönüşmesi önlenmiş olsa da, Hindistan’ın “önleyici saldırı” doktrinini yeniden gündeme getirmesi ve bölgede artan askeri modernizasyonu, Keşmir meselesini daha da karmaşıklaştırmıştır. Pakistan’ın diplomatik sabrına karşın, Hindistan’ın askeri hamleleri bu çatışmayı yalnızca ikili bir mesele olmaktan çıkarmış; uluslararası hukukun, diplomasinin ve çok taraflı güvenlik mimarisinin sınandığı bir kriz alanına dönüştürmüştür.
Gelinen noktada, 2025 çatışması büyük çaplı savaşla değil, “soğuk barış” olarak adlandırılabilecek bir durumla sonuçlanmıştır. Taraflar açık savaş durumuna geçmeden, karşılıklı sınır ihlallerinin zaman zaman tekrarlandığı, diplomatik söylemlerin keskinleştiği ve hibrit güvenlik tehditlerinin sürdüğü bir denge arayışına girmiştir. Bu dengenin sürdürülebilirliği ise yalnızca askeri caydırıcılıkla değil, su paylaşımı başta olmak üzere kaynak yönetimi, hak temelli diplomasi ve uluslararası gözetim mekanizmalarının işler hâle getirilmesiyle mümkün olacaktır.
Pakistan’ın Haklılığına Dair Hukuki ve Etik Temeller
Pakistan’ın Keşmir meselesindeki tutumu, sadece tarihsel bir hak iddiası ya da bölgesel rekabet çerçevesinde değil, aynı zamanda uluslararası hukuka ve evrensel etik değerlere dayanan bir pozisyon olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Pakistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 47 (1948) sayılı kararı doğrultusunda, Keşmir halkının kendi kaderini tayin etme hakkını savunmaktadır. Bu karar, Hindistan ve Pakistan arasında yapılan anlaşmalarla birlikte Keşmir’in statüsünün, halkın özgür iradesiyle belirleneceğini açıkça ortaya koymuştur (Hayat & Ahmed, 2021).
Uluslararası hukukun temel ilkeleri, bir halkın rızası olmadan yapılan egemenlik düzenlemelerinin gayrimeşru olduğunu belirtir. Hindistan’ın 2019 yılında Jammu ve Keşmir’in özerk statüsünü ilga ederek bölgeyi doğrudan merkeze bağlaması, sadece Keşmir halkının iradesini göz ardı etmekle kalmamış, aynı zamanda uluslararası antlaşmaların ihlali olarak kayıtlara geçmiştir (Aryal & Muneer, 2025). Pakistan, bu kararı hem hukuki hem de ahlaki açıdan kabul edilemez bulmuş ve diplomatik kanallarla uluslararası kamuoyunu bilgilendirmiştir (Mughal, Rashid & Ch, 2025).
Hukuki meşruiyetin ötesinde, etik argümanlar da Pakistan’ın pozisyonunu desteklemektedir. Keşmir’de sistematik hak ihlalleri, zorla kaybetmeler, medya sansürü ve demografik mühendislik gibi pratikler, Hindistan’ın yönetim tarzını sadece hukuken değil, ahlaken de sorgulanabilir hale getirmiştir. Hussain & Mehmood (2021), bu durumun R2P (Responsibility to Protect) ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ve Birleşmiş Milletler’in bu yönde etkisiz kaldığını vurgulamaktadır. Bu çerçevede, Pakistan’ın çağrıları yalnızca egemenlik iddiası olarak değil, uluslararası toplum adına bir vicdani sorumluluk olarak da okunmalıdır.
Ayrıca, Pakistan’ın Keşmir politikasının sürekli olarak diplomatik yollara dayandırılması, çatışmayı çözme yönündeki samimi arzusunun bir göstergesidir. Pakistan, askeri üstünlük yerine uluslararası hukuk, BM kararları ve ahlaki sorumluluk temelinde çözüm arayışı sergilemiş; Hindistan’ın saldırgan tutumuna karşın barışçıl bir dil kullanma ısrarını sürdürmüştür (Hayat & Bacha, 2025). Bu durum, Pakistan’ın hem bölgesel hem küresel güvenlik açısından yapıcı ve uzlaştırıcı bir aktör olduğu argümanını güçlendirmektedir.
Sonuç olarak, Pakistan’ın Keşmir konusundaki tutumu, uluslararası hukukla uyumlu, ahlaki olarak temellendirilmiş ve barışçıl çözüm arayışına dayalı bir pozisyondur. Bu durum, Hindistan’ın giderek artan güvenlikçi ve otoriterleşen politikalarına karşı uluslararası vicdanı temsil eden bir karşı duruş niteliğindedir.
Türkiye-Pakistan İlişkileri ve Türkiye’nin Rolü
Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişkiler, diplomatik sınırların çok ötesinde, tarihsel, kültürel ve stratejik düzeyde kök salmış çok boyutlu bir ortaklığı temsil etmektedir. Bu bağ, yalnızca iki devlet arasındaki klasik diplomatik ilişki modeliyle açıklanamaz; aksine, hem ulusal kimliklerin kuruluş döneminde şekillenen tarihsel dayanışmaya hem de çağdaş jeopolitik konjonktürde ortaya çıkan ortak güvenlik ve etik vizyona dayanmaktadır. Türkiye, Pakistan’ın 1947 yılında bağımsızlığını ilan etmesinin ardından bu yeni devleti tanıyan ilk ülkelerden biri olmuş; bu erken tanıma, iki ülke arasında inşa edilen siyasi güvenin başlangıç noktası olmuştur (Javaid & Kharal, 2020).
Zamanla bu tarihsel dostluk, yalnızca diplomatik nezaket düzeyinde kalmamış, savunma sanayiinden dış politikaya, kültürel değişim programlarından ekonomik iş birliklerine kadar çok yönlü bir ortaklık halini almıştır. Özellikle Türkiye’nin Pakistan’a yönelik savunma ihracatında son yıllarda yaşanan artış, bu stratejik uyumun somut bir tezahürüdür. Baykar tarafından geliştirilen Bayraktar TB2 insansız hava araçları, TUSAŞ üretimi ANKA-S ve MİLGEM korvet projesi gibi ileri düzey savunma sistemleri, Pakistan Silahlı Kuvvetleri tarafından 2023 itibarıyla aktif şekilde envantere alınmıştır. 2025 çatışmasında, özellikle LoC bölgesinde Türk yapımı SİHA’ların gözetleme ve hedef tespiti görevlerinde kullanılması, Türkiye’nin teknolojik katkısının sadece sembolik değil, operasyonel olarak da etkili olduğunu göstermiştir (Jahanzaib, 2025).
Türkiye’nin Pakistan’a verdiği destek, yalnızca savunma teknolojisiyle sınırlı değildir; Keşmir meselesinde yıllardır süregelen diplomatik ve söylemsel dayanışma da bu ilişkinin temel taşlarından biridir. Türkiye, Hindistan’ın 2019 yılında Jammu ve Keşmir’in özel statüsünü ilga etmesine karşı açık biçimde Pakistan’ın tezlerini desteklemiş; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Keşmir’in geleceğinin halkın iradesine dayalı olarak belirlenmesi gerektiğini açıkça ifade etmiştir (Aslan, 2022). 2025 yılında yaşanan çatışmalar sırasında Türkiye, yalnızca ikili düzeyde değil, Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi çok taraflı platformlarda da Pakistan lehine aktif bir diplomasi yürütmüş; Hindistan’ın askeri müdahalelerine karşı barışçıl çözüm çağrısında bulunmuştur.
Bunun yanı sıra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) alınan kararlar ve yapılan konuşmalarda da Keşmir halkının meşru talepleri güçlü biçimde desteklenmiş, Türkiye kamuoyunda da Pakistan lehine geniş çaplı bir dayanışma atmosferi oluşmuştur. Türkiye medyasında 2025 çatışmaları boyunca yapılan yayınlarda, Pakistan’ın uluslararası hukuka dayalı tutumu öne çıkarılmış; üniversitelerde ve düşünce kuruluşlarında Keşmir konusunda farkındalık artırıcı sempozyumlar ve paneller düzenlenmiştir (Shoukat & Mustafa, 2025).
Bu çok boyutlu destek, Türkiye’nin yalnızca bir “dost ülke” kimliğiyle değil, aynı zamanda stratejik sözcülük kapasitesiyle hareket ettiğini göstermektedir. Keşmir meselesinde tarafsızlık görüntüsü çizen Batılı ülkelerin aksine, Türkiye’nin net ve açık pozisyonu, hem etik hem de siyasi olarak tutarlı bir dış politika profili çizdiğini göstermektedir. Bu yaklaşım, aynı zamanda Türkiye’nin İslam dünyasındaki rolüne, uluslararası hukuka olan bağlılığına ve adil barış arayışına dayanmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye-Pakistan ilişkileri yalnızca Keşmir meselesi etrafında derinleşen bir ittifak değil, aynı zamanda 21. yüzyılın çok kutuplu uluslararası sisteminde bağımsız ve ilkeli dış politika yürüten iki devletin ortak stratejik dayanışma örneğidir. Bu dayanışma; ortak tarih, dini bağlar ve kültürel yakınlıktan beslenen bir kardeşlik zemini üzerinde yükselmekte; askeri teknoloji, diplomatik girişimler ve halklar arası etkileşimle pekişmektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
2025 yılında yeniden tırmanan Pakistan-Hindistan çatışması, yalnızca iki devlet arasında süregelen bir sınır ihtilafı değil, aynı zamanda Güney Asya’nın jeopolitik istikrarsızlığına, uluslararası hukukun etkinliğine ve bölgesel güç dinamiklerinin dönüşümüne dair daha geniş bir krizin tezahürüdür. Keşmir meselesi, 1947’den bu yana yalnızca askeri veya diplomatik düzlemde değil, aynı zamanda insan hakları, öz-determinasyon ve kaynak yönetimi gibi küresel normları ilgilendiren çok boyutlu bir sorun haline gelmiştir. 2025’te yaşanan son gelişmeler bu meselenin artık yalnızca bir “donmuş ihtilaf” değil, yeniden biçimlenmekte olan bir küresel adalet sınavı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Bu çalışmada detaylı olarak ortaya konulduğu üzere, Pakistan’ın çatışmadaki pozisyonu uluslararası hukuk normları, Birleşmiş Milletler kararları ve evrensel etik değerlerle büyük ölçüde örtüşmektedir. Hindistan’ın güvenlikçi ve tek taraflı müdahaleci yaklaşımı karşısında Pakistan’ın sorunu diplomatik ve hukuki zeminlerde çözme arayışı, onun uluslararası sistemde meşruiyetini artırmış; özellikle Cenevre Sözleşmesi, Indus Waters Treaty ve BM kararlarına atıfla geliştirilen söylemi, küresel düzeyde haklılık zeminini güçlendirmiştir. Pakistan’ın tutumu, askeri değil, normatif üstünlüğe dayalı bir dış politika pratiği örneği sunmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’nin çatışma sürecindeki tavrı da yalnızca sembolik değil; stratejik ve ilkeli bir dış politika yaklaşımının yansımasıdır. Türkiye’nin Pakistan lehine ortaya koyduğu tutarlı diplomatik açıklamalar, Keşmir’de halkın iradesine saygı çağrısı ve uluslararası hukuk temelli çözüm önerileri, sadece ikili ilişkilerin güçlülüğünü değil, aynı zamanda Türkiye’nin adil ve barışçıl çözüm vizyonunu yansıtmaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin İslam dünyasındaki pozisyonunu da pekiştiren bir dış politika kodudur. TBMM’deki söylemlerden kamuoyundaki Pakistan sempatisine kadar geniş bir yelpazede Türkiye, Keşmir meselesinde vicdanî ve siyasi sorumluluğunu yerine getirmiştir.
Bundan sonrası için Keşmir meselesinin çözümü yalnızca tarafların iradesine bağlı değildir. Uluslararası toplumun, özellikle Batı merkezli kurumların çifte standartlı yaklaşımlarını terk ederek, evrensel hukuku tutarlı şekilde uygulaması gerekmektedir. Pakistan’ın önerdiği çözüm yolları—BM gözetiminde yapılacak referandum, tarafsız diplomatik arabuluculuk ve çatışmasızlık garantileri—yalnızca Keşmir için değil, uluslararası düzenin güvenilirliği için de hayati önemdedir. Hindistan’ın tek taraflı dayatmaları ve demografik mühendislik uygulamaları, sadece bölgesel değil, küresel istikrar açısından da tehdit oluşturmaktadır.
Sonuç olarak 2025 çatışması, mevcut uluslararası düzenin barış tesis etmedeki yetersizliğini ve normatif krizi bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak bu kriz aynı zamanda bir dönüşüm fırsatı da sunmaktadır: eğer diplomasi, adalet ve hukuk temelinde şekillenen bir çözüm iradesi güç kazanırsa, Keşmir sadece bir çatışma alanı olmaktan çıkıp, barış inşasının simgesine dönüşebilir. Bu sürecin sorumluluğu yalnızca devletlere değil, aynı zamanda akademik dünyaya, bağımsız medyaya ve sivil topluma da aittir. Keşmir’in kaderi, aynı zamanda küresel vicdanın ve uluslararası hukukun sınavıdır.
PAKİSTAN ZİNDABAD!
Kaynakça
Aryal, S. K., & Muneer, S. (2025). Geopolitics, Conflict and Narratives: An Assessment of Kashmir Conflict after the Abrogation of Article 370. Journal of Asian and African Studies. https://doi.org/10.1177/00219096231192318
Aslan, Ö. (2022). The Evolution of Turkey’s ‘South Asia Policy’: Continuities and Ruptures in Outlook, Roles, Actors and Constraints. Journal of Asian Security and International Affairs, 9(3), 302–322. https://doi.org/10.1177/23477970221076754
Bukhari, A. H. S., & Gaho, G. M. (2025). Regional Politics and Its Impact on National Stability: A Case Study of Pakistan’s Strategic Challenges. ASSAJ Journal. https://assajournal.com/index.php/36/article/view/279
Butt, H., Salman, M., & Hayat, M. U. (2025). Geopolitical Landscape of South Asia and Doctrinal Evolution in India under Modi Era (2014–2024). Journal of Quranic and Social Studies, 12(1), 25–41. https://www.jqss.org/index.php/JQSS/article/view/155
Fair, C. C. (2023). India’s Move in Kashmir: Unpacking the Domestic and International Motivations and Implications. Lawfare. https://www.lawfaremedia.org/article/indias-move-kashmir-unpacking-domestic-and-international-motivations-and-implications
Hayat, J., & Ahmed, R. Q. (2021). The Kashmir Conundrum: Past, Present and Future. In Society and Politics of Jammu and Kashmir (pp. 83–99). Springer. https://www.researchgate.net/publication/351880809
Hayat, M. Y., & Bacha, I. A. (2025). Bridging Divides: A Theoretical Framework for Resolving the Kashmir Dispute. Insights – Journal of Life and Social Sciences. https://insightsjlss.com/index.php/home/article/view/141
Hussain, M., & Mehmood, S. (2021). Genocide in Kashmir and the United Nations’ Failure to Invoke Responsibility to Protect (R2P): Causes and Consequences. Muslim World Journal of Human Rights, 18(1). https://doi.org/10.1515/mwjhr-2020-0017
Jahanzaib, M. (2025). Turkey-Pakistan Relations and the Rise of Geo-Economic Statecraft. ASSAJ Journal. https://assajournal.com/index.php/36/article/view/178
Jamil, S., Atta, M. M., & Sajjad, A. (2023). From Ideology to Economics: Understanding the Conflict between Two Countries. Journal of Quranic and Social Studies, 11(2), 15–28. https://www.researchgate.net/publication/377891461
Javaid, U., & Kharal, A. (2020). Rejuvenating Pak-Turk Ties: An Appraisal. Journal of Contemporary Studies, 9(2), 101–120. https://www.academia.edu/download/71370298/Rejuvenating_Pak_Turk.pdf
Mughal, M. R., Rashid, H. U., & Ch, F. S. (2025). Pakistan in the UN over the Kashmir Dispute: A Corpus-Based Study. Journal of Applied Linguistics and TESOL, 7(1), 55–67. https://jalt.com.pk/index.php/jalt/article/view/513
Munir, K., Khalid, I., & Shahrukh, M. W. (2021). Water Conflict between Pakistan and India: Implications to Regional Peace and Security. Journal of Humanities and Social Sciences, 9(2), 88–105. https://ideapublishers.org/index.php/jhsms/article/view/603
Naseer, S. (2024). Regional Power Balance and Peace Building: India and Pakistan. Journal of Indian Studies, 10(1), 93–112. https://pu.edu.pk/images/journal/indianStudies/PDF/8_v10_1_24.pdf
Siyal, N. A., & Dujanah, A. (2025). Assessing the Role of Leadership in Resolving the Kashmir Conflict: A Comparative Study. ASSAJ Journal. https://www.assajournal.com/index.php/36/article/view/143
Wahid, S., & Jan, I. U. (2023). Indian Armed Forces Conventional Superiority: Analyzing Security Implications for Pakistan. IIU Electronic Theses Collection. http://theses.iiu.edu.pk:8002/greenstone/collect/electron/index/assoc/HASH01c2/65285289.dir/doc.pdf
Yousuf, M. (2025). Pakistan’s Kashmir Policy: Blocked Desires and the Search for an Honourable Exit. In Kashmir after 2019 (pp. 181–201). Taylor & Francis. https://www.taylorfrancis.com/chapters/edit/10.4324/9781003588849-12
M. Batuhan Akça
Latest posts by M. Batuhan Akça (see all)
- KEŞMİR 2025: HUKUKİ ve STRATEJİK OKUMA - 10 Mayıs 2025
- TEHCİR: TÜRK MİLLETİNİN MEŞRU MÜDAFAASI - 24 Nisan 2025
- MANTI - 22 Aralık 2024
- Popülizm ve Türk Milliyetçiliği: Siyasi Strateji ile İdeolojik Kimlik Arasında - 20 Aralık 2024
- Türkiye’nin Suriye Politikası: Güvenli Bölgeler ve Stratejik Öncelikler - 21 Kasım 2024