Ülkücü Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu

Fırat Yılmaz Çakıroğlu…

Her andığımızda yüreklerimizi yakan, canımızdan can alan isim… Şehadet haberi, hele ki ömrünün baharındaki bir gencin şehadet haberi hangimizin canını yakmaz ki? Bizim de canımızı çok yaktı o kara haber. 20 Şubat 2015 günü duyduk ki bir ağabeyimiz, Ege Üniversitesi teşkilat başkanımız şehitler kervanına katılmış, bu kutlu yolda en kıymetli varlığından, canından vazgeçmiş, mücadelesini kanıyla süslemiş.

Aslen 30 Aralık 1990 Konya Akşehir doğumlu olan Fırat Yılmaz Çakıroğlu sene kaybetmemesi amacıyla 1 Ocak 1991 doğumlu olarak nüfusa kaydedildi. Babası, oğlunun doğumuna şahit olamadı. Askerde olması sebebiyle oğlunu 8 ay sonra görebilen baba, oğlunu “zeki, akıllı, çok hareketli” olarak hatırladı ve anlattı.

Fırat ve ailesi, babası askerden dönünce İzmir’e yerleşiyorlar. 1995 yılına kadar İzmir’de yaşayan aile, öğretmen olan anne Özlem Erdem’in tayini dolayısıyla Diyarbakır’a yerleştiler ve 5 yıl kadar Diyarbakır’da ikamet ettiler. Bu süre zarfında Fırat ilkokulu tamamladı.

Özlem anne 2004 yılında Almanya’ya giderken oğlunu da yanında götürmek istiyor fakat Fırat, babasının yanında kalmayı tercih ediyor ve lise hayatına babasının yanında, Akşehir’de devam ediyor.  Aradan 2 yıl geçtikten sonra, 2006 yılında Fırat, annesinin yanına Almanya’ya gitme kararı alıyor. İki yıl annesiyle Almanya’da kalan Fırat, 2008 yılında tekrar Türkiye’ye dönüyor. Lise eğitimini açıktan tamamlayıp hayali olan Tarih bölümü için hazırlanmaya başlıyor ve üniversite sınavına giriyor. İlk sene istediği bölümü kazanamayan Fırat, tekrar üniversite sınavına hazırlanıyor ve 2. tercihi olan İzmir Ege Üniversitesi Tarih bölümüne yerleşiyor.

Üniversiteye başladığında Fırat’ın gördüğü manzara hiç beklediği gibi olmuyor. Her yerde PKK paçavraları, terörist başı Öcalan’ın fotoğraflarının olduğu broşürler, stantlar ve bebek katiline özgürlük yürüyüşleri karşısında şok olan Fırat, daha gider gitmez PKK stantlarından birine tekme atarak yıkıyor ve “size burada bunları yaptırmam” şeklinde ikaz ediyor. Fırat’ın Ülkü Ocakları ile tanışması da işte o güne rastlıyor ve yeni bir dönem başlıyor. Fırat Yılmaz Çakıroğlu dönemi…

Tabii sadece Ülkü Ocaklarıyla tanışması sayesinde Milli şuur sahibi olmamıştı Fırat.  Çok öncesinde, daha çocukken öğretmeni “Fırat ne olmak istiyorsun” sorusunu sorduğunda “şehit olmak istiyorum” şeklinde cevap veriyor. İstediği oluyor Fırat’ın. O kutlu mertebeye yıllar sonra ulaşabilecek. Belki de biliyordu, o zamandan kendisine nasip olacak şehadeti biliyordu, hissediyordu. Yine Fırat 16 yaşlarında arkadaşıyla otururken Ay’ı göstererek “öyle bir şey yapacağım ki oraya ilk çıkan insanın ismi nasıl unutulmuyorsa benim ismim de öyle unutulmayacak” diyor ve yine bu ifadesiyle geleceği hissedişini gözler önüne seriyor.

Arkadaşlarının ifadesiyle Fırat mizah anlayışı olan, insanları güldüren ve zeki bir insandı. Gözlerini kısıp bıyığıyla oynaması aklına bir şey geldiğine işaret ediyordu. Çok yakın arkadaşı olan Mahir ile yan yana geldikleri zaman sürekli neşeli oluyorlardı. Arkadaşları, aralarında en yakışıklı olanın Fırat olduğunu söylüyorlar. Her zaman boşa demedik “biz çirkin çocuklardık en yakışıklımızı şehit ettiler” diye.

Fırat’ın tarih anlayışına dair bilinen hususlardan biri, Yıldırım Bayezid ve Timur karşılaştırmasında Timur’u savunduğudur.

Sürekli okuyan biri olan Fırat Çakıroğlu her ideolojiden eserler okur ve fikirlerini ona göre belli eder, ideolojik tartışmalara ona göre girerdi. Okumasının yanında dersleri de çok iyiydi. Çözüm süreci saçmalığında sınavlara girmekte dahi zorlandığı halde ortalaması üçün üzerindeydi ve hatta ortalamasını daha da yükseltmek için kendisinin düşük gördüğü dersleri en yüksek not haline getirmek için yeniden alır ve sınavlarına girerek yükseltirdi. Fırat bölüm birincisiydi. İşte bu husus hepimize gurur meselesi ve aynı zamanda hedefimiz olmalıdır.

Birçok arkadaşı gibi o da lisans hayatı sonrasında akademik kariyer planlıyordu ve bir dönem kitap yazmak için hazırlık yapmıştı.

Fırat arkadaşlarına çok düşkündü. Onlar için elinden gelen her şeyi yapabilirdi ve onlar için çabalamaktan asla gocunmazdı.

Hayvanları çok sevmesi de Fırat’ın özelliklerinden biri. Özellikle kedileri çok seven Fırat’ın kedisi de vardı.

Fırat’ın şehadete olan isteği şu sorusunda gizli; “Bir gün şehit olursam benim de fotoğrafımı ocağın duvarına asar mısınız?”  Evet istediği olacak. Fırat’ın fotoğrafı, o hayranlık duyduğu “ne kadar yakışıklı bir şehit” dediği Ali Bülent Orkan ağabeyin fotoğrafının yanına asılacaktı.

Çözüm süreci devam ederken olaylar iyice tırmanışa geçiyor. Teröristlerin okulu işgali, yürüyüşleri ve eylemleri artarak devam ediyor. Bu süreç içerisinde annesi Fırat’a “oğlum madem o kadar sıkıntı var neden başka bir Üniversite’ye geçiş yapmıyorsun” deyince Fırat “anne ben korkak mıyım? Ben sadece kendim için mücadele etmiyorum. Benim yaşadıklarımı benden sonrakiler yaşamasın diye mücadele ediyorum” diyor.

Ülkü Ocaklarından bağımsız sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte Atatürk’e saygı yürüyüşü düzenlemesi de Fırat’ın, vatana ihanet söz konusu olmadığı sürece farklı ideolojilere saygı gösterdiğinin kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.

Ve o talihsiz gün. 20 Şubat 2015… Yine teröristlerin azdığı, kudurduğu gün. Fırat kasıtlı olarak olayların içine çekiliyor. Annesinin tahmini Fırat’ı vatana, anneye, babaya küfür ederek içeri çekiyorlar. Yaklaşık 25 saniye sonra Fırat Çakıroğlu 6 yerinden bıçaklanmış şekilde yürüyerek dışarı çıkıyor, bir sandalye çekip oturduktan sonra fenalaşıyor ve kendini kaybediyor. Ambulansın gecikme sebebi ise teröristlerin, 5 dakika içerisinde gelen ambulansı yanlış yere yönlendirmesi ve Fırat’ın yaralandığı bölgeye gitmek isteyen sağlık çalışanlarını bir sınıfa kilitleyerek gitmelerini engellemek oluyor. Ambulansın gecikmesiyle Fırat’ın arkadaşları bir ambulans bulup 25 dakika sonra olay yerine geliyorlar. Bu süre zarfında eczacılık bölümü öğrencileri ilk müdahaleyi yaparken Fırat, sürekli kelime-i şehadet getiriyor ve helallik istiyor. Ambulans geldiğinde ise Fırat, kan kaybından şehadet şerbetini içmiş, Türk milletinin varlık mücadelesinde toprağa düşen kanımız olmuş, şehitler kervanına katılmıştı.

Daha 15 yaşlarında annesine “bu düzeni değiştireceğim” diyen Fırat reis sözünü tuttu ve o kahrolası düzeni, Ege Üniversitesi’nde değiştirmiş, zulümlere isyan besmelesi olmuştu.

Fırat bir bayrak oldu. Canını, kanını ve gençliğini hiç düşünmeden bu millete hibe eden bir bayrak…

Fırat 5 yıldır acısı dinmeyen yaramız, ciğerlerimizi yakan sancımız oldu.

Fırat inanç oldu, samimiyet oldu, hepimizin hiç tanımadığı ağabeyi, kardeşi oldu.

Fırat Türk gençliğine ülkü oldu, intikam yeminimiz oldu.

Peki hiç sorduk mu kendimize, Devlet üniversitesinde bir öğrenci güpegündüz nasıl katledilebilir? Asıl Suçlu kimdi? dedik mi mesela. Asıl suçlu eline bıçak verilip hedefi belletilen teröristler mi, teröriste göz yumanlar mı, yoksa onları oraya gönderen ağa babaları mıydı? Elbette hiçbirinin suçu tartışılmaz ama asıl suçlu olacakları bildiği halde üniversitelerde ve yurt genelinde o ortamın kurulmasına müsaade eden, çözüm süreci saçmalığında canlarımızın, ağabeylerimizin, kardeşlerimizin, dostlarımızın toprağa düşmesine vesile olan perde arkasındaki kravatlılardır. Perdenin bu tarafındaki katil Semo sadece bir kuklaydı. Birilerinin dilediği şekilde oynatabildiği bir kukla…

Fırat ağabeyin babası diyor ki “ben çözüm sürecinin mimarlarına hakkımı helal etmiyorum” emin olunsun ki ben ve benim gibi düşünen kimse, o sürece vesile olanlara dahi haklarımızı helal etmiyoruz.

Fırat ağabeyin babası yine diyor ki “Fırat’ı açık alanda tek kişi bıçaklayamazdı. Ben biliyorum onlar daha kalabalıktı.” Ve yine arkadaşları “Fırat, Semo için oraya girmezdi başkaları vardı” diyor. Peki kim bu başkaları? Neden mahkemelerde görmüyoruz? Neden kamuoyu bilmiyor? Bu soruların cevabını da Türk Milleti olarak elbet bir gün öğreneceğiz.

O hafta yaşananlar sadece Ege Üniversitesi ile sınırlı değildi. Sanki tek ağızdan talimat alınmış gibi, Ülke genelinde Ülkü Ocaklarına ve Ülkücülere her zamankinden daha yoğun bir saldırı söz konusuydu. Fırat’ın şehadeti ile de şer odakları hedeflerine ulaşmış oldular. Bu da bize verilen mücadelenin basit bir sağ-sol kavgasından ibaret olmadığını gösteriyor.

Göz pınarlarımızdan yaşlar süzüldü. Milyonlarca kez intikam yemini ettik belki de. Hiç tanımadığımız, daha önce ismini bile duymadığımız biri için yaptık bunları. Tanımadığımız biri için ciğerimiz hiç yanmadığı kadar derinden yandı. Ama yetmez, bunların hiçbiri yetmez, kinimize kin katmak yetmez. Bize bıraktığına sahip çıkmak, hayallerini yaşatmak zorundayız. Bu memleketi en az onun kadar sevmek mecburiyetindeyiz.

Unutmayacağız ağabey, yemin olsun senin adını kıyamete dek yaşatacağız. Olur da bir gün unutursak bize hakkını helal etme. Sen ölmedin ağabey, sen ölmedin, sen bizimlesin, sen kardeşlerinlesin…

 

“Eyvah biz kaldık esfele safilinde

Ahseni takvim üzre onlar geçip gittiler”

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Salih Yozgat

Latest posts by Salih Yozgat (see all)