İnançlarımızın Cesaretine Sahip Miyiz?

2016 yılında Ankara’ya üniversite okumak için gelmiştim. Fakültenin ilk yılı olması nedeniyle derslerde çok zorlanmıyordum. Haftada dört günüm boştu. Bu boşluğu fikri ve ilmi sohbet meclislerinde sıkça bulunarak dolduruyordum. Aslında bu açıdan Ankara benim için bulunmaz bir fırsat olmuştu. Çünkü hangi alanda istersem o alanda illa ki bir toplantı veya bir dernek vardı. Bende bu fırsatı kaçırmıyor istediğim her konuşmaya ve toplantıya gidiyordum.

Yine böyle arayışlardan birisinde eski bakanlardan Sadi Somuncuoğlu’nun genel başkanlığını yaptığı Milli Düşünce Merkezi’nin afişini gördüm. Afişte DSP milletvekilliği yapmış Uluç Gürkan’ın konuşması olduğu yazılıydı. Ogün tüm işlerimi bitirdim ve onun konuşmasını dinlemek üzere Milli Düşünce Merkezi’nin yolunu tuttum.

Konuşma akşam vakti başladı ve geceye kadar devam etti. Uluç Gürkan uzunca bir konuşma yaptı, güncel ve eski siyasi ve ülke meselelerinden bahsetti.(Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Uluç Bey bir topluluk karşısında oturarak asla konuşmazmış her zaman ayakta hitap edermiş.) Konuşması bittikten sonra yanına gittim kendimi tanıttım ve konuşması boyunca aklımda oluşan birçok soruyu sordum. En sonunda ‘’yeter mi çocuk’’ der gibi bakışlarını fark edince son bombayı patlatayım dedim kendi kendime ve patlattım. ‘’Hocam bana Bülent Ecevit hakkında öyle özel bir şey söyleyin ki daha önce hiç kimseye söylemediğiniz bir şey olsun’’ dedim. Ben bu soruyu sorunca bir müddet düşündü. Bakışlarından şöyle bir anlam çıkıyordu; bu mahrem şeylerden birisini sana neden söyleyeyim. Ama ben kaçamak bir tavır sergilemeden karşısında gözlerinin içerisine uzun uzun baktım ve cevap beklediğimi ona psikolojik olarak da hissettirdim.

Uluç Bey benden kaçış olmadığını anlayınca başladı anlatmaya; Bülent Bey’in sade bir hayatı vardı. Evi de en az kendi yaşantısında ki zevkleri kadar sade idi. Böyle yaşamayı seviyordu ve böyle huzurlu hissettiğini söylerdi bizlere her zaman. Evin küçük bir apartman dairesi idi. Evinde kapının yanında bir ayna vardı ve her sabah evden çıkmadan önce kahvaltısını yapar, Eşi Hanımefendi ile vedalaşır ve o aynaya bakarak şu soruyu sorardı; BEN BUGÜN İNANÇLARIMIN CESARETİNE SAHİP MİYİM? İşte sana söyleyebileceğim ve daha önce kimseye söylemediğim bir şey. Şimdi oldu mu?

Uluç Bey’in bu anekdotu beni ciddi anlamda etkilemişti. Daha fazla bir şey demeden sadece teşekkür ettim ve herkes salondan çıkana kadar bekledim. Saat epey ilerlemiş ve gece 10’u geçmişti. Yurdum 10.30 da kapılarını kapatıyordu ama ben Milli Düşünce Merkezi’nden ( Demirtepede idi.) yurduma (Ulusta idi.) yürümekten kendimi alamadım.

Bu olaydan birkaç yıl sonra Ankara kitap fuarında Rahşan Ecevit hanımefendinin imza günü olduğunu öğrendim ve Bülent Ecevit Beyefendinin kitaplarını imzalatmak için yanına gittim. Rahşan Hanımın kulağı zor işittiği için yanındaki hanımefendi hangi kitabı imzalatmak istediğimi sordu. Ben elimde ki Bülent Beyin 80 Darbesinde ki savunmalarından oluşan kitabını imzalatmak istediğimi söyledim ve uzattım. Hanımefendi isim ve unvan yazmam için bana küçük bir kağıt uzattı ki Rahşan Hanım adımı ve ünvanımı kitaba yazıp imzalasın diye. Ben o uzatılan kağıda Uluç Bey’in bana söylediği o güzel soruyu yazdım. Rahşan Hanım kağıdı okur okumaz hemen başını bana doğru çevirdi ve yüzünde özlemle dolu ve bir o kadar da manidar bir gülümseme vardı.

 

 

 

 

Please follow and like us:
The following two tabs change content below.

Şahin Altıntaş