Sağlık Bakanımızın Twitter’dan yaptığı açıklamaları herkes gibi ben de takip ederken bazı yorumlar nabzımı hızlandırdı, moralimi bozdu. Gazla çalışan bir millet olmamıza rağmen toplumun büyük çoğunluğundan her alanda “biz yapamayız, siz yapamazsınız”ları daha çok duyduk. Bize bulaşmış virüslerden biri. Halbuki küçük bir beklentinin, ufak bir takdirin neleri değiştirebileceğinin farkına varmamız gerekiyor. Ben söylemiyorum, bilim söylüyor. Bu nedenle bu yazımda size Pygmalion Etkisinin başrolü olan birçok soruyu cevaplayan sıra dışı bir attan bahsedeceğim. Nam-ı diğer Clever Hans.
Her Soruyu Bilen At
1900’lerin başında Berlin halkıyla içli dışlı olan, namı kıtaları aşan 9 yaşındaki bu Rus atı gerçekten de çok özel yeteneklere sahip. Atın sahibi Bay von Osten disiplinli bir at eğiticisi olmasının yanında eski bir matematik öğretmeni ve bir avcı. Evet Bay von Osten bir şarlatan, üçkağıtçı, dolandırıcı ya da sirk eğitmeni değil. Bilimsel düşünceden uzak bu abimiz ortaya bir iddia atıyor ve hayvanların da gerçekte bizim kadar akıllı ve zeki olabileceğini söylüyor. Bunun ispatı olarak 4 sene boyunca eğittiği atı Hans’ı örnek gösteriyor.
Tamamen ücretsiz olarak herkes atı izlemeye gelebiliyor. Sorulan her türlü soruya cevap verebiliyor ve kısa sürede namı yayılıyor ve bilim insanlarının da dikkatini çekiyor. Ancak Hans neler yapabiliyor önce ona bir bakalım.
At sağ ayağını yere vurarak ya da başını sallayarak cevap veriyor. Görünüşe göre Hans 100’e kadar olan sayıları biliyor. Ancak otomatik bir sıra ile saymıyor. Sorulan 4 işlem sorularını rahatlıkla cevaplayabiliyor, hatta kesirli sayıları bile. Örneğin “1/2 ile 2/5’i toplarsam kaç eder?” sorusuna önce pay sonra paydayı sayarak veriyor: 9/10 – siz yapamadıysanız üzülmeyin; siz bir at değilsiniz ve Bay von Osten’in disiplinli eğitiminden faydalanma şansınız olmadı.
Akıllı Hans’ın matematik yeteneklerinin bir başka örneğini de “39658127 sayısına 8 rakamından sonra virgül koyarsak elde edilen sayının onlar basamağı kaç olur?” gibi sorulara şaşmaz doğrulukla yanıt verebilmesinde görmek mümkün. Dikkatli ve meraklı okuyucularımız sıfırı nasıl belirttiğini merak ediyor olabilirler: kafasını sallayarak şüphesiz.
Akıllı Hans sadece matematik alanında yetenekli bir at değil. Sahibi Bay von Osten atına küçük harflerle yazılmış Almanca kelimeleri okumayı öğretmiş. Önüne koyulan pankartlar üzerinde kendisinden istenen kelimeyi doğru bir şekilde seçebiliyor. Bir kaç kelimeyi ise kodlayabiliyor. Müzik ve hafıza becerileri de kayda geçmiş. Daha önce gördüğü yüzleri hatırlayabiliyor ve bir çok insana kısmet olmayan müzik bilgisi ile zamanının en az on üç melodisinin notalarını vuruşları ile hatırlıyor. Hatta kendisine dinletilen bir melodinin kulağa hoş gelip gelmediğini bile kafasını iki yana sallayarak yanıt verebiliyor; “hangi nota çıkarılırsa hoş bir melodi elde edilir?” sorusuna kulağı tırmalayan notanın dizi içerisindeki yerini ayağıyla sayarak yanıt veriyor.
Bilim insanları da boş durmuyor tabi
İşte böyle garip yetenekleri olan bir atın namının kıtaları aşmasını rahatlıkla anlayabiliriz. Ne de olsa hepimiz anlayamadığımız şeyleri meşhur ederiz, merak içimizi tırmalar. Doğru olsun ya da olmasın bir yanıt ararız, bu zihnimizdeki boşluğu doldurur ve sonunda rahatlarız. Bu nedenle o dönemin bilim insanlarının da ilgisini çeken bu at üzerinde bilim insanları atın özel bir yeteneği olmadığına inanarak deneyler yapsalar da çıktıkları bu yolda hüsranla geri dönmüşlerdir. Bu da atı iyice meşhur etmiştir. Ancak Oskar Pfungst adında bir psikolog zekice hazırladığı deney düzeneğinde atın foyasını ortaya çıkarıyor.
Bir perde arkasından ata aynı soruları soruyor ve at hiçbir soruyu cevaplayamıyor. Eğer soruyu soran kişi sorduğu sorunun cevabını bilmiyorsa itiraza yer bırakılmayacak şekilde at yine cevapları bilemiyor. Oskar Pfungst anlıyor ki at gördüğü incecik detaylara göre hareket ediyor. Doğru cevaba yaklaştığında kaslarınızdaki gerginliği hissedebiliyor, gözlerinizdeki kısılmayı görebiliyor. Mükemmel bir mimik okuma ustası ve poker oyuncusu.
Pfungst atın davranışlarında kendini gösteren yüksek zihinsel becerilerin aslında ata soruyu soranların becerileri olduğunu belirtiyor ve “Akıllı Hans Vakası’na” son noktayı koyuyor.
Bizi ilgilendiren nokta işin psikolojik boyutu. Bu olay psikologları farklı sorulara ve araştırmalara itti. Hans vakasında da olduğu gibi, sahibi kendisinden bir soruya yanıt vermesini istediğinde ve bunu yapabileceğine inandığında, bunu gerçekten istediğinde ister istemez kendisini teşvik ediyor, kendisine yol gösteriyordu.
Bu insanlarda da aynı şekilde işliyor muydu?
Sayısız araştırma ve çalışma yapıldı. Sonunda cevap bulundu. Pygmalion Etkisi!
Pygmalion antik bir hikayedir ve hikayede bir Yunan heykeltraşın yaptığı mermer kadın heykeline aşık olması anlatılır. Bir insana aşık olamayan Pygmalion Afrodit’e yalvarır ve heykel aynı formda bir kadına dönüşür. Ve heykeltraş heykeli ile evlenerek bir de çocuk sahibi olur.
Burada Pygmalion’ın heykeline duyduğu takıntı heykelin canlanmasına vesile olmuştur. Bu nedenle beklentilerin hayata geçmesi için kullanılan bir metafor haline gelmiştir.
Pygmalion etkisine geri dönersek; beklenti, her şeydir. Hayatın her anında vardır. Okulda, ailede, şirkette… O yüzden Pygmalion etkisini doğru anladığımızda çocuklarımızı, arkadaşlarımızı, çalışanlarımızı veya bizi yönetenleri çok daha iyi analiz edebilir ve yönlendirebiliriz. Beklentilerimizin nelere yol açtığını anladığımızda yüksek beklentilerimizin olmasının ne kadar büyük faydaları olabileceğini daha iyi idrak edebiliriz. Mesela Nihat Kahveci’nin Çek Cumhuriyeti’ne son dakikada attığı golünde Pygmalion etkisi zirveye tırmanmıştır. Son dakika olsa bile taraftarın sesine bakın, onların ne beklediğini çok iyi biliyordu milli takım. Gözlerimiz yaşlı, o anı tekrar hatırlamak isteyenler için link https://www.youtube.com/watch?v=qymcNs4aDGI
Sigmund Freud’un da bir cümlesi buna işaret ediyor:
“Bir insan ailede ebeveynlerinin en değerli çocuğuysa bu his hayatının tamamına yayılır ve başarılı olan insanların çoğuna bakarsanız bu hikayeyi görürsünüz.”
1968 yılında Robert Rosenthal ve Lenore Jacobson, Pygmalion etkisi üzerine ilk ciddi çalışmayı yapmıştır. Deney gerçekten mükemmel tasarlanmış ve bize olayın özünü tam anlamıyla anlatıyor.
Rosenthal ve Jacobson bir ilkokulda öğrenciler üzerinde IQ testi yapıyor. Bu testin sonuçlarına göre öğretmenlere öğrencilerden %20’sinin üstün zeka potansiyeli olduğu söyleniyor. Ve öğretmenlere bu çocukların isimleri de veriliyor. Diğer çocukların seviyeleri ile ilgili bir bilgi verilmiyor etik nedenlerle ama asıl olay şu.
Öğretmenlere isimleri verilen öğrencilerin IQ testlerine bakılmıyor. Yani bu çocuklar tamamen rasgele seçiliyor. Aralarında IQ testi sonuçları ortalama altı olan da var ortalama olan da. Fakat işte öğretmenler bu öğrencilerin üstün zekalı olduğu bilgisini alıyor. Öğrenciler arasındaki tek fark öğretmenlerin kendilerinden beklentileriydi yani.
Ve sonuçlar da hiç şaşırtmayacaktı. Deneyin sonunda öğrencilere tekrar IQ testi yapılıyor. Tüm öğrencilerde gelişme görülürken isimleri verilen öğrencilerin test sonuçlarında sıradışı artışlar gözlemleniyor. Çok daha yüksek performans gösteriyorlar.
Üstün zeka potansiyeli olduğu iddia edilen, aslında diğerlerinden farklı olmayan çocukların deney sonunda çok daha başarılı olmasının nedenleri ile ilgili Rosenthal’ın çıkarımları şunlar:
Öğretmenler bu öğrencilere karşı ister istemez daha sıcak ve arkadaşça davranıyorlardı. Öğretmenler bu öğrencilere daha fazla zaman ayırıyor ve daha fazla yardım ediyordu. Bu öğrencilere ders sırasında daha fazla söz hakkı veriyordu. Ve yine bu öğrencilere hataları ile ilgili geribildirim yaparken öğretmenler daha yapıcıydı. Ve bunları tamamen bilinçsiz şekilde, tepkisel olarak yapıyordu bu öğretmenler.
Burada “pozitif geribildirim döngüsü” adını verdiğimiz bir olgu ortaya çıkıyor. Bir insana daha iyisini yapabileceğini söylediğinizde o da potansiyelini zorluyor ve daha iyisini yapıyor.
Pygmalion etkisi bize şunu gösteriyor. Gerçeklik sübjektiftir. Ve bu gerçekliği ailemiz, arkadaşlarımız, yöneticilerimiz, toplum manipüle edebiliyor. Başarılarımız, düşünce biçimimiz, davranışlarımız ve kendimizle ilgili algımızı çevremizdeki insanlar etkiliyor. Bu kişilerin bizden beklentilerine göre şekilleniyor.
Şimdi dönüp bir de Türkiye’ye bakın. Kimse size daha iyisini yapabileceğinizi söylemez, yaptıklarınızı takdir etmez, eleştirir, güvenmez, zayıf hissettirir. Ne kadar çabalarsanız çabalayın olmayacağını söylerler. Canıyla başıyla mücadele eden insanları bile eleştiriyor, dalga geçiyoruz. Şuna bakın! Alman bir adamın bir Rus atından beklentisi kadar beklenti içerisinde olamıyoruz yöneticilerimizden, gençlerimizden.
Kendiniz ve çevrenizdekiler için beklentilerinizi yükseltin. Müdahale etmemize bile gerek yok. Çevremizden beklentilerimizi doğru şekilde belirler ve çıtayı yeterince yükseltirsek sonuçta ortaya neler çıkabileceğini hayal bile edemezsiniz. Farkında bile olmadan insanları, kendimizi daha başarılı olmaya itebiliriz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne güzel söylemişti!
Türk Milleti’nin karakteri yüksektir.
Türk Milleti çalışkandır.
Türk Milleti zekidir.