‘’Sadrazam o akşam kethüdasını Muhsin Çelebi’nin Üsküdar’daki evine gönderdi.                                                                                                                        Devlete, millete dair bir maslahat için…’’

Devlet; töre üzere teşkil edilen, toplumun huzuru ve güveni için doğan, idari bir yapıdır. Maddi varlığı milleti için ne kadar mühim ise, manevi tavrı ve devamlılığı da yine Türk’ün en mukaddes hazinesidir.

Türk milleti kan, can ve fikir gayretleri ile 16 büyük devlet kurmuştur. Padişahlar, vezirler, kadılar sonrasında siyasi/ideolojik figürler, siyasi yapılar gelmiş, değişmiştir. Devlet dediğimiz o yüce kudretli duruşun ehemmiyeti hep aynı kalmıştır. ‘’Osmanlı’’ büyük bir çınardı. Bu çınarın dalları tüm dünyayı sardı. Köklerinden beslenen ilim, irfan ve fikir adamları daha sonra Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdular. Nitekim devletin adı değişti; necip Türk milletine ‘’çatı’’ olma ahdi değişmedi. Devlet, ideallerini(her dönem kendini yenileyerek) taze tuttu. Sürüncemelerden beslenen bir omurgası olmadığı gibi bu yüce yapının gücü şahıslardan da gelmez. Ancak, şahıslara güç katar. İdeallerin; dünyalık nimetleri, ahiret huzuruna erişmek ikmaliyle birleştiği nokta devlettir.

Devlet, anadır. Kucak açan bir ana. Çatısı altında evlatlarını toplayan, manen ve madden besleyen, koruyan, yeri geldiğinde kırılan ama küsmeyen, asırlara meydan okuyabilecek denli kudretli, dirayetli bir ana… Kökleri mazide olan; dalları Ötüken’den  Kaşgar’a, Tuna’dan Malazgirt’e, Bosna’dan Üsküp’ten Kerkük’e,  Aksaray’ın bir köyüne kadar uzanan ulu bir çınardır devlet ana.

Şanlı tarihinin izinde nesiller yetiştirmiş Türk devletlerine hizmet etmek bizlerin en şerefli vazifesi olmalı. Bu yazıma konu olan Turancı Ömer Seyfettin; yüce Türk ordusunun cesur bir subayıyken kitaplarla, hikâyeleri ile Türk’ün devletine olan aşkını anlatmak istemiştir. Balıkesir’in Gönen ilçesinden çıkan Ömer Seyfettin’in esrelerinde Turan coğrafyasının bütün motiflerini Türk-İslam töresi ve ahlakıyla görmek mümkündür.

Milliyetçilik fikriyatının kudretli Türk yazarı Seyfettin’in kalemi Türk milletinin aziz çocuklarına hikayeler değil; gerçekler yazmıştır aslında. Eserlerinin muhtevalarında görülen kahramanlar, olaylar asrın destanına imza atan Türk milletinin gerçekleridir.

Muhsin Çelebi –Tebriz’e Şah’a elçi gitmesi

Ölümden korkmayacak, yürekli bir elçi aranıyordu. Devlet erkânında Şah İsmail’in korkunç muamelelerine karşı cesurlukta arzı endam edecek bir er kişi bulunamamıştı. Ne yazık!

Teklif Muhsin Çelebi’ye ulaştığında huzura çıkmakta geri durmadı. Sadrazam karşısında el etek öpmeyen dik duruşlu, göğsü önde, başı dik bu adamı görünce apaçık şaşırmıştı. Burada aslında Çelebi devletin duruşunu sergiliyordu, sezdiriyordu. Baş eğmeyen, yaltaklanmayan, şahsi hesaplar uğruna minnet etmeyen!

Muhsin Çelebi biat etmenin ancak devlet ve devletin başına olacağına inanırdı. Onun dışında makam, ikbal uğruna devlet görevlilerine itaat; kirli bir siyaset oyununun ta kendisidir. Bu yüce gönüllü, devletine aşk ile bağlı Anadolu insanı, elçiliğe kabul ederek mecliste bulunan herkesin yüreğine su serpti. Uzun zamandır aranan korkusuz, devletine karşılıksız sevdalı bir adam sonunda bulunmuştu. Devletçilik özveriyi gerektirirdi. Şah ile dilenciyi bir tutardı, Allah katında Muhsin. Devrin alimi  İbni Kemal’in ‘’beni okutur’’ sözüne mazhar olacak denli büyük bir ilim sahibiydi elçi Muhsin. Kibri ve şatafatı her Müslüman Türk gibi sevmezdi, mütevazı bir dünya beklentisi vardı. Ne çok uzun ne de çok kısa…

Kahramanımız Muhsin Çelebi elçilik için kendine verilmek istenen devlet imkânlarını kabul etmez. Onun için şahsi menfaatleri ön planda tutmakla, devletine ihanet aynı kefededir. Elçilik makamının kendisine kişisel kazanç doğurmaması için, hazineden bir pul dahi almaz.O hazinede ki uçsuz bucaksız Osmanlı topraklarında yaşayan, yaşayacak olan nice yetim, öksüz Müslüman Türk evladının hakkı vardı. Devlet malı bu minvalde ona helal değildi! Hazine yardımları ile yapılacak kahramanlık bir Osmanlı Türk’ünün ruhuna aykırıdır en nihayetinde. Bu devlet adabı ve edebi Muhsin Çelebinin karakterine şavk olmuştur.

Elinde avucunda ne varsa satan Çelebi Muhsin, Şah’ın karşısına dünyada eşi benzeri bulunmayan bir kaftan ile çıkar. İhtişamı gözleri kamaştıran kaftanı, Şah İsmail’in kendisine huzurunda oturacak bir yer göstermemesi üzerine bir hışımda yere serer. Bağdaş kurup kaftanın üzerine oturur. O oturuşta Anadolu’ya bağdaş kurup oturan, Türk medeniyetinin edası vardır. Zulüm karşısında Türk devletinin ‘’yavuzca’’ dik duruşunu temsil etmiştir Muhsin. Devlet aklı ve erdemi; Tanrı’dan başkasına kulluk etmemeyi, dinini yaşamak ve yaşatmayı gerektirir. Ömer Seyfettin bu güzide eserinde bizlere ‘’devletli’’ duruşun örneklerini karakteri Muhsin Çelebi ile verir.

Şah’ın küstah tavırları karşısında daha fazla orada kalmak istemeyen Muhsin yerde kaftanı bırakarak kalkar. Cihanda eşi benzeri olmayan, paha biçilemeyen kaftan orada kalır. Yerde bırakılan aslında dünya nimetinin kiridir, pasıdır. Türk’ün ise devletin bekası ve itibarı söz konusu olduğunda dünya malı ile ilişiği olmaz. Yüreksizler belki çok yaşar, fakat Müslüman Türk’e bir akbaba gibi yaşamak yaraşmaz; atmaca olmalıdır inadına. Muhsin Çelebi, atılışını yaptığında, kendine gelen elçileri kebap gibi çevirip etini dağıtan bir Şah’a karşı devletli duruşun adıdır. O gün ‘’devlet’’ dik duruşunu sergilemiştir, Çelebi eliyle.

Kıssa’dan hisse:

Şöhretin, paranın zirvesinde yaşanılan bir hayat uğruna ‘’dalkavukluk’’ Türk’ün ne töresinde ne de mazisinde vardır. Devlet aklı ve imandan gelen vatan sevgisi; karşılıksız bir sevdayı, şahsi çıkarların önüne set koyan bir görev bilincini gerektirir.

Bugün her zamankinden daha fazla idealist olmaya gereksinimimiz var. Çelebi misali; fikri hür, vicdanı hür devlet sevdalısı nesiller için mücadeleyi her safhada(ilim, bilim, idari, düşünce, meslek grupları) vermeliyiz. Hazineden pul almadan devletini temsil eden Muhsin, hayatının geri kalanını belki de ırgatlık yaparak geçirmiştir. Ama faziletli ve omurgalı bir yaşantısı olmuştur şüphesiz.

Çocuklarımız, gençlerimiz ‘’Çukur’un çakma, mafyatik, zorba kahramanlarını’’ örnek alacaklarına Seyfettin’den Muhsin Çelebi’yi örnek almalıdırlar. Muhsin gibi erence, alpçe, milli hassasiyetler doğrultusunda bir duruş sahibi olmak varken; yapay, batı bozması tiplemelere neden gerek duyuyoruz?

Devletçilik bir tavır/karakter meselesidir. Tavır ise ideolojik sistemlerin görüşlerin üzerinde üst bir akıldır. Devlet aklı, bu tavrı sergileyen bireylerce meydana gelir. Türk çocuğu devletini; güzel örneklerden, eşsiz eserlerden okuduğu, dinlediği müddetçe daha da çok sevecektir, devlet uğruna yaşayıp, yaşatmanın zevkini duydukça atasına, mazisine sahip çıkacaktır.

Adı üzerinde kıssa… Olmuş, olması muhtemel ya da olmamış olaylar… Kurmaca da denmekte… Kahramanları, anlatıcının, yazarın, nakledenin muhayyilesinde şavkıyan tomurcuklar gibi canlı ve diri… Görülmüş, okunmuş, duyulmuş veya etkilenilmiş; uçsuz bucaksız hayal ufuklarında devşirilmiş; farklı dönemler, farklı isimler, farklı cisimlerle karşımıza çıkarılmışlar. Lakin bizleri, bir yandan yaşadıkları âleme çekmekte, diğer yandan da bütün tasarruf hakkı bizde olmak üzere ciltler dolusu hisseyi, karşılıksız armağan etmekteler. Alınmadan, darılmadan, kırılmadan okuyup anlatalım, dinleyelim, ibret alalım diye… Her dost meclisinde analım, konuşalım ‘’Pembe İncili Kaftan’’ ı. Çocuklarımıza bunun bir rüya, masal olmadığını, her birinin Muhsin olduğunu, olacağını…

 

 

 

Please follow and like us: