HER NEFRET SEVGİ İLE BAŞLAR/EYŞAN II

İşten geldim.

Saat şu an 01:43..

Bedenim “Git uyu artık be adam!” diyor fakat zihnim açık, bitmek bilmeyen sorular sormakta, anıları tekrar tekrar gözlerimin önüne getirmekten vazgeçemedi bir türlü. İnsan sevdiği şeylerden ne olursa olsun vazgeçmemeli bence. Bu gece birlikte yaşadığımız acı, tatlı, iyi, kötü ne varsa hepsini teker teker hatırlayarak bitireceğim bu belli..

Neyse, lafı çok uzatmadan konuya gireyim ben yoksa nemlenmiş gözlerim Eyşan’ın ismini taşıdığı nehir gibi akmaya başlayacak.

Tarih: 5 Nisan 2019

O sabah zihnimin kabullenmek istemediği bir düşünceyle uyandım. İnsan beyni kötü anıları silmek ve onları hatırlamamak üzerine tasarlanmıştır. Örneğin, bir trafik kazası geçirdiyseniz eğer, kaza anını hayal meyal hatırlayacaksınızdır veya bir ölüm haberi aldığınız anı ne yaparsanız yapın zar zor anımsarsınız. Fakat ben beynimizin bize oynadığı bu oyunu bildiğim için bütün anılarım sürekli taze kalıyor. O sabah beynimin bana bu oyunu oynamasına izin vermek istedim.

Dün ne yaşadım? Hatırlamak istemedim. Bir süreliğine de olsa bu oyun beynim tarafından başarıyla sergilendi ama hissettiğim o garip şey bir türlü normale dönmeme izin vermedi.

Yatağımdan kalktım, yüzümü yıkadım, kahvaltı yapmayı beceremediğim için bir kahve yaptım ve yanına bir sigara yaktım. Ardından üzerimi giyindim ve fakülteme doğru yola çıktım…

O gün, beni tanıyan herkesin Ömer’i son görüşü olacaktı…

Fakülteme girdim, etraf depremden sonraki ilk dakikalar gibi sessiz, sakin.. Bugün, beklenen o büyük depremin gerçekleşeceği ve benim enkazın altında kalacağım gün. Okulda her şey normal, herkes normal. Kimsenin bir şey bildiği yok.

Ben o gün akşama kadar Eyşan’ı bekledim.

Gelmedi…

Bir önceki gün üzerime titreyen, beni mutlu etmeye çalışan, yüzümü güldürmeye çalışan öz kardeşlerim yanımdalar yine. Kimseye belli etmediğim gerginliğimle bir şeylerin planlandığını hissediyor, görüyordum.

“Senden gizlimiz saklımız mı var kardeşim?” diyen adamlar, kenarda köşede gizli gizli bir şeyler konuşuyor ben yanlarına yaklaşınca da susuyorlardı. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan her insan gibi ben de kendi kendime düşündüm “Bir yanlış mı yaptım?”, “Neden benden gizli gizli konuşuyorlar?”. Fakat bir sonuca varamadım. Çünkü hiçbir şey yapmamıştım.

Akşam oldu. Şimdi olduğu gibi içimden eve gitmek, günlerce dışarı çıkmamak geldi. Tam kalktım eve gidiyorum arkamdan bir ses “Ömer!”. Keşke o seslenişe geri dönmeyip yoluma devam etseydim. Aynı ses “Ömer, Cengiz’in seninle konuşacakları varmış.” dedi. Cengiz bizim kardeşimiz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Bir gün görüşmesek ertesi gün kesin görüşürüz. Fakat o hafta Cengiz benimle hiç görüşmedi, telefonlarımı açmadı.

Bugün bakıyorum da ulan ne kadar safmışım be! Ben o an kendi kendime diyorum ki “Herhalde yaptığı eşekliği anladı, özür dileyecek.”.

Herkes toplandı, gözümün içine bakıyorlar. Bindik arabalara, Cengiz ile birlikte her zaman bira içtiğimiz, benim ona Eyşan’ı anlattığım, Eyşan için gözyaşı döktüğüm yere götürdüler. Ben oraya gelene kadar gerçekleşmesine ihtimal vermediğim durumu düşünüyor yine de “Yok ya. Cengiz bunu herkese yapar bana yapmaz.” diyordum. Cengiz göründü köşede, geldi. Ben yine hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ederek, çevremdekilerle laf olsun diye yaptığım konuşmaları gerçekleştiriyordum. Öyle havadan sudan, saçma sapan şeyler konuşuyordum. Çünkü kafamdaki düşünceyi unutmak istiyordum.

Cengiz geldi, herkes olanı biteni bildiği için kimse elini bile sıkmadı. Aradan birisi çıktı “Kardeşim, siz şöyle kenara geçin de bir konuşun.” dedi. Vücudum, duruma alerjik reaksiyonlar gösteriyordu, buna anlam veremiyordum. Terlemeye başlamıştım, yüzümde kabarcıklar oluşmuştu ve ellerim üşümeye başlamıştı. Hiç kıpırdamadan “Ben hiçbir yere gitmem. Buradaki kimseden gizlediğim, sakladığım bir şey yok. Ne konuşulacaksa herkesin içinde konuşulabilir.” dedim. Aynı kişi “O zaman biz kenara geçelim.” dedi. Herkes bir anda kalktı ve Cengiz ile beni baş başa bıraktılar.

Cengiz geçti karşıma, ben hala ihtimal vermediğim için başka bir şey vardır diye düşünmek istiyordum. Arabaya yaslandı. 1,90 m boyunda, aşağı yukarı 85-90 kg ağırlığında, ilk bakışta delikanlı zannedilen, her zaman kendine güvenen, sosyal medya aleminde erkekliğin başını çeken kişi karşımda iki kelimeyi bir araya getirmeyi beceremiyordu. Bir süre öyle sessizce bekledik.

Cengiz birden söze girdi, öz kardeşlerimi göstererek “Bunlar sana zaten her şeyi anlatmışlardır.” dedi. O an başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissettim. Vücudum, bir terslik olduğunu anlamış ve kanımı yine iç organlarıma pompalamaya başlamıştı. Ellerim ve ayaklarım buz kesmişti. Gözlerinin içine baktım “Onlar, utançlarından yüzüme bile bakamıyorlar. Neyi anlatmışlar bana?” dedim. Ateşim yükselmeye ve bedenim titremeye başlamıştı. Genetik bir özellik sanırım, annem de bir şeye üzüldüğü veya sinirlendiği zaman ateşi yükselir ve bundan dolayı da titremeye başlardı. “Ömer” dedi. “Ömer, her şeyi anlamışsındır sen zaten. Bir haftadır neden görüşmüyoruz sence? Bir haftadır neden telefonlarını açmıyorum sence?” dedi. Titremesini durduramadığım için ellerimi cebime soktum. Kafamdan küfür etmek, saldırmak ve anlatılırsa canice sayılabilecek şeyler geçiyordu. “Ulan! Bu yaptığın şey kahpelik!” dedim. “Evet.” dedi hiç utanmadan. “Sen kahpesin, karaktersizsin lan!” dedim. “Evet, kahpeyim ve karaktersizim.” dedi.

Dişlerimi sıkıyordum, yükselen ateşten dolayı esmer tenim kıpkırmızı olmuştu. Öfkeme hakim olmalıydım, ona istediği şeyi vermemeliydim. Benden beklenen şiddetli bir tokat, bir tükürük, bir yumruk ona hediye olacaktı. Orada burada “Ben, bunun için bedel ödedim” diyecekti.

Dayak yiyeceği kesindi zaten. Er ya da geç o dayağı yiyecekti ama onun zamanını da ben belirleyecektim. Çünkü, bu şehirde ne kadar güçlü olduğumu biliyor ve belirlediğim bir zaman diliminde selamımın Cengiz’e iletilmesini istiyordum.

Eğer birisi hakkındaki bir kararı sen verebiliyorsan gücün vardır. Benim gücüm, edindiğim dostluklardan geliyordu ve bu şehirde çok dostum vardı.

Cengiz karşımda çaresizce onun için vereceğim kararı bekliyordu. Biliyordu, bana dokunamazdı. Eğer bana dokunursa bütün bir şehri ayağa kaldıracak gücüm olduğu da belliydi.

Çekinerek, biraz olsun ısıtmak için ceplerimde duran ellerimi işaret etti “Üzerinde bir şey varsa çıkart.” dedi. Kendisi için hazırlıklı geldiğimi ve belimde bir şey olduğunu düşünüyordu. Gözlerinin içine bakarak “Onun zamanını ben belirlerim.” dedim. Onun için geleceğim günü bekleyerek yaşamasını istedim çünkü.

Bir süre daha sessizlik oldu aramızda. Yüzüne baktım, tam lafa girip bir şeyler geveleyeceği zaman elimi kaldırıp “Dur.” dedim. “Konuşmana gerek yok daha fazla.” diyerek öz kardeşlerimin yanına doğru ilerledim ve “Gidelim!” dedim.

Ağır adımlarla arabaya doğru ilerledim, Cengiz taş görmüş sokak köpekleri gibi ürkek bir şekilde kenara çekildi. Arabanın kapısını açıp son bir gayretle içeriye attım kendimi. Arkamdan ağlamaklı sesler ile birlikte arkadaşlarım da bindiler.

5 dakika ilerledikten sonra “Duralım ve konuşalım.” dediler. Ayaklarımda tonlarca ağırlık varmış gibi zar zor indim arabadan. Ağlamamak için kendimi öyle sıkmıştım ki vücudum tir tir titriyordu. Tam o anda arkadaşlarımdan birisi boynuma sarılıverdi ve ağlamaya başladı…

Bir bir sarılıp ağlaşmaya başladık, ben halen olayın şokunda olduğum için pek bir şey hissetmiyordum aslında ama gözlerimden damlalar düşmeye başladı teker teker. Etrafımda etten bir duvar vardı, bir sevgi yumağı da denebilir. Aslında tam anlamıyla söylemek gerekirse bir ağlaşma yumağıydık sokağın ortasında.. Boynuma sarılan ağlamaya başlıyordu. Güya beni teselli edeceklerdi ama ben onları teselli etmeye başladım bir süre sonra..

Acı, o an bir toplu iğne başı kadar düşmüştü yüreğime, sonraları ise kapanmayan bir yaraya dönüşecekti…

Oradan çıkıp bir ağabeyimin evine gittik. Eve gidecek kadar sağlıklı değildim çünkü. Anneme, babama gidip ne diyecektim? Nasıl söyleyecektim ki bunu…

Önce düşünmem gerekliydi..

Ağabeyimin evine gittik, koca bir demlik çay demledik.

Ben sustum.

Ağabeyim sustu.

Sabaha kadar sustuk…

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Ahmet Akbaş

Latest posts by Ahmet Akbaş (see all)